Yazar ve Mutasavvıf İSMET BİNARK ile  

Âbide Şahsiyetlerimizden 

EKREM HAKKI AYVERDİ

Hakkında Konuştuk.

Oğuz Çetinoğlu: Sorulara geçmeden önce Ekrem Hakkı Ayverdi’nin hayatı ve şahsiyeti hakkında bilgi lütfeder misiniz?

İsmet Binark: ‘Rahmet Kapısı’ bağlısı, Bir Rifâî dervişi olan Ekrem Hakkı Ayverdi, 1899 yılında İstanbul’da doğdu... 

Ekrem Hakkı Bey’in kızkardeşi, o da bir Rifâî dervişi olan, mutasavvıf ve mütefekkir yazar Sâmiha Ayverdi, bizlerin Sâmiha Annesi, babasına atfen, dedesinin soy kütüğünün Ramazanoğulları’na kadar uzandığını ifâde eder. 

Annesi Fatma Meliha Hanım’ın ataları, Kânûnî Sultan Süleyman’ın Budin seferinde şehit olmuş ve oraya defnedilmiş Gül Baba’ya kadar uzanır.

Ekrem Hakkı Ayverdi, 1907-1911 yılları arasında Dârüt-tedrîs ve Hadîka-i Meşveret mekteplerinde okuduktan sonra, 1915’te Vefa Sultânisi’nden (Lisesi), 1920’de de Mühendis Mektebi’nden (Teknik Üniversite) mezun olmuştur.

İstanbul Belediyesi Fen İşleri’nde bir buçuk yıl kadar memur olarak çalıştıktan sonra, serbest meslek hayatına atılmış; 1950 yılına kadar süren bu devrede, çeşitli inşaatların taahhüdünü almasının yanı sıra, İstanbul ve Trakya’da birçok târihî binanın restorasyonunu yapmıştır.

Ekrem Hakkı Bey, mimarlık ve mühendislik çalışmalarının yanı sıra, hüsn-i hat ve tezhip, Kur’ân-ı Kerîm, murakka, cild, nâdîde kumaş ve çiniler, cam eşyalar ve yazı hayâtına âit malzemeleri toplama ve muhafaza etmeyi de hayâtı boyunca ihmal etmemiş, ecdâd yâdigârlarına sâhip çıkmayı ömrü boyunca devam ettirmiştir.

Mühendisler Birliği ve Türkiye Turing Otomobil Kurumu şeref üyelerindendir. Kubbealtı ve İstanbul Fetih Cemiyeti’nin kurulmasına öncülük etmiş, çalışmalarına faal olarak katılmıştır. İstanbul Fetih Cemiyeti ile bu cemiyete bağlı Yahya Kemal Enstitüsü’nün ve İstanbul Enstitüsü’nün otuz yıl başkanlığını yapmıştır. Bu süre içerisinde kültür hayâtımıza devâsâ eserlerin kazandırılmasına da öncülük etmiştir.

Kendisi, aynı zamanda Türk Tıp Târihi, Türk Ocağı ve Aydınlar Ocağı’nın da üyesiydi. 1979 yılında kendisine İstanbul Üniversitesi Senatosu tarafından ‘Fahri Edebiyat Doktorası’ pâyesi, Aydınlar Ocağı tarafından da ‘Üstün Hizmet Armağanı’ verilmiştir. 

Bir diğer ‘Üstün Hizmet Beratı’ da, 18 Eylül 1981 târihinde İstanbul Teknik Üniversitesi Bilim ve Teknoloji Enstitüsü tarafından, değerli bilim adamı Prof. Dr. Kâzım Çeçen eliyle tevdî edilmiş, bu münâsebetle yapılan merâsimde Prof. Dr. Kâzım Çeçen, Ekrem Hakkı Ayverdi için, “Bu zâtın ilim sahasında yaptıklarını ve meydana getirdiği eserleri ancak bir enstitü yapabilirdi.” ifadesiyle, kültür ve medeniyet târihimiz önünde bir hakkı teslim ve tescil etmiştir. 

