Bir yönetici, bir devlet başkanı nasıl ‘Kendi ayağına kurşun sıkar’ misali, Devlet Planlama Teşkilatı’nı kapatır... Biz DPT’ye girdiğimizde ilk öğrendiğimiz ilkelerden birisi ve en önemlisi “DPT’nin Uzman Etiği ve Namusu” idi. Bunun anlamı şudur; planlamacılar, ne pahasına olursa olsun, daima ülkemiz için en iyiyi yapacaklar, her zaman doğruları, eğilmeden, sapmadan söyleyeceklerdir. Planlar hayali değil, ülke öncelik ve olanaklarına, gerçeklerine uygun olacak, eğer hükümetler 5 yıllık kalkınma plan uygulamalarından sapma gösterirse, plancılar gereğinde korkmadan hükümetleri ikaz görevlerini yerine getireceklerdir.  

Türkiye 1961 yılından itibaren, planlı kalkınma sürecine girmiş, bu amaçla Başbakana bağlı Devlet Planlama Teşkilatı kurulmuştur. Çok değerli, en üstün eğitimi almış, hepsi lisan bilen uzmanların bulunduğu DPT’ye, tüm başbakanlar, Demirel, Ecevit, Erbakan, Mesut Yılmaz, Ferit Melen, Nihat Erim, Çiller ve zaten kendisi de DPT’den gelen Özal büyük önem verdiler. 

Bir hükümet kurulup, güvenoyu alınca, başbakanların ilk işleri, DPT’den brifing almak olurdu. Ekonomi ve sosyal planlama ile ilgili her konu, harika bir işleyiş ve fonksiyona sahip olan Yüksek Planlama Kurulu’ndan (YPK) geçmeden kesinleşemezdi. Biz plancılar, hazırladığımız “Uzun Vadeli Perspektif Planla” Türkiye’nin, 1995 yılında Avrupa ülkeleri düzeyine erişmesini öngörmüş, bu hedefin gerçekleşmesi için hangi projelerin, hangi tedbirlerin yerine getirilmesini, hükümetlerin önüne koymuştuk... O tarihlerde devleti yönetenler, plan, hedef ve önceliklerine sadık kaldılarsa da, siyasi krizler, koalisyonlar nedeniyle, kalkınma planı hedefleri, tam anlamıyla gerçekleşemedi. Eğer bir ülkede, denetim ve denge, hesap verilebilirlik sistemine dayanmayan, her şeye tek bir kişinin karar verdiği rejim olursa, şüphesiz bir disiplin ve ciddiyete dayanan, özellikle ekonomide, hesapsız, kitapsız, plansız hiçbir şeyin yapılmasına izin vermeyecek olan planlamanın, plancıların bulunduğu bir oluşumdan hoşlanılmaz. Planlamadan kurtulmak yeğlenir... Plan fikri rafa kaldırılır.. Öyle de yapılmıştır, önce Başbakana bağlı Bakanlar üstü bir kurum olan DPT, sıradan, yetkisiz, sıradan bir Kalkınma Bakanlığı’na dönüştürülmüş, 5 yıllık kalkınma planları ve yıllık programlar, dostlar alışverişte görsün misali yapılmış, ancak kâle alınmamış, asıl ihtisas konusunun ekonomi olduğunu söyleyen zat tarafından daha sonra tamamen ortadan kaldırılmıştır. “Bize plan değil, pilav lazım” zihniyetine geçilmiştir. 

Üzülerek ifade edeyim ki, DPT’nin kaldırılmasına, Meclis’te bulunan eski plancılar, muhalefet liderleri, üniversite öğretim üyeleri, hiçbiri, hiçbiri itiraz etmemişler, seyirci kalmışlardır. Biz DPT mensupları, bu durumdan fevkalade üzgünüz... 

