Biz Türk Milleti olarak yemeğe, içmeye düşkünüzdür. Dünyanın en zengin mutfakları arasında, Türk Mutfağı yerini almıştır. Yemek yazı ve programlarını ilgi ile izlerim. Mülkiyeli Dostumuz, Plancı Güngör Uras yemek yazıları yazar, lokantaları tanıtırdı. Ayhan Sicimoğlu, Mehmet Yasin, Vedat Milor gurmeler olarak yemek yazılarını sürdürüyorlar. 

Türk yemekleri, gerçekten çok lezzetli, enfes. Ağız tadı denilen bir hadise var. Ekzantriklik uğruna o güzel yemeklere alakasız şeyler koyarak, lezzeti bozuyorlar! Belki de benim bazı saplantılarım var! Mesela, ben asla tavşan, ördek, kaz, bıldırcın eti yemem! Ayrıca sıcak yenilen künefe, irmik, sufle yemem! Bazı şeyleri de bağdaştıramıyorum. Örneğin; Chesekek, havuçlu kek, tatlı bir yiyecekle, peynirin, sebzenin ne alakası var? Ayrıca ayvalı kereviz, erikli et, beğendi, elmalı yemekleri, gavur dağı salatasını yemem. Hindi etini hiç sevmem. Salyangoz, Türk Mutfağı ile ilgili değil... Bir programda, patlıcanlı yemeğe karpuz, balığa bal koydular! Bazen soğuk çorba veriyorlar. Yahu çorba sıcak olur. Peki, sen ne seversin diye sorduğunuzu görüyorum. Kuru fasulye, nohut, mercimek yemekleri, pilavlar, haşlamalar, mantı, makarnalar, döner, köfteler, börekler, lahmacunlar, Adana, Urfa kebapları, zeytin yağlıları çok severim.  İşkembe, kelle paça, söğüş, balıklar, karides, ahtapot, kalamar, Arnavut ciğeri bayılırım. Sebze yemekleri, kokoreç favorimdir. Mesela, kadınbudu, ekşili köfteleri, severim. Türkiye, aslında bir köfte cennetidir. Her yörenin kendine özgü köftesi vardır. Örneğin; İnegöl, Tekirdağ, Akçaabat, Tire, Manisa, Denizli köfteleri tercihimdir. Ya Ege otları, turp otu, şevketi bostan, radika, roka, deniz börülcesi, enginarlar, cibez, kuzu kulağı enfestir. Buna karşın zencefil, kefir zerdeçaldan, suşiden nefret ederim. Kaliteli mis gibi kokan sızma zeytinyağı, güneşte kızarmış gerçek domatesler, cacık, çiğ köfte, lakerdaya bayılırım. Genellikle sosis, salam, sucuk, pastırma evimizden hiç eksik olmazdı. Hele sucuklu, pastırmalı yumurta, menemen en sevdiklerim arasındadır. Ancak yaş ilerledikçe, bunları belki ayda bir tüketiyorum. 

Ben, DPT yıllarımdan sonra gıda kuruluşu olan Tamek Grubu’nda Genel Müdür olarak görev yaptım. Şirketin sahipleri, Melih ve Asım Beyler, ağızlarının tadına çok düşkündüler. Harika, Türk ağız tadına uygun yemekler çıkardı. Şirket sahipleri, üst yöneticiler, işçiler, hepimiz aynı yemeği yerdik. Şirketin yemekleri öyle meşhurdu ki, polisler, PTT memurları, şirketle iş yapanlar menüyü takip eder, yaklaşık günde 50 kişi bizde yemek yerdi. Gönülleri zengin olan şirket sahipleri, bu durumdan çok memnun olurlardı. DPT’den sonra 10 yıldan fazla Genel Müdür, İdare Meclisi azası olarak görev yaptığım Tamek/Pepsico grubu, varlığını sürdüremedi, satıldı, çok yazık oldu! 

DPT’de görevlerim arasında, RCD adında bir teşkilattan sorumluluk vardı. Türkiye, İran, Pakistan, İngiltere’nin, ABD’nin zaman zaman katıldığı, RCD toplantılarına gider-gelirdim. Bu toplantılar nedeniyle, Hindistan’a, Tayland’a, Japonya, Çin’e de giderdik. Bir defasında ‘Air India’ ile uçarken, yanıma oturan bir Hintli, iğrenç tarzda yemek yedi, beni iğrendirdi. Midem kalktı. Hele o Curry denen baharattan nefret ettim. O günden beri Hint, Pakistan, Çin, Japon yemeklerinden nefret ederim. Benim ağız tadıma en uygun mutfak, İtalyan ve Fransız tarzıdır. ABD’de, steaklar, hamburgerler, hot dog (sosis), balıklar, örneğin haddock, balıklar, şinitzel favorimdir. İyi, temiz esnaf lokantaları, yemek kültürümüzün, önemli parçasıdır. Çengelköy’deki meşhur kokoreççinin ekmek arası kokoreçi, köftesinin tadına doyum olmaz. Sevgili arkadaşımız Bülent’in bizi Bostancı’da götürdüğü ‘Adana Kebapçı” gerçekten çok güzel yapıyor. Fine Dining servis yapan, kaliteli, iyi dekore edilmiş, ambiansı güzel restoranları severim. Yemek kalitesi kadar, masa düzeni, garson servisi, tabak ve bardak, çatal, bıçak kalitesi benim için önemlidir. İçkiye, fazla düşkün olmasam da, herhalde mülkiyeden gelen alışkanlık olacak, milli içkimiz aslan sütünü tercih ederim. Kırmızı şarap yerine iyice soğutulmuş, kaliteli beyaz şarabı severim. Söylediğim gibi aslında, eğer etrafımda sevdiğim, arkadaşlarım bulunursa, içerim yoksa içkiye düşkünlüğüm yoktur. Mesela şalgam suyu içmem, ama şıraya, ayrana bayılırım. Mülkiyede okurken, Cebeci’de birçok lezzet dağıtan, lokantalar vardı. ‘Yumurtacı Kemal’ denilen biri vardı ki, bizim dönemler onun omletlerinin, menemeninin, sosisli bulgur pilavının tadını hala hatırlarlar. Zaman zaman Sirkeci’ye gider, Namlı Rumeli, Filibe Köftecisine uğrar, köfte, bol soğanlı piyaz, tel kadayıf yerim. 

Türk Mutfağının, tatlıları da enfestir. Kaymaklı ekmek kadayıfı, tulumba, pastalar, kestane şekeri, revani, şekerpare, fırın sütlaç, muhallebi, keşkülden vazgeçilir mi? Pek tavsiyelerde bulunmak istemem, ama Üsküdar’daki ‘Kanaat Lokantası’ denemeye değer. Ne yazık ki, son yıllarda musallat olan insülin direnci sorunum nedeniyle artık tatlı yemiyorum. Ben bu makalemde, Türk Mutfak Kültürünü, dünyada marka olabilecek özelliklere sahip olduğunu anlatmaya çalıştım. Yeter ki, değişik olmak uğruna, yemeklerimizin tadı ile oynamayalım! Bu yazının, ilk kısmını okuyanlar, benim yemek konusunda, müşkülpesent, seçici, huysuz olduğumu düşünebilirler! Ancak saydığım leziz yemekleri okuyunca, bunları toplumumuzun büyük kısmında da revaç bulduğunu kabul edeceklerdir. Benim derdim, yemeklerimizin lezzeti ile oynamayalım, abuk sabuk şeyler katıp, klasik ağız tadımızı bozmayalım. Tabiatıyla “renkler ve zevkler tartışılmaz” sözüne de saygı duyarım.