Ekrem Hakkı Bey, çok kesif ve verimli iş hayatına rağmen, 1950’li yıllarda bütün müteahhitlik çalışmalarını bırakarak, kendisini fikir ve yazı hayatı ile Osmanlı mimarlık târihi araştırmalarına adamıştır.

Hayâtının birinci safhasını bırakma sebebini kendisine soran, bizlere O’nu meslekî hususiyetleri, mimarlık yönü ve geride bıraktığı eserler îtibâriyle en iyi anlatan, ‘Rahmet Kapısı’ nasiplilerinden, en yakınında bulunmuş, önce talebesi ve meslektaşı, daha sonra yardımcısı ve hayr’ül halefi olacak Mimar Dr. Aydın Yüksel’e verdiği cevapta:

“...artık iş hayatında söz ve doğruluğun, vefâ ve dürüstlüğün kalmadığını ve bunun için bu hayatı terk ettiğini ifâde etmiştir... Bu târihe kadar iş hayatında muvaffakiyeti ve dürüstlüğü ile tanınan Ekrem Hakkı Ayverdi, bundan sonra mîmârî târihi araştırmacısı olarak da yeri kolay doldurulamayacak eserler vermiştir.” 

Çetinoğlu: Neler yaptı?

Binark: “Ekrem Hakkı Ayverdi asıl önemli çalışmalarını bu restorasyonlardan çok Türk mimarlık târihi alanında yapmıştır. Daha önce İslâm sanatı içinde mütalâa edilen ve varlığı bu yüzyılın başında kısmen olsun kabul edilmeye başlayan Türk sanatının bilhassa Osmanlı devri Türk mimarisinin bir meçhul olmaktan çıkmasında Ekrem Hakkı Ayverdi’nin eserlerinin payı büyüktür.” 

Çetinoğlu: Bu çalışmalarının arka plânı da olmalı…

Binark: Ekrem Hakkı Ayverdi’nin meslekî çalışmalarının ve Osmanlı mimarlık târihi alanındaki araştırmalarının kaynağında, arka plânında, bize göre, âile muhitinden almış olduğu şifahî kültür ve târih şuuru, Osmanlı Türk’ünün soyluluğunu yaşaması ve benliğinde İmparatorluk şuurunu hissetmesidir!..

Kendisini yakın bir târihte Hakk’ın rahmetine uğurladığımız değerli sanat târihçisi Prof. Dr. Semavi Eyice, Ekrem Hakkı Ayverdi’nin Türk mimarlık târihi sahasındaki hizmetlerini şöyle ifade eder:

“...binlerce Osmanlı devri Türk eserini unutulmuşluğun karanlığından çıkarmış, yalnız Türk mimarlık ve san’at târihine malzeme sağlamakla kalmamış, fakat Osmanlı devri Türk medeniyetinin yapıcılığını da açık surette ortaya koymuştur... Bugün artık Osmanlı devri Türk mîmârîsi bir meçhul olmaktan çıkmış ise, bunda merhum Ekrem Hakkı Ayverdi’nin payı büyüktür.” 

Ekrem Hakkı Ayverdi, bizlerin Ekrem Amcası, 24 Nisan 1984 târihinde İstanbul’da Fatih’deki evinde vefat etmiş ve Merkez Efendi Kabristanı’nda bağlandığı ‘Dost’un, Mürşidi Ken’an Rifâî Hazretleri’nin ayak ucuna defnedilmiştir.

Çetinoğlu: Rahmetli’nin mânevî dünyâsı hakkında neler söylemek istersiniz?

Binark: Ekrem Hakkı Ayverdi’nin mânevî tekâmülü, şahsiyetinin teşekkülü, kardeşi Sâmiha Ayverdi’de olduğu gibi, İstanbul Fatih’te Altay Ümm-i Ken’an Dergâhı’nın Şeyhi, son devrin büyük mutasavvıflarından Ken’an Rifâî’nin irşadları ile olmuştur. Her ikisi de, aynı efendinin şifâhî terbiyesinde yetişmişlerdir.

