Hemen her yıl baharı beklerken ya da yaz aylarının başlangıcında özellikle biz kadınlar gardırop temizliği yaparız.Tüm dolabı temizler, elden geçirir, eksiğe, gediğe bir göz atar,giyeceklerimizi, elediklerimizi bir sınıflandırır,elimizin altında bulunacak, daha görünür bir bölüme sıkça kullanacağımız şeyleri ayırırız…Gerçekten neye ihtiyacımız olduğunu böylece belirlemiş oluruz…

Bu organizasyon sırasında beş yıldır içine giremediğimiz fakat atmaya kıyamadığımız o kırmızı bluz ile de göz göze geliriz. Altı aydır yüzüne bile bakmadığımız çiçekli hırka ile de. En az on kilo daha zayıf olduğumuz günlerden kalma deri ceket ile de…

 İhtiyacımız olmayan ne çok şey istiflemişizdir dolaplara…

Ve bir anda karar alır, tüm o giysileri eleriz dolaptan… Dolap detoksu yaparız yani… İhtiyacımız olmayan ,lüzumundan fazla yer kaplayan,içine giremediğimiz ya da ben bu giysiyi neden aldım dediğimiz, her şeyi istifleriz artık naylon poşetlere…

Ne büyük bir rahatlamadır o… O giysiler ile birlikte ruhumuzda da bir hafifleme başlar… İhtiyacımız olmayan bir şeyleri hayatımızdan çıkarmamız gerektiğinin ruhumuzda ki yansımasıdır aslında bu rahatlama…

Peki bu detoksu hayatımızın daha geniş alanlarına yansıtsak nereden başlardık işe?

Evimizde lüzumsuz yer kaplayan, hantal bulduğumuz mobilyalardan mı? Yoksa çevremizde ki enerjimizi emen, yaşam sevincimizi sömüren, en mutlu anlarımızda bile yüzümüzde buruk bir tebessüm bırakan kendiyle mutsuz ve etrafını da mutsuz eden memnuniyetsiz insanlardan mı?

Pek çoğumuzun yaşamında enerji emici olarak adlandırabileceğimiz insanlar olabilir.

Bu insanlar bazen eş dost,arkadaş çevremizdedirler. Telefonda seslerini duyar duymaz, size halinizi, hatırınızı, sağlığınızı, ya da mutlu olup olmadığınızı hiçbir zaman sormazlar. Hemen başlarlar ‘’çöplerini’’ size dökmeye…

Ya eşlerini, ya işlerini, ya kayınvalidelerini ya da sevgililerini, eltilerini, üst kat komşularını, ne kadar yorgun olduklarını anlatır, adeta size bir terapist muamelesi yapar ve sizin de konuşma ihtiyacı içinde olup olmadığınızı hiçbir zaman sormazlar.Çünkü bu akıllarına gelmez…

İçlerini dökmüş, isyan, feveran, veryansın etmişler ve rahatlayıp telefonu kapatmışlardır. Es kaza bir gün bir kafe ya da restorana gidecek olsanız, siz yaşamınızdan sorunlarınızdan söz etmeye başlayacak olsanız ya sözünüzü keserler, ya konuyu başka yerlere çekerler, ya da kendi hayatları kusursuzmuş gibi sizi ezmeye “canım ah, vah demeye küçümser bir eda ile bakmaya başlarlar…

Üç gün önce size nişanlısını çekiştiren hatta deyim yerindeyse adamı yerden yere vuran o kadın bir bakarsınız siz eşiniz ile ilgili küçük bir kırgınlığı, bir serzenişi dile getirirken aşkım, birtanem, efendim hayatım diyerek o telefonu açar, karşınızda sahtekarca bir sevgi gösterisi yaparlar…

Hanımlar,yaşamımızda hayat enerjimizi emen bir çok insan olabilir ve bu talepkarlar ordusu hiç tahmin etmeyeceğiniz bir anda size büyük bir hayat dersi verebilir…

İşte yapmamız gereken şey o andan itibaren başlar…Yalnız kalmak korkusuyla her kaprisine, kabalığına, nezaketsizliğine katlandığınız size adeta Güzin abla muamelesi yapan o kişiler her kim ise, onlara karşı tıpkı gardrop detoksunda yaptığımız şeyleri yapabilme cesaretini gösterme günü artık gelmiş demektir… Atmak, elemek, onu ihtiyacı olan bir başkasına vermek, ayırmak, elemek…

Yalnız kalmak korkusuyla bu türde insanlara gereğinden fazla zaman harcamaya, ömür tüketmeye inanın değmez… Tıpkı uçları kırıldığı, yorulduğu için kestirdiğimiz, ya da boyunu kısalttığımız, şeklini değiştirdiğimiz saçlarımız gibi, onları yaşamımızdan çıkarmak, uzaklaşmak, sınırlarımızı koruma altına almak en doğru olan yoldur…

Tıpkı en kırgın olduğumuz zamanlarda kestirdiğimiz saçlarımız gibi… Kesip atmak bazı yoran, inciten bağları en iyisidir… Siz kalbinizden eminseniz,yeniden güzellikler çıkacaktır karşınıza…. Korkmayın tıpkı saçlarınız gibi kökü sizdedir sevginin, dostluğun. Yeniden bambaşka yarınlara doğru uzar…

Gerektiği yerde bazı şeyler İnceldiği yerden kopar….

Kopsun… Yenilenme vakti gelmiş demektir…

 Kökleri sendedir yine uzar…