‘ÜLKÜCÜ KADRO, FİKİR VE DÜŞÜNCE ZEMİNİNDE YENİDEN TEŞKİLATLANMALIDIR.’

Yazar OĞUZHAN CENGİZ’le, ‘TÜRK MİLLİYETÇİLİĞİ VE ÜLKÜCÜLÜK’ İsimli Kitabı Hakkında Konuştuk.

Oğuz Çetinoğlu: ‘Türk Milliyetçiliği ve Ülkücük’ isimli eseriniz yayınlandı. Hayırlı olsun. Kısa zamanda ikinci baskısı yapıldı. Tebrik eder, daha nice baskılara ulaşmasını dilerim. Bu kitabı hazırlamaktaki muradınız ne idi?

Oğuzhan Cengiz:Aziz ve necip Türk Milleti’nde milliyetçilik duygu ve düşüncesi, ‘Bu denizler, bu ırmaklar, bu topraklar bize yetmez. Daha fazla deniz, daha çok ırmak, daha geniş toprak, daha büyük bir gökyüzüne ihtiyacımız var!’ Diyen Oğuz Han zamanında doğmuştu. Oğuz Han bir destan kahramanı olmakla birlikte, Mete Han (M. Ö. ?-174) ile özdeşleştirilir. Mete Han, dünyayı düşmanlarıyla paylaşmak istemiyordu. İnsanlar, ya Türklerin idâresi altına girip dost olmalılar veya yok edilmeliydiler. Türk Cihan Hâkimiyeti Mefkûresi böyle doğdu. Türkler kendilerini dünyaya nizam vermek üzere yaratıldıklarına inanırlar. Nitekim gücün geçerli, güçlünün hâkim olduğu asırlarda dünyanın tamâmına değilse bile büyük bir bölümüne hâkim oldular. Yönetimi altına aldıkları bölgelerde hangi dine, hangi ırka mensup olurlarsa olsunlar insanlar güven içerisinde yaşama hakkına kazandılar. Göktürkler, Karahanlılar, Gazneliler, Selçuklular ve Osmanlılar ile târihin farklı dönemlerde hüküm sürmüş irili ufaklı diğer Türk devletleri hep bu düşünce içerisindeydi. İslâmiyet’le şereflendikten sonra milliyetçilik düşüncelerine İ’lâ-yi Kelime-t’ullah kavramı ile güç kazandırdılar. Türk milliyetçiliği düşüncesi, ‘Türkçülük’ adı ile Osmanlı Devleti’nin zayıfladığı dönemde bir kurtuluş çâresi olarak görüldü.Türk Milliyetçiliği düşüncesinin gelişmesi, tabana yayılması ve güç kazanması için 29 Mart 1912’de Türk Ocakları kuruldu. Türk Ocakları, Türk Milliyetçiliği düşüncesini Türk milletine kabul ettirip sevdirdi. Yurdun dört bir köşesinde açtığı şubeler aracılığıyla vatanını, milletini seven gençlerin yetişmesine vesile oldu. Kurtuluş Savaşı bu şekilde kazanıldı. Türk milliyetçiliği düşüncesi ve ideali, statik (durağan) değil, değişen, gelişen (dinamik) bir yapıya sâhiptir. 1969 yılında Başbuğ Türkeş, Milliyetçi Hareket Partisi bünyesinde, günün şartlarına göre tanzim edilmiş Türk Milliyetçiliği düşüncesini, kurulmasını teşvik ettiği Ülkü Ocakları çatısı altında uygulamaya koydu. Kendisi ve vazifelendirdiği partili şahıslarla Türkiye’yi şehir şehir, mahalle mahalle dolaşarak ülkücülük fikriyatını tanıttılar ve sevdirdiler. Hedef kütle, Türk gençliği idi. Türk gençliği, kendisine doğru hedefler gösterildiğinde ve kendisine hedef gösteren şahıslara inandığında vatan ve millet için her türlü fedâkârlığa hazırdır. Ülkücü gençlik, kabul etmek gerekir ki yaş itibâriyle heyecanlarını, mücâde azmini geride bıraktı. Kitap yazmak, konferanslar vermek suretiyle hizmetlerine devam ediyorlar. Genç kadroların yetiştirilmesi hususunda 1969-1980 dönemindeki azim ve hareketlilik görülmüyor. Şartlar da değişti. Günümüzde Türkçü - milliyetçi düşünceye karşı olanlar da vurucu-kırıcı eylemlerini bıraktılar. Kültürümüzü ve kültür unsurlarımız olan dilimizi, inancımızı, ahlâkımızı, Türk’ün örf ve âdetlerini, geleneklerini kemiren beynelmilel düşüncenin emrine girdiler. 1969- 1980 döneminde varlığımızı korumak durumunda idik. Bu gün ise millî ve mânevî değerlerimizi korumak mecburiyetindeyiz. Hazırlamış olduğum ‘Türk Milliyetçiliği ve Ülkücülük’ isimli kitapla, Türk gençliğine karşı karşıya bulunduğumuz tehlikelere dikkat çekmeyi, dikkatleri artırmayı ve bu yönde çalışanlara karınca kararınca katkıda bulunmayı murad ettim.