Bu konuda kardeşi Sâmiha Ayverdi şu tespit ve değerlendirmeyi yapmıştır:

“Ekrem Hakkı Ayverdi bağlandığı kapısına muhabbet ve sadâkatle sarılmış bir derviş kişi idi. Bu sâyede de bütün yaratılmışlara karşı sevgi dolu, himâyekâr ve dost idi. Zirâ ikrâr verdiği merkezin dünya görüşü bu idi. Öyle ki, ilahî-beşerî bir terkibi kütleler içinde hâkim kılarak cemiyetin medenî ve içtimaî seviyesini yükseltmekti. Bunun da yolu, nefis terbiyesi ve tezkiyesinden geçmekte bulunuyordu. Ayverdi de, inandığı ve sıdk ve sadâkatle bağlandığı bu prensipleri kendi varlığında yaşayarak sonuna kadar temsil etti.

Çetinoğlu: Mizacı nasıldı?

Binark: Mizaç itibâriyle asabî olmasına rağmen yapısının bu hususiyetini dervişlik potasında eritmesini bilmiş insandı. Onun kadar merhametli, insaflı, Hak ve hakikate karşı zebun az bulunur dense münâsiptir. Mürşidi nasıl ki kendini kitle menfaatine bezletmiş (esirgemeden vermek) idiyse, müridi Ayverdi için de mühim olan şahsı değil, mensûb olduğu Türk-İslâm cemiyeti idi.

Ekrem Hakkı Ayverdi, dâima doğruyu, insanlardan gelebilecek zararlara aslâ kulak asmadan her zaman Hak rızâsını tutmuş, Hak’tan yana çıkmış, Allah da onu, her işinde vikâye (kayırma, muhâfaza etme) ve himâye eylemiştir.

Ekrem Hakkı Ayverdi’nin hayâtı boyunca gür ve coşkun olan heyecânını, mânevî terbiye metodu ile, düzenli ve kontrollü hâle getiren mürşidi, bu müstesna evlâdını, ferde de cemiyete de yararlı kıldığı kafilenin üst sırasına koymuştur. Böylece de bir mânevî disiplin şuuru içinde kemâle eren mürid de, san’atından, ilminden, irfânından bilhassa ihlâsından, varlığından dirliğinden, verebildiği ölçüde, cömertçe etrafına saçmış böylece de, örnek insan olma bahtiyarlığına ermiştir... Ağabeyim, Mühendis-Mimar Ekrem Hakkı Ayverdi, dürüstlüğü, merdliği, hayırseverliği ile damgalanmış kimsedir. Üstelik hamiyetli ve îmânlı olduğu kadar, şanı şöhreti bir pula satan eli açık kapısı dayalı ve asırlık Müslüman-Türk geleneklerinin yapmacıksız, sâde bir temsilcisidir. Ona, eski Osmanlı coğrafyasının âyan ve hanedanlarındanmış gibi yaşayan su katılmamış, örnek bir kimse de dense revâdır.

Çetinoğlu: Gönlü zengin olanların hazinesi, dünyalığı fakir olur…

Binark: Han hamam yapacak büyük serveti yoktu. Amma kimseye de muhtaç değildi. Şu var ki her muhtaca el uzatır, kesesinde olandan, başkalarına da pay ayırmayı, bir îman borcu bilirdi.

Çetinoğlu: Örnek alınacak bir insan-ı kâmil… Şüphesiz hasletleri bu kadarla sınırlı değildir…

Binark: Ekrem Hakkı Bey, yakın çevresinden bir dostuyla yaptığı bir konuşmasında:

“Her şeyi Efendime borçluyum. Eğer o beni paçamdan, yenimden çekip de terbiye halkasına almasaydı, himmetini üzerime bezletmeseydi, gayret etmemi sağlayacak şuuru vermeseydi bunların hiçbirini yapamazdım. Millet nedir, devlet nedir, hele Hak hizmeti nedir, bunların mânâlarını ve icâplarını O’ndan öğrendim. Amma Mürşidimin vekili kız kardeşim Sâmiha’dır, hüküm Onda bağlanır. Ben sâdece bana tevdi edilen bu vazifeyi yapmakla mükellefim vesselâm...” demiştir.

