Bazı insanlar, yaşadıklarını yazıya dökmeyi sever. Burada önemli olan yazdıkları şiir ya da düzyazıların edebi olması değildir. Önemli olan hislerin görülebilir olmasıdır. Çünkü hiçkimse karşındaki insanın kendisi hakkında ne düşündüğünü, ne hissettiğini bilemez. Söylenenleri duysa da bunlar bir delil niteliğinde değildir. Yine de insan, görmek ve sözcüklerin üzerine dokunup iyice emin olmak ister. Ama şimdiki zamanda insanlar hissedebilme yeteneğini kaybettiği için yazma isteği de kendiliğinden yok oluyor. Bu kanıya özellikle şiir’in ülkemizde bulduğu değer yitimini gözlemleyerek varabilirsiniz. Artık eskisi gibi şairler tarafından bir komite kurulup amatör yazarlara bir fırsat verilmiyor. Eskisi gibi Şiir Antolojileri yayınlanmıyor. Yayınlansa dahi günümüz medyasında kendine bir yer bulamıyor. Halbuki; duyguların sözcüklerle kanıtlandığı ve şiirlerinin bir kez olsa dahi yayınlandığını görmek isteyen herkesin raflarında bir ömür boyu saklayacağı bu antolojiler ne kadar önemlidir… İnsanların o anki duygularıyla yazdığı sevgi, öfke, ayrılık, dostluk başlıklı yazılar, anılar kütüphanesinde bir köşede yer alarak geçmişi belgelerler. Arada bir raflardan çıkardığımız eskiyi önümüze alıp yüzleşmemizi sağlarlar. Böylelikle eski kaybettiklerimizin yerine başkaları geldiğinde aynı hataları yapmamaya çalışırız. Ya da öyle değilse bile şimdiden geçmişten ders çıkarmaya başlamalısınız. Ben de aşağıdaki yarım kalan dizeleri Yeni Çağrı gazetesinin kapanmasıyla 1986 yılında çıkarılan Yeni Çağrı Antolojisi’ne ek olarak gönderiyorum. Aynı ruhun tekrar canlanması dileğiyle… Aklım kapıda aklım sende… Ne zaman gelirsin tekrar yaşamıma bilmiyorum. Herşey eskisi gibi mi olacak yoksa düşecek misin gözümden? Beklemek, önümde bir dağ gibi duruyor. İşin kötüsü yokluğuna alışmak istemiyorum. Yani sen olsan da olmasan da, varlığın ve yokluğun arasında gidip gelirken –ben ve sen- BİZ… Şimdi geldin. Yoksa bana mı? Gölgen bende, karşımda…