Neylersiniz ki “Tebeddül-ü esma ile hakaik tebeddül etmiyor.” / “İsimlerin değişmesiyle gerçekler değişmiyor.” Hem değişmez de. “Altun palan vursan eşek yine eşektir.” Hırsızın ismi “Emin” olsa ne yazar? Değil midir ki o kişi hırsız...

İlmiyle âmil olmak diye bir hüküm var. Yani bildiğini yapacak. Bildiğini uygulayacak. Yaptığı, bildiğini gösterecek. Yaptığı, bildiğinin aynası olacak. Yoksa sırf bilgi yarımdır. Eksiktir. İnsanı felâh ve kurtuluşa götürmez. İman amelle, inanan inancının gerektirdiği ile âmil olmazsa; inancının isteği doğrultusunda yaşamaz ise, o iman kör, topal, elsiz ve ayaksız demektir. Görmeyen göz, tutmayan el, yürümeyen ayak nasılki yok hükmündedir. Yaptırımı olmayan inanç ve iman da yok sayılır. Çünkü insan; inandığı gibi yaşamıyorsa, yaşadığı gibi inanmak zorunda kalır! Boşuna dememiş şair:

“Âyînesi iştir kişinin lâfa bakılmaz.

Görünür kişinin rütbe-i aklı eserinde.”

İşte bugün yeni bir “Cahiliye Devri” ile karşı karşıyayız! Hattâ Cahiliye Devri’ni yaşıyoruz. Kimimiz fiilen, kimimiz seyirci olarak.

Hem de bütün dehşetiyle, bütün korkunçluğu, bütün zulmüyle tam bir Cahiliye Devri’nin içindeyiz. Ya fiilen ya figüran olarak ya da -ister istemez- seyirci kalarak.

“Cahiliye Devri” tâbiri aslında, İslâmiyetten önceki Arapları anlatır. Tasvir eder. Onların nelere inanıp, nasıl yaşadıklarını gözler önüne serer.

Türk-İslâm Ansiklopedisi’nde belirtildiği gibi “Cahiliye Devri” tâbiri, bilgisizlikten ziyade -sandığımızın aksine- saldırganlığı ifade eder.

Bu isimlendirme, bizzat Cenabı Allah tarafından yapılmıştır. Kur’an-ı Kerîm eski Arapların âdetlerini “Cahiliye Devri âdetleri” olarak vasıflandırır. ( Türk-İslâm Ansiklopedisi I., İstanbul-1982 s. 41)

Meâl ve anlamını geniş tuttuğumuz kimi âyetlerde geçen kelimelerin mânâlarını parantezler içinde -özellikle- ABD’ye uygulayarak vermeye çalışacağız. Böylece hem Kur’an’ın her asrı kuşatan ve kucaklayan mucizeliği anlaşılacak. Hem de ABD ve onun gibilerin sonlarının ne olacağı, gün gibi açıkça görünecektir:

“Ne zaman onlara (ABD ve AB’ye) yeryüzünde nifak çıkararak, inançsızlarla (kozmopolitlerle) işbirliği yaparak, fesat çıkarmayın. Ülkede insanları bölerek (aslî unsurlara, ayrılık-gayrılık dâvâsı güttürmek isteyerek) bozgunculuk yapmayın denilse.

“Biz ancak (durumu) ıslah ediciyiz. Düzen(i demokrasiyi) sağlayıcıyız!

“Biz sadece barıştan yanayız. (Ülkeleri kaynayan kazana çevirerek mi?)

“Ortalığı düzeltmekten (yani karıştırmaktan) başka işimiz yok! Derler.

“Din ve dünya işlerini (yalnız biz biliriz), sosyal ilişkileri (ancak biz) düzgün yaşayanlarız! Derler.” (Bakara: 11)

“Gözünüzü açın! Aldanmayın! Doğrusu onlar, asıl onlar (ABD ve AB resmiyeti) Allahın emrine karşı gelmektedirler. (Halklarına rağmen, onlardan gerçekleri saklayarak ve siyasetlerini destekleyecek biçimde, onları zihnen hazırlayarak ve bu şekilde) isyanları sebebiyle gerçekten fesatçıların ta kendileridir.

“Ortalığı ifsat ederler. Karıştırıp dururlar. Bozgunculardan başka bir şey değildirler. Fakat bunu (işlerine gelmediği için) anlamazlar. (Anlamak istemezler.)

