Doğada bir nefes…
TREKİN TURKEY ile yeniden
İstanbul’un son köyü
YALIKÖY ya da Rumca adıyla PODİMA’dayım…
uçsuz bucaksız bir sahil… kıyıya vuran görkemli dalgaları besleyen serseri rüzgarın sarhoşluğu…
HABER: SEVGÜL EROĞLU
Aylarca dilimizden düşmeyen mottolarıyla hayatımıza sızıveren; ‘Corona’
Maske tak !
Ellerini yıka !
Mesafe koy !
Kelimenin tam anlamıyla nefes almaya ihtiyacımız vardı.
Sponsorum, canım yürüyüş ekibim, Trekin Turkey ile yürümediğim ne de çok zaman olmuş.
Yalıköy’ün metnini çok duyduğum halde İstanbul’a yakın olsa da, bir türlü fırsatını bulamadığım bu cennet köşe için, yürüyüş liderimiz Argun Baydan;
‘Hadi Yalıköy şelaleye gidiyoruz’ deyince… hobaaa erken yattım o gün ve gün ışırken heyecanla kalktım yataktan.
38 doğasever, aralıklarla oturduğumuz koltuklarda, iki otobüsle yola çıktık. Maskeler yine yüzümüzün alt kısmını gizlemekteydi.
Her şeye ragman yeni bir güzelliğe şahit olacağımı bilmek dudaklarımın kulaklarıma doğru çekilmesi için yeterliydi. Çünkü biliyordum ki Trekin Turkey ile yaptığım her gezi tadında ve özeldi. Katılımcıları tanısam da tanımasam da hep aynı kafalarda, doğaya saygılı ve gördüklerinin tadını çıkarıp birbirleriyle paylaşabilen insanlar olduklarına emindim.
Çatalca’nın Karadeniz’e açılan sahillerinden biri Yalıköy… 10 km’den uzun bir kumsala sahip olmasına rağmen turizmin yeteri kadar gelişmediği PODİMA.
İstanbul Yalıköy arası 100 km civarında… Yalıköy Çatalca arasında- yaklaşık 50 km - yolların durumu gayet iyiydi. Otobandan çıkıp Saray yönünden devam ettik. Sonradan öğrendim ki İstanbul’dan Yalıköy’e belediye otobüsleriyle aktara aktara gelebiliyormuşsunuz. Nasıl mı?
Zincirlikuyu’dan metrobüsle Beylikdüzü, sonra otobüsle Çatalca’ya sonra yine otobüsle doooğru Yalıköy...
Ellerimizde batonlar, yüreğimizde heyecan Çatalca Binkılıç köyü- Atatürk Mah. -ormanından başladık yürümeye, kayın ve meşe ağaçlarıyla kaplı Çilingoz Ormanlarının ağaçlarıyla konuşa konuşa. Bazen taş bazen toprak bazen ufak tepeler aşa aşa.
Çiçekler açar renk renk,
Dağları süsler gülerek,
Selleri önler emerek,
Ormandaki varlığa bak.
Gemi olur, suda yüzer,
Uçak olur, gökte gezer,
Kalem, kâğıt neler yazar,
Ormandaki varlığa bak.
(AŞIK VEYSEL ŞATIROĞLU)
Ormanda yürümek sizi rehabilite eder. Sadece ayağınızın altındaki toprakla bütünleşirken , karşınızda yeşilin elli tonu ve gökyüzünün mavisine ışıltılar katan güneş göz kırpar dalların arasından. Şimdiye kadar ormanda olup da yaşamına şükretmeyen görmedim. İlaç gibidir ilaç…
Uzun bir yürüyüşün ardından -14 km gibi- Cennet Şelalelerine geldik. İnişler biraz meşakkatli olsa da tecrübeli öncü son artçıların desteğiyle kolayca su seviyesine indik.
Burada yemek ve uzun bir dinlenme molası verdik. Haketmenin derin keyfiydi bu. Bir ödül bir bonus gibi, iftar gibi.
Buz gibi suya ise atlayan atlayana. Ben bu kez tembellik ettim. Çünkü Yalıköy de birkaç gün daha kalıp denizin tadını çıkarma şımarıklığıyla yanıp tutuşmaktaydım. (Maalesef hevesim rüzgar ve Karadeniz’in meşhur dalgaları sayesinde kursağımda kaldı. Arkadaşların ahı tuttu dedim, zira onlar akşam eve döndüler.)
Keyif molasından sonra yine vadilerin yolunu tutup Kuzuludere Göleti kenarından geçip yürüyüşümüzü bitirdik.
Yorgun ama huzurlu bedenlerimize katılan ruhumuz yeni yürüyüşlere kanat açarken güzellikleri geviş getirmeye çoktan başlamıştık.
Onlar otobüslere, ben kalacağım küçük sahil otelime geçtik.
…
Abariiii
Bir rüzgar bir rüzgar. Dalgalar almış başını gidiyor. Olsun !
Uçsuz bucaksız sahil şeridi ve karşımdaki ufuk bana bir hafta yeter… Gözler çok uzağa bakınca dinlenir derdi annem. Bu fırsatı da burada yakalayacağım demekti bu.
Yalıköy’ün İstanbul’a olan yakınlığı sebebiyle insanların genellikle günübirlik gelmeyi tercih etmeleri ve sezonun kısa olması da turizmi geliştirememiş..
Yalıköy bu bölgede bulunan diğer köyler gibi eski bir Rum köyü. Eski adı PODİMA; Rumca çizme ya da ayak basılan yer anlamına geliyor. Tarihi oldukça eski. Korsanların uğrak yeri olduğu ve eğlenmek için Yalıköy’e geldikleri anlatılırmış. Burada Karayip Korsanları ve Kaptan Jack Sparrow’u anmamak olmazdı.
Bir hafta kaldım Yalıköy’de. Deniz çok güzeldi diyeceğim gün sayısı maalesef iki idi... Ama ben her gün upuzun sahil şeridinde bir sağa bir sola sahilde en az on kilometre yürüdüm. Minik çakıl taşlarının çeşitli renklerine büyülenerek baka baka saatlerce…
Deniz Karadeniz… insanları gibi sağı solu belli değil aniden sakin sonra maşallah birden coşup dev dalgalar yolluyor sahile. Sonra köpüklerle eriyip geri çekilmekte