Çetinoğlu: Eşi İlhan Ayverdi de dost kapısının nasiplisi idi…

Binark: Evet! Ekrem Hakkı Ayverdi’nin Hakk’a yürümesinin ardından şunları söylemiştir:

“Aslında o, kimsenin muhabbetini kazanmak için hususî bir gayret sarf etmezdi. Sun’î ve tasarlanmış hiçbir hareketi yoktu. Etrafındaki bu muhabbet ve hayranlık hâlesini sâmîmî, dürüst, lâtifeli, büyük-küçük, fakir-zengin ayırmadan, insana insan olarak kıymet veren hâli, çok muhtevâlı şahsiyeti ve müstesnâ hizmetleri ile tabiî olarak sağlamıştı.

Ekrem Hakkı Bey elindeki nimeti muhtaç olanlara bol bol bezletmeyi bilen, maddî mânevî vermeye teşne (hevesli, arzulu) olanlardandı... Ömrü, karşılıksız vermeyi bilen yaradılışının, bilinip görülenlerin dışında pek çok kimsenin bilmediği ve duymadığı örnekleri ile doludur.

Ekrem Hakkı Ayverdi hayâtı boyunca verdi, vermekle de ne aç kaldı ne açık, şâhâne yaşadı, şâhâne gitti... Ezel kanûnu icâbı herkes gibi hiçbir şeyini götüremedi ama amel defteri, bıraktığı sadaka-i câriyesi ile kıyâmete kadar açık kalan bahtiyarlardan oldu.

Çetinoğlu: Aydınlar Ocağı’nın genel başkanlığını yapmış olan Prof. Dr. Süleyman Yalçın da Ekrem hakkı Ayverdi’den sitâyişle bahseder.

Binark: Evet! Aynı zamanda doktoru idi.  Diyor ki:  “Ekrem Hakkı Ayverdi sâdece dünyâda milletinin takdir ve tebciline (saygısına) lâyık eserlerle dolu bir hayat sürmekle kalmamış ve fakat o Ulu Merkez’e, Ahmed’er-Rifâî Hz.den gelen, Ken’an Rifâî gibi bir mutlu kişi aracılığıyla uzanan bir bağlılığın, intisaba ve nasibine lâyık olarak da müstesnâ bir kaderin sâhibi olmuştur. Ne mutlu o azîz insana ki, dünyâda yaşanabilecek hayâtın en güzel örneğini vererek Bekâ’ya (ahîrete) göçtü.. .”  der.

Çetinoğlu: Kendilerini hayırla yâd eden daha pek çok kişi var… 

Binark: İsim vermek gerekirse; Ergun Göze, Aydın Bolak, Prof. Dr. Tahsin Banguoğlu, Prof. Dr. Muharrem Ergin, Altan Deliorman, Kültür Bakanlığı eski müsteşarlarından Prof. Dr. Emin Bilgiç ve diğerleri…

Çetinoğlu: Rahmetli için ‘Çağımızın Mimar Sinan’ı…’ benzetmesi uygun olur mu?

Binark: Evet! Birçok kişi bu şekilde düşünce beyânında bulunmuştur. 

Hayâtı boyunca Hakk terâzisini doğru tutmuş, ikrâr verdiği kapının dünya görüşünü şahsiyetinin temel taşı yapmış, îmânını gündelik hayâtında samimiyetle, tâvizsiz ve ihlâsla yaşamıştır.

O, Hakk yolunda hizmeti, bu yolda gayret kemeri kuşanmayı, insan olarak yaradılmanın şükrünü ödemek olarak anlayanlardandır...

O’nu muhabbet, hürmet ve minnetle dâima hatırlayacağız... O, ismi unutulmayacak olanlardandır!..

lnsan-ı kâmil Sâmiha Ayverdi, bir yazısında der ki:

“Ölüler dirilmezler, ancak zürriyetlerinde yaşarlar.”

