Aylar, yıllar ve asırlar da geçse, dünyada değişmeyen tek şey; açlık, yoksulluk, savaşlar ve sömürü düzeni!...
Yaradan, kullarının yaşaması için, sonsuz güzelliklerle bezenmiş dünyayı insanlara ve diğer yarattıklarına tahsis etmiş olmasına rağmen, bu dünyayı insanlara bizler zehir ediyoruz.
Arkeolojik bulgulara göre, insanlar iki milyon yıla yakın bir süredir bu dünya üzerinde varlıklarını sürdürüyorlar.
Uzaydan bakılınca, sınırsız, özgür ve masmavi bir gezegen olarak görülmektedir dünyamız!
Oysa bu mavi dünya cennetinde, fenalıkların ve kötülüklerin kol gezdiği, acımasız bir düzen hüküm sürmektedir...
Sınırlarla, surlarla ve dikenli tellerle paylaşılmış bir dünyada yaşamaya mahkum kılınıyoruz.
Irklarına, renklerine, dillerine ve inançlarına göre paramparça edilmiş bir insanlık dramı yaşamaktayız.
İnsanların farklı farklı yaratılması, farklılıkların olması, Yaradan’ın bir tasarrufudur.
Farklı renk, farklı dil ve farklı ırklara tahammül, hoşgörü bizim insanlığımızın bir göstergesidir.
Oysa insanlarda bir tahammülsüzlük, büyüklük ve kibir hissi egemen durumdadır.
Büyüklerimizin, atalarımızın özlü sözleri, bizim yolumuzu aydınlatmak içindir ama onları hep gözardı ederiz.
Şeyh Edebali’nin Osmanlı’nın kurucusu Osman Bey’e nasihatlarını bir hatırlayalım:
“Oğul insanlar vardır, şafak vaktinde doğar
Akşam ezanında ölürler.
Avun oğlum avun,
Güçlüsün, kuvvetlisin, akıllısın, kelamlısın,
Ama, bunları nerede, nasıl kulanacağını bilemezsin.
....
Ey oğul, artık Bey’sin! Bundan sonra uysallık sana. Güceniklik bize, gönül almak sana. Suçlamak bize, gönül almak sana. Acizlik bize, hoşgörmek sana. Anlaşmazlık bize, adalet sana. Haksızlık bize, bağışlamak sana.
Ey oğul, sabretmesini bil, vaktinden önce çiçek açmaz. Şunu da unutma ve insanı yaşat ki, devlet yaşasın.
Ey oğul, işin ağır, işin çetin, gücün kıla bağlı.
Allah yardımcın olsun.”
Kaoslar içinde gireceğimiz yeni yılda, Allah yardımcımız olsun.