Deniliyor ki, enflasyonun, ekonomik krizin asıl nedeni faizlerdir. İktisadın, kendi değişmez kuralları varken, onlara riayet etmek gerekirken, faize, kura, Merkez Bankası İhtiyat ve Rezervlerine müdahale edilmiş, dediğini yapmayan başkanlar görevden alınmış, IMF’ye borçlarımızı ödedik denilip, yüksek faizle borçlanılmış, hesapsız, plansız yatırımlar sonucu, ülkemiz 500 milyara yaklaşan borç yükünün altına girmiştir. Türkiye’nin en büyük sorunu tasarrufların yetersizliğidir. OECD ülkeleri arasında en düşük tasarruf oranına sahibiz. Tasarrufları yükseltmek, ekonominin gereksinim duyduğu kapitali temin için, faizleri makul düzeyde tutmak gerekirdi. Faizler düştükçe, öyle ifade edildiği gibi yatırımlar artmıyor. Yatırım ortamının başka kuralları var. Teşvik tedbirleri ile, yatırımcı müteşebbislere, düşük faizli, uzun vadeli sermaye kazandırabilirsiniz. Biz teşvikleri yoğun biçimde kullanırdık... 

İhracat artmıyor, büyüme yerinde sayıyor, işsizlik 15 milyonlara doğru gidiyor. Turizm adeta durdu. Covid-19 salgını nedeniyle, dünya ve Türkiye ekonomileri daha da krize girdi. İşte böyle durumlarda acil ve günün ihtiyaçlarına göre çıkış planları hazırlamak DPT’nin görevidir. Gel gör ki, ortada DPT adında bir kuruluş yok... Krizden çıkış için, ülke gerçeklerini, önceliklerini, ortamı, imkanları iyi bilmek gerekir. Dünyadaki gelişmeleri iyi okumak, gereksiz dış politika gerginliklerini azaltmak, yani dostları arttırmak gerekir... Plan disiplinine, ciddiyet ve liyakate, Devlet Planlama Teşkilatı’na büyük ihtiyaç vardır. Bak, yıllardır PKK belası ile mücadelesi ediyoruz. Büyük Atatürk, Türkiye şeyhler, cemaatler, tarikatlar, gericilerin cirit attığı bir ülke olamaz dediği halde, Fetö belası dengeleri bozdu. Türkiye, Doğu Akdeniz’de, Kuzey Irak’ta Libya’da milyarlarca dolar harcıyor. Kalkan her F-16’nın, donanmanın masraflarını düşünün... Türkiye, 2.5 milyar dolar verdi, S-400 hava sistemi aldı, depoya koydu. Oysa Türk Hava Kuvvetleri’nin, bizim ANAP iktidarlarınca üretilen, ancak eskiyen, 33 yıldır başarı ile kullanılan F-16 uçakları yerine, en az 600 adet F-35 savaş uçağına ihtiyacı vardır... Türkiye, yanlış dış politikada sonucu, 6 milyon Suriyeliye, 50 milyarın (dolar) üstünde para harcayarak bakıyor... Kendi vatandaşına vermediğini, bunlara veriyor... Bu denli devasa harcamalara, hiçbir ülke dayanamaz... Aklıma bir Osmanlı-Türk Paşası olan Ali Paşa’nın, yabancı bir devlet adamına söylediği söz geliyor; “Bu Türkiye nasıl bir güçlü ülke ki, biz içeriden, siz dışarıdan yıkamadık...” 

2020 yılının sonuna yaklaşırken, sorunlar yumağı ile sarılmış bir Türkiye görüyoruz... Biz bunları, neden söylüyoruz. Gemi batarsa, hepimiz batacağız “oh olsun, iktidar yıprandı, benden sonra tufan diyemeyiz...” Amaç Türkiye’yi, planla, ciddiyetle, liyakatli vatansever kadrolarla, DPT ile düzlüğe çıkarmak, Özal’ın her vesile ile dediği gibi “21.yüzyıl Türk asrı olacaktır, tarihte şerefli Türk İmparatorlukları kurmuş, Büyük Atatürk’ün, mücadele arkadaşları ile büyük fedakarlıklar sonucu, canlarını, kanlarını ortaya koyarak bize emanet ettikleri Türkiye’yi biran önce, dünya insanlık aleminin en gelişmiş ilk 10 ülkesi arasına sokmak, çağ atlatmak, ilk görevimizdir...” İşte parola budur...