Bir kitabın yazılması için kâğıt ve kalem gerek.

     Tabii, kalemle yazacak kâtip gerek.

     Kitap yazıldıktan sonra, yanında;

     Ne kalem kalır ne kâtip yani yazan.

     Yazılanın olması için, yazan da lâzım.

     Yazacağı bir kâğıdın bulunması da icap eder.

     Yazanın da ne yazmak istediğini,

     Niçin ve kim için yazdığını bilmesi gerek.

     İşte bu gaypler yani bilinmezler,

     Bilinenden hareketle bilinir.

     Kitap Kâtibini, yazılan Yazanı gösterir.

     Sayfa ve kâğıttaki yazıların tezahür etmesi;

     Görünmesi için, kâtip harfleri kullanır.

     Harfler de sayfada kendileri için değil;

     Taşıyacakları mânâlar için yer alır. 

     Mânâlar şekilsiz birer ruh gibidir.

     Kelime ve cümlelerle cisimlenir,

     Görünür bir hâl alır.

     Tıpkı Yunus Emre’nin dediği gibi:

     “Ete, kemiğe büründüm Yunus diye göründüm.” misali.

     Hâl diliyle konuşmak, anlaşılmak isterler.

     Kendilerini bu şekilde insana sunarlar.

     Yazanın karşımızda, yazdığının yanında;

     Cismen yer almaması; 

     Göstermez onun yokluğunu.

     Zira fiili, ilmi, tasavvuru ve tahayyülüyle,

     Zaten karşımızda tecellî etmekte, görünmekte.

     Kendisini bize tanıtmakta, 

     Her an takdim edip durmakta.

     Basarın / dış gözün yanında,

     Basiret / iç gözü olmayanlar;

     Ne görür, ne anlar, ne bilir ki zaten?

     Koyun da bakar ama bir şey görmez!

     Koyun da duyar ama bir şey işitmez!

     İşte insanın farkı burada yatıyor.

     İşte insanın kalbi burada atıyor.

     İşte insanın değeri böyle anlaşılıyor.

     İşte insanın insanlığı burada aranmalı.

     Tabii ki, görenedir görene be dostlar! 

     Şüphesiz ki, köre ne?

     Kâinat ve Evren de bir kitap!

     Sebepler;

     Birer imtihan ve sınav perdesi,

     Düşündürmek için herkesi.

     Müsebbibü’l-esbâbı /

     Sebepleri sebep yapanı;

     Her varlık canlı cansız;

     Anlasın diye Yaratanı.