Hayat, kulağımıza hoş gelen bir melodinin tınısı gibidir. Sevdiğimiz şarkılar misali. Yüreğimiz, mutluluklara yaklaştığında şarkılar söylemeye başlar. Yokuş aşağı inen duygularına, bir savaş açar benliğin. Sarpa saran düşüncelerinin önderliğinde, lideri olursun benliğinin. Aslında tam olarak , hayat bize hep bir şeyler anlatır. Ellerimizin arasından kayıp düşürdüğümüz hissiyatlarımızın mahkemesinde buluşuruz zihnimizle. Aldanışlar,  yanılsamalar, önde giden benliğimize birer çelme takar bazen. Durdurduğumuz duygularımızın benliğimize akmasına biz engel oluruz çoğu zaman. Üstelik farkında olmadan. Her farkındalık hayata karşı bir öne çıkarır bizi. Enkazında kaldığın duygularından yine sol yanın olur kurtarıcın. Hayat, sol yanınla yüzleştiğin anlarından ibaret birçok noktada. Yaşamın ince detaylarında huzur bulurken, zor ve çetin yollarında yorulduğumuzda, bir başka hissiyatlar kuşatıyor benliğimizi. Örneğin; ruhunun ritmi değişiyor. Neticede her duygu yüreğine ya bir ziyafet şöleni ya da birer hüzün çemberi. O hüzün çemberinin içinde dönüp durmak da bizim elimizde dışardan seyredip hüzünlerle vedalaşmak da. Benliğimizin odak noktası huzur olduğunda, hayatı kovalarken huzuru   yakalamak da kaçınılmaz oluyor. İnsan yüreğinde en kalıcı misafir huzur değil mi zaten. Hüzünlerle de barışık oluyor içimiz. Huzur ve hüzün kardeşliği misali.. Hepsi bize bir şeyler öğretip hayattaki duruşumuzu değiştiren ince detaylar aslında. Yaşam, içimize ilmik ilmik  işlediğimiz ince detayların bir bütün hali…