“Çünkü şuur ve bilinçleri yerinde değil. (Menfaat ve çıkar gözlüğü; gözlerine başka bir şey göstermez olmuş.) Bunun için yaptıklarının farkında bile olmazlar.” (Bakara: 12)

“Bunlar bir de inananlara (bölmek istedikleri ülke insanlarına ve onların resmî kişilerine) rastlayınca, onlarla karşılaştıkları zaman sözde ‘Amenna!’ ‘Biz de inandık!’ (Sözde biz sizinleyiz!) derler. Kendi şeytanları ile, liderleriyle (kışkırttıkları yöre insanları ve bazı azınlıklarla) halvet olup (onlarla) başbaşa kaldıklarında ise, ‘Emin olun biz (ayrılık-gayrılık gütmenizi istediğimiz kişiler olduğunuz için) sizinle beraberiz. Sadece onlarla (vatanlarını böldürmek ve parçalattırmak istemeyenlerle) istihza ve alay ediyoruz (o kadar).’derler. (Bakara: 14)

“Asıl Allah onlarla (ABD ve AB resmiyeti ile) istihza / alay eder. Onları tuğyan / azgınlık ve taşkınlıkları içinde bırakır. Onlara mühlet / geçici bir zaman tanır. Böylece onlar, bir müddet serserice, başıboş olarak (başta Irak olmak üzere Orta Doğu, Orta Asya ve Balkanlarda hatta kısmen Kafkasya ‘da) döner, dolaşır ve bocalar dururlar (ve sonunda) sürüklenip giderler.” (Bakara: 15)

“Allahın alay etmesinden maksat, münafıkların (iki yüzlülerin) alay etmelerinin karşılığını vermesidir. Meselâ haylazlık ederken sinsice gülen çocuğunu tehdit eden annesi ‘Sen gül, ben de sana gülerim!’ derken, onun gülmesinin tamamen farklı şekilde olması gibi.”

“İşte onlar (ABD ve AB resmiyeti) öyle kimselerdir ki (halklarına rağmen) hidayeti / doğru yolu yani Allahın, kitap ve Peygamberlerle gösterdiği yolu bırakmışlar. Ona karşılık (dış politikalarında) dalâleti / sapıklığı (başka ülkeleri karıştırmayı); başlarına belâ olarak satın almışlardır.

“Onların ticaretleri de kâr getirmedi. Kazançlı çıkmadı. Hidayete erenlerden de olmadılar. Yani doğru yolu da bulmuş değillerdir.” (Bakara: 16)

“Onlar (ABD ve AB resmiyeti) sağırdırlar. Çünkü duyan kulakları Hakkı duymuyor. (Çünkü buna menfaatleri engel oluyor.)

“Onlar dilsizdirler. Çünkü konuşan dilleri Hakkı konuşmuyor. (Çünkü buna çıkarları mâni oluyor.)

“Onlar kördürler. Çünkü gören gözleri hakikati görmüyor. (Vahiy ışığından mahrumiyet, gözlerinin işlevini gideriyor.)

“Bu sebeple artık onlar Hakka dönmezler. Daha doğrusu dönemiyorlar.” (Bakara: 18)

“(Evet ABD ve AB ikilisi, birçok) ülkede fesat çıkarmağa çalışır, ürünleri ve nesilleri mahvetmek için uğraşır.

“Allah elbette fesadı / bozgunculuğu sevmez.” (Bakara: 205)

“Bu âyette ülke istikbâlinin / geleceğinin en önemli iki rüknüne / temel direğine dikkat çekilmektedir. Çünkü maddî ve ekonomik hayatın esası ürün; manevî hayatın esası ise yeni nesillerin iyi yetiştirilip eğitilmesidir.”

İşte bu iki hayatî unsura tasallutu / tebelleş olması var ABD ve AB resmiyetinin!

Halklar ise masumdur. Büyük çapta ses çıkaramayışları; olan bitenden yeterince haberleri olamayışları yüzündendir. Yoksa gerçeği ve doğruyu bilen yığınlar, asla menfîde / insanlık dışı işlerde böyle sessiz kalmazlardı. Ne yapıp edip bir yolunu bulup karşı çıkarlardı.

Cahiliye devrini aratmıyor hiç ABD(e)!

Soruyor insanlık hakiki medeniyet nerede?

Ne yaşlı diyor, ne çocuk ne de kadın kız!

Tek bildiği şey, menfaattan aldığı hız!

Bu gidişle emin olun, olacak sonları hüsran!

Bilin ki, elbette aleyhlerine işliyor zaman!

Şüphesiz, sonları gelecek uzak değil çok yakın!

Yeter ki siz, ümitsizliği bir kenara bırakın.

Ümitvar olun, ne yapsalar boş, ne etseler nafile.

Geliyor İslâmın güzellikleri, kafile kafile.

(03. 04. 2005, Bar Hill - Cambridge - England)