Ekrem Hakkı Ayverdi de, Mürşidinden aldığı mânevi feyz ışığında yaptığı hizmetler, geride bıraktığı eserlerle Türk milletinin ve bizlerin gönlünde yaşayacaktır!..

Ruhu şâd, makamı cennet olsun!..

Çetinoğlu: Bu mülâkatın son sözleri olarak neler söylemek istersiniz?

Binark: Sâmiha Ayverdi, evlâdlarına yazmış olduğu 7 Aralık 1980 târihli mektuplarında, bizlere şöyle seslenir:

“Aziz evlâdlarımız!..

Biz bir kütle-i vâhideyiz. Îmânı, ikanı (yakın bilme), muhabbeti ve gayesi, aynı çizgi üstünde gelişmiş aynı hedef ve istikamete giden bir kütle.

Şu halde tek vücud ve tek ruh gibi olan bu topluluktan beklenen nedir?., dediğim zaman, karşımıza çıkan muhteşem cevap: Sevgi ve birliktir.

Kederde, sevinçte, varlıkta, dostlukta, bu ayrı vücudların insanlarını müşterek ve yekpâre hâle getiren kudret, işte muhabbet ve birlik anlayışıdır.

Sâımiha Anne, evlâdlarından Turgut Alsırt’a yazmış oldukları 2 I Temmuz 1977 târihli mektuplarında, Turgut Alsırt’ın şahsında bütün evlâdlarına seslenir, bizleri uyanık olmaya ve kendimizle yüzleşmeye dâvet eder!.. Ve der ki:

“Dervişlik mes’ûliyetinin yükünü sırtlamış bulunanların, üstünde durmaları îcâb eden çok ehemmiyetli bir nokta da, baş olmak gibi, riyâset hırsı gibi boğucu bir kaftanın içine hapsolmadan çalışmaktır.

Bizim, içinde sonsuz bir tevâzû, Allah’a karşı acz ve yokluk bâbında (kapısında) durarak vatan ve îman için iddiasızca çalışmak ana prensiplerin başında gelir. Yoksa, baş olmak değil.

Ne mübârek duraktır, meçhul asker gibi fedâi olmak. Baş olsak da, başlarda gezdirilsek de, bir gün bu âlemden ötekine geçtiğimizde, bütün sıfat ve selâhiyetlerimizden soyunmak mukadder olduktan sonra, arkada kalacak adımızın bize ne faydası olur?..” 

İSMET BİNARK:

     1941 yılında İstanbul’un Fâtih ilçesinde Hırka-i Şerif semtinde doğmuştur. İlk ve ortaokulu İstanbul’da okumuş, liseyi Ankara’da Gazi Lisesi’nde bitirmiştir. Yüksek tahsilini Ankara Üniversitesi Dil-Târih ve Coğrafya Fakültesi Kütüphanecilik Bölümü’nde tamamlamıştır.

     1961 yılında Allah dostlarından mutasavvıf ve mütefekkir yazar Sâmiha Ayverdi’yi tanıma bahtiyarlığına kavuşmuş ve el öpüp mânevi terbiye halkasına katılmıştır. Fikrî ve mânevi şahsiyetinin şekillenmesinde Sâmiha Ayverdi’nin çok önemli bir yeri vardır. Kabiliyeti ve nasibi ölçüsünde, O’nun yolunda hizmet etmeye çalışmaktadır.

     Askerlik görevini tâkiben,1967 yılında Millî Kütüphane’de memuriyet hayâtına başlamış; sırasıyla Şef, Müdür Yardımcısı, Müdür ve Başuzmanlık görevlerinde bulunmuştur.

     İngiltere, Finlandiya ve Fransa’da kütüphanecilik ve arşivcilik eğitimi görmüştür.

1975 yılında Başbakanlık bünyesinde Cumhuriyet Arşivi’nin kurulmasına öncülük etmiştir. Sırasıyla, Dâire Başkanı, Genel Müdür Yardımcısı ve Genel Müdür olarak görev yapmıştır.