Çetinoğlu:Kitabın farklı bir muhtevası var. Değerlendirmeleriniz, iktibas metinler, şiirler, anekdotlar, hâtırâlar, târihî olaylar, kitapta bahsi geçen kavramlarla şahıslar hakkında bilgiler, yorumlarınız… 304 sayfaya sığdırılamamış gibi… İkinci cilt hâlinde devamı gelecek mi?

Cengiz: Kitabın ilk baskısı alâka gördü. Kısa zamanda tükendi. Âcilen ikinci baskısı yapıldı. Türk kültürü, zengin bir hazinedir. Hazinemiz, beynelmilelcilerin hedefindedir. İhtiyaç hâlinde yeni baskılar, yeni mevzularla yeni ciltlerle hizmete devam edilecektir.

Çetinoğlu: Ülkücü Hareket’in, 1968-1980 yılları arasındaki hareketliliğinin, canlılığının ve belki de heyecanlarının azaldığı bir süreçten geçiyoruz. Bu durumu nasıl izah ediyorsunuz? Günün şartları mı, Mamak Mahkemeleri’nin baskısı ile sindirilmişlik mi, genç kadroların yetiştirilememiş olması mı?

Cengiz: En büyük âmil, günün şartları. Mamak Mahkemelerinin sindirme fonksiyonu denilebilir ki sıfır mesâbesindedir. Mahkeme safahatı ve ‘taş medreseler’ olarak anılan hapishâneler, ülkücü gençleri ideallerine daha fazla bağladı, olgunlaştırdı. Oralarda geçen yıllar bizlere hayat üniversitesi diploması kazandırdı. Kadro meselesine gelince, günümüzde ülkücü gençlik, aysberg gibidir. Asıl büyük kütle, gözler önünde değildir.

Çetinoğlu:‘Eski ülkücü’ tâbiri kullanılıyor. Ülkücünün eskisi-yenisi olur mu? Bu ifâde, ‘eskiden ülkücüydü, şimdi değil’ şeklinde de yorumlanabilir. ‘Ülkücü kökenden gelen’ olgunluk yaşındaki bir kişi olarak sizin görüşünüz nedir?

Cengiz:Ülkücünün eskisi yenisi olmaz. Vatan-millet aşkı sönmeyen bir ateştir. Ülkü Ocaklarından yetişenler, sessiz sedâsız ve değişik mecrâlarda hizmetlerine devam ediyorlar.

Çetinoğlu: 1968-1980 dönemi ülkücülerinin bir kısmı, 1980 sonrası oluşan siyâsî yapılanmaların farklı kadrolarında yer aldı. Bu gün de aynı durumun söz konusu olduğu söylenebilir. Durumu nasıl değerlendiriyorsunuz?

Cengiz:Ülkücü dostların hiçbiri, sözünü ettiğiniz dönemdeki ideallerinden vazgeçmiş değillerdir. O günün ülkücüleri, Mevlânâ’nın ifadesi ile ‘Sanılmasın ki kurudular. Sâdece, baharda yeniden açmak için yaprak döktüler.’