     Cumhuriyet Türkiye’sinden gelecek kuşaklara sâhip olmakla gurur duyacakları Cumhuriyet Arşivi’nin kurulması, Osmanlı Arşivi’ndeki tasnif çalışmalarının hızlandırılması ve tasnifi tamamlanan arşiv fonlarının kataloglarının yayımlanması, Osmanlı arşiv belgelerinin restorasyonlarının sağlanması konusunda büyük hizmetleri olmuştur.

     Genel Müdürlüğü döneminde, Devlet Arşivleri Genel Müdürlüğü’nün seri hâlinde yayımlanan kitaplarıyla, Ermeniler’in asılsız soykırım iddialarının târih önünde çürütülmesine öncülük etmiştir. Aynı dönemde, Osmanlı Arşivi’ndeki Türk dünyâsı ve Türk varlığı ile ilgili arşiv belgelerinin; Osmanlı fermanlarının, Mühimme ve Tapu Tahrir Defterlerinin tıpkı basımları ve transkripsiyonlu metinleri ile Osmanlı Arşivi kataloglarının neşri sağlanmış; çeşitli ülkelerin arşivlerinde bulunan Osmanlı arşiv belgelerinin örnekleri Devlet Arşivimize kazandırılmıştır.

     Modem arşivcilik, Türk arşivcilik târihi ile ilgili olarak, çok sayıda telif ve tercüme eseri Türk arşivciliğine ve kültür hayâtımıza kazandırmıştır.

     1930’lu yıllarda Bulgaristan’a kilo ile satılan Osmanlı arşiv belgelerinin örneklerinin Devlet Arşivimize, geri getirilmesi ve kataloglarının yayımlanması, Genel Müdürlüğü döneminde gerçekleştirmiş olduğu çok önemli hizmetlerdendir. Bulgaristan’a satılan Osmanlı arşiv belgelerinin örneklerinin Devlet Arşivi’ne kazandırılmasının ardında, Sâmiha Ayverdi’nin konuyu ısrarlı tâkibi ve hayır duâları vardır.

     Arşivcilik eğitiminin Türkiye’de ilk defa üniversite seviyesinde başlatılmasına da öncülük etmiş; Ankara, Hacettepe ve Gazi Üniversitelerinde uzun süre arşivcilik dersleri vermiş, arşiv uzmanı ve akademisyen yetiştirmiştir.

     1964 yılında yazı hayâtına girmiş; kütüphanecilik, Türk kitapçılık târihi ve sanatları, Türk arşivcilik târihi ve modem arşivcilik, kültür târihimiz, Ermeni meselesi, yakın dönem Türk parlamento târihi, biyografi ve bibliyografya konularında 60’a yakın telif eseri yayımlanmıştır. Bu konularda 200’e yakın inceleme yazısı, millî ve milletlerarası kongrelere sunulmuş tebliği bulunmaktadır. Kitap ve makale olmak üzere, bâzı araştırmaları yabancı dillere de tercüme edilmiştir.

     1983-1986 yılları arasında, Bakanlar Kurulu Kararı ile İslâm Konferansı Teşkilâtı İslam Târih, Sanat ve Kültürü Araştırma Merkezi’nde (IRCICA) Uzman Araştırmacı olarak görev yapmıştır.

     Türk Kütüphaneciler Demeği, Türk Ocakları Merkez Heyeti, Ankara Aydınlar Ocağı ve Altay Kültür, Sanat ve Eğitim Vakfı’nda hizmetleri olmuştur.

     Türk kütüphaneciliğine, arşivciliğine, kültür ve fikir hayâtına yaptığı hizmetlerden dolayı, Türk Ocakları Genel Merkezi, Ankara ve İstanbul Aydınlar Ocağı, Avrasya Bir Vakfı, Türk Dünyası Araştırmaları Vakfı, İstanbul Fetih Cemiyeti, Kubbealtı Akademisi, Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanlığı, Irak Türkmen Cephesi, Türkiye Yazarlar Birliği, Altay Kültür, Sanat ve Eğitim Vakfı, Hacettepe ve Ankara Üniversiteleri Arşivcilik Bölümleri başta olmak üzere, çeşitli kurum ve kuruluşlarca ödüle lâyık görülmüştür.