Çetinoğlu:Kitabınızın adı: ‘Türk Milliyetçiliği ve Ülkücülük’ Bu isim, Türk milliyetçiliği ile ülkücülük arasında kimilerine göre çok büyük kimilerine göre nüans ölçüsünde farklılıklar olduğu düşüncesine yol açabilir. Bu hususu da efrâdını câmi, ağyarını mâni ölçü içerisinde açıklar mısınız?

Cengiz: Birinci soruya cevap verirken, milliyetçilik düşüncesinin değişken (dinamik) bir yapıya sâhip olduğunu ifâde etmiştim. Târihin ilk çağlarında milliyetçilik, daha geniş topraklara sâhip olmak, daha kalabalık insanlara hükmetmek, hükmettiği insanlara güven, refah ve huzur temin etmek, savaşmak ve zafer kazanmak olarak algılanıyordu. Bunların hepsi ‘güçlü olmak, daha güçlü olmak, en güçlü olmak’ ihtirasına dayanan düşüncelerdi. Selçuklu hükümdârı Tuğrul Beğ’in, 1055 yılında Abbasî halifesi Kaim Biemrillah ile görüştükten sonra milliyetçilik düşüncesi İslâm’a hizmet düşüncesiyle birleşti. Osmanlı döneminde aynı düşünce, fetih mücâdeleleriyle bir arada devam etti. Osmanlı Cihan Devleti’nin son dönemlerinde bilhassa, Balkan Savaşları’ndan sonra devletin bekası meselesi milliyetçilik düşüncesinin temelini oluşturdu. Milliyetçilik düşüncesini kültür kavramı ile birleştiren ilk kişi Ziya Gökalp oldu. Milliyetçilik, Türk kültürünü korumak ve geliştirmek olarak kabul edildi. ‘Bedenimim babası Ali Rıza Efendi, hislerimin babası Nâmık Kemal, fikirlerimin babası ise Ziya Gökalp'tır.’ Diyen Mustafa Kemal Atatürk, Türk milliyetçiliği kavramına yeni bir anlayış getirdi. Başbuğ Türkeş, ‘Dokuz Işık’la, Seyyid Ahmet Arvasi ‘Türk İslâm Ülküsü’ ile derin ve engin ufuklara taşıdılar. Ana nüve ise dâima; ‘Milliyet duygusunu bütün davranışlara temel yapmak ve her işte, millî varlıkla birlikte, millî varlığın ana unsurlarını korumak ve geliştirmek’ oldu. Her milletin kendine has milliyetçilik anlayışı vardır. İsrail milliyetçiliği Yahudiliktir, Siyonizmdir. Rus milliyetçiliği (1990 yılına kadar) Komünizm idi. Bu günkü Rus milliyetçiliğinin (şayet öyle bir şey varsa), adı konulmamıştır. Amerikan milliyetçiliği (şâyet varsa) ‘Emperyalizm’ olarak isimlendirilebilir. Şu halde yalnızca‘milliyetçilik’ kelimesi, beynelmilel bir kavramdır. ‘Türk milliyetçiliği’ ifâdesi ile beynelmilel kavrama millî bir ruh ve şekil verilmiş oluyor. Türk milliyetçiliği; Türklerin ülke içinde ve milletlerarası arenalarda daha güçlü olabilmeleri için birlik oluşturma çalışmalarıdır. Türklerin kültür zenginliklerini öğrenmek ve daha geniş kütlelere tanıtmak ve yaşamasını sağlamaktır. Dünya üzerindeki bütün Türklerin hür ve bağımsız olmalarını sağlama ülküsüdür. Özetle Türkçülük; dünyanın neresinde olursa olsun, Türklerin fert olarak hür ve bilgili, millet olarak bağımsız, iktisâden güçlü ve diğer Türklerle işbirliği ve dayanışma içerisinde olmaları idealine hizmet etmektir. Türkçülük; kabileciliği, mıntıkacılığı reddeder. Kendisinden olmayanların da yaşama hakkına saygılıdır. Türkçü; milletinin kültürüne ve bağımsızlığına yönelik tehlikeleri sezebilen, tedbir alabilen ve kendisini bu yönde geliştiren insandır. Türkçülüğün, Türk milletinin esâretten, zulümden, fakirlikten, geri kalmışlıktan ve câhillikten kurtulup kültürlerinin ve inançlarının gereğini yapabilme haklarına sâhip olarak, hür ve müreffeh yaşamalarını istemekten başka bir maksadı yoktur. Alparslan Türkeş, ‘Türkçülük’ kavramının, ırkçılığı çağrıştırabileceğini bu sebeple ‘Türk Milliyetçiliği’ kavramının kullanılmasını uygun olacağını ifâde etmiştir. ‘Türk milliyetçiliği’ ve ‘Ülkücülük’ idealleri, anlayışları arasında; hedef, mânâ ve metot itibâriyle hiçbir fark yoktur. Başbuğ Türkeş; Türk milliyetçilerinin genç kuşağına yeni bir ruh, şevk ve dinamizm kazandırmak maksadıyla ‘ülkü’, ‘ülkücü’, ‘ülkücülük’ isimlerini tercih etmiştir. Ülkücülük, milliyetçilikten ayrı ve üstün bir kavram olsaydı, Genel Başkanı olduğu partinin adını ‘Ülkücü Hareket Partisi’ olarak değiştirirdi. Buna da kimsenin itirâzı olamazdı.

Çetinoğlu:Bir de ‘Türkçü’ kavramı var. O kavramı nereye yerleştiriyorsunuz?

Cengiz:Türkçülük; Osmanlıcılık ve İslamcılık akımlarının hayal kırıklığı yaratması üzerine İttihat ve Terakki Partisi’nin Osmanlı sınırları içinde yaşayan Türkleri dil ve kültür birliği etrafında birleştirmek isteği ile ortaya atılmıştır. Yeni Türk devletinin kurulmasında ve Mustafa Kemal Atatürk’ün ortaya koyduğu milliyetçilik ilkesinin oluşmasında etkili olmuştur. ‘Türk Mecmuası’ Kahire’de 1903 yılında yayınlanmaya başladı. ‘Türkçülük’ kelimesi de bu yıllarda kullanılmaya başlandı. 1913 yılına gelindiğinde Türkçülük; sosyoloji, iktisat ve kültürle alakalı tezleri-iddiaları olan bir ideoloji hâline geldi. Çok milletli, çok dinli, çok kültürlü bir cihan devleti olan Osmanlı Devleti’ni Türkçülük ideolojisi ile yönetmek problem olduğundan, İttihat ve Terakki mensupları, Türkçülükle Osmanlıcılığı bağdaştırmaya çalıştılarsa da gayri Türk unsurları ikna edemediler. Böylece ‘Türkçülük’ kavramı yıprandı.

Çetinoğlu:‘Milliyetçi’ sıfatını kullananlar veya kendisine bu sıfat izafe edilenler arasında İslâmiyet’le mesâfeli olduğu bilinenler var. ‘İsteyen istediği kadar milliyetçi, isteyen dilediği kadar dindar olsun. Fikir yapısı ve inanç yapısı, ayrılıklara yol açmasın’ düşüncesi veya hoşgörüsü… her ne şekilde isimlendirilirse isimlendirilsin… birliği sağlamak zor mu? (Tabii ki emir yoluyla değil, eğitim, tavsiye ve telkin yoluyla…)

Cengiz: Söz konusu mesele, sosyolojik bir olaydır. Sosyolojik olaylar emir-komuta yoluyla zâten halledilemez. Bir kuşun iki kanadı gibi aynı bedende bulunması çok tabiî olan Türkçü ve İslamcı düşüncenin yeni nesillere benimsetilmesi, konferanslar, yayınlar yoluyla mümkün olabilir. Rahmetli Seyit Ahmet Arvasi bu çalışmaları başlatmıştı. Maalesef 12 Eylül 1980 askerî darbesi neticeye ulaşılmasını engelledi. Yeniden ve sıfırdan başlamak gerekiyor.

Çetinoğlu: Herkes ülkücü olamaz. 1960-1990 yılları arasında ‘genç’ denilebilecek yaştaki Türkçü-milliyetçi gençlerin ağabeyi mesâbesindeki Galip Erdem, yetiştirdiği gençleri de kendisini de ‘ülkücü adayı’ olarak vasıflandırırdı. Gerekçesi de çok yerinde ve haklı bulunuyordu. Ülkücü adaylarının vasıflarından önemli gördüklerinizi -önem sırasına göre değil, aklınıza geldiği şekliyle- 10 madde hâlinde toplar mısınız?

Cengiz: Kişilere ve düşünce kapasitelerine göre değişebilir. 10 maddeye sığdırılamaz. Sorunuza sâdık kalarak şahsî düşüncelerimi arzedeyim: 1-Türk milletini tanımalı ve sevmeli. 2-Çok okumalı. Yabancı dil öğrenmeli. Alabileceği en yüksek diplomayı almalı. 3-Öğüt veren değil, örnek insan olmalı. 4-Aile bağları güçlü olmalı. 5-Büyüklerine saygılı davranmalı, küçüklerine sevgi ile yaklaşmalı. 6-Dostu, ülkücüye güvenmeli. Şâyet varsa düşmanları için fikrî ve bedenî gücüyle caydırıcı olmalı. 7-Kalemini kullanmayı bilmeli. 8-Şahsî menfaatlerini devletin ve milletin menfaatlerinin önüne koymamalı. 9-Kıskançlık, kin, intikam ve hasetlik gibi kirli duygulara kalbinde yer vermemeli. Ancak gıpta edebilir. Gıpta ettiklerine yetişmeye, onları geçmeye çalışmalı. 10-Tahsil hayatı ve askerliğini yaptıktan sonra geçimini dürüst yollardan ve kendi imkânlarıyla temin etmeli. 30 yaşına gelmeden mutlaka evlenmeli, iyi bir aile reisi, iyi bir baba olmalı.

OĞUZHAN CENGİZ : Yazar ve yayıncı Oğuzhan Cengiz, 19 Mayıs 1959 tarihinde İstanbul’da doğdu. Ailesi Artvin'den göçtü, ilk ve orta öğrenimini İstanbul'da gördü. Üniversite yıllarında, 12 Eylül 1980 Darbesi öncesi, siyasî mücâdelelerde aktif olarak yer aldı; İstanbul Ülkü Ocakları Yönetim Kurulu üyeliğinde bulundu. 1978 yılında girdiği hapisten 1990'da çıktı. Sağmalcılar, Maltepe Askerî Cezaevi, Paşakapısı, Edirne, Malatya Sakarya'da hapis yattı. Hapisten çıkınca Sakarya'da Serdivan Anadolu Lisesi’nin kantinini işletti. 1991'de İzmit-Gebze'de kullanılmış ev eşyaları ticareti yapan şirket kurdu. 1993'te büro mobilyaları işine girdi. 1998'de iflas etti. 1999'da Çin Halk Cumhuriyeti’ne iş gezisine çıktı. Çin'den havaî fişek ithaline başladı. İşini ortağına devrettikten sonra, 2002'de, gazeteci Arslan Tekin'le haftalık Türk Haber Gazetesi’ni çıkardı. 25. sayısından itibaren gazetenin ‘genel yayın müdürlüğü'nü üstlendi. 56. sayıda gazete kapandıktan sonra Bilgeoğuz Yayınlarını kurdu. Bilgeoğuz Yayınları çatısı altında Fosil ve Bilgecan adlarıyla da kitaplar yayınlanlamaya başladı. Hapishane günlüklerini yayınladı, biyografik çalışmalar yaptı. Eserleri: Yanıkkale (Cezaevi günlükleri, 2001; ekli 7. Baskı 2005), Kapıaltı (Cezaevi günlükleri, 2004; ekli 13. baskı 2005), Sürgündeki Derviş (Özbekistan Erk Partisi lideri Muhammed Salih hakkında, 2005), Bir Yıldız Kaydı (12 Eylül öncesi olaylarında öldürülen kardeşi Erhan Cengiz hakkında, 2005), Teşkilât Ercan (Ülkücü işçi Derneği İstanbul Şube Başkanı Ercan Poyraz hakkında, Yavuz Selim Demirağ ile, 2006), Okul ve Aile Etkinlikleri Antolojisi (2008), Arşiv Belgelerinde Gün Sazak (2009) Başkan Recep Haşatlı (MHP İstanbul il Başkanı Recep Haşatlı hakkında,2009. Devlet Bahçeli: 2013, Ekmelettin İhsanoğlu: (2014.) (Atilla (2016), Cengiz Han (2016), (Timur (2017), Mete Han (2017), İz Bıraktılar (2018), Zindan Okumaları (2018). Türk Milliyetçiliği ve Ülkücülük (2018)

ÜLKÜCÜ’NÜN ÇİLESİ

GALİP ERDEM

Gün olur, ülküsüz insanlara gıpta ile bakasınız gelir. Rahat yaşarlar. Tıpkı şâirin söylediği gibi: ‘Akl-ı şuur’ları vardır, güzel severler. ‘Bâde’ içerler ve nihâyet göçüp giderler. Ülkücülerin hayatı bambaşkadır. Sözlüklerinde rahatlık kelimesinin yeri yoktur. Dâimî bir mücâdele içinde ömür tüketirler. Hemen herkesle, her şeyle zaman zaman çatıştıkları görülür. Arkadaşları ile, aileleri ile, hattâ sevdikleri ile… Belli bir ülkünün esaslarından ziyâde politikanın değişen icaplarına uymayı tercih eden kudret sâhipleri ile de sık sık ihtilâfa düşerler. Çok defa, başları belâya girer; gene de sinmezler. Bu halleri, ‘kalabalık’a göre, uslanmamaktır; kendilerine göre de, yılmamak.

Elverir ki, inandığına dokunulmasın!

Kalabalığın nazarında o, zavallı bir hayalperesttir. Olmayacak fikirlerin rüyâsına dalmış öylece uyumakta, başkalarını da uyumaya teşvik etmekte…

Bir gün fikirlerinin gerçekleştiği görülse bile, O’na hiç kimse ‘âferin” demez. Üstelik, ‘böyle olacağı zâten belli idi’ buyurulur.

Ülkücünün, ülküsü ile münâsebeti, hakîki bir aşkta sevenle sevgilinin münâsebetine benzer. Hep verir, hiç almaz. Sevgili nazlıdır, sitemi eksik etmez, incinmeğe de hiç gelemez. Diğer sahalarda umumiyetle dikkatsiz hareket eden Ülkücü, sevgili bahis konusu oldu mu baştanbaşa haysiyet kesilir. Şahsına fenalık yapanlara pek aldırmaz ama ülküsüne yan gözle bakanlara tahammülü yoktur. Sadakati için karşılık beklemez, mükâfat istemez, bir garip kişidir… Ülküsüne hizmet edenlere son derece hürmetkârdır. Gerçek âşıklar gibidir; kıskanmaz. Sevgilisinin sevildikçe güzelleşeceğini bilir. Sevmenin gururu yegâne süsüdür.

Ülkücünün en çok dinlediği ‘nasihat’tır. ‘Yapma’ derler, ‘hayatını hebâ etme’ derler, ‘gününü gün et’ derler. O kadar çok şey söylerler ki, hiç bitmez. O hepsini dinler, ama hiçbirini tutmaz, gene bildiği gibi yaşar.

Ülkücülerin en amansız düşmanları ‘eyyamperest’lerdir. Menfaatlerine tapan bu adamlar, daha çok kazanmalarına, daha rahat yaşamalarına mâni olacak sanırlar da, ülkücüleri ezmeğe çalışırlar! Ne garip tecellidir ki, ülkücünün gayretlerinden en çok faydalananlar da ‘eyyamperest’lerdir.

Gün gelir, ecel hükmünü icra eder, ülkücü dünyasını değiştirir. ‘Kalabalık’ O’na acır, daha iyi yaşamış olmasını temenni eder. Halbuki o, inançları uğrunda yaşamanın hazzını tadamadıkları için ömrü boyunca ‘kalabalık'a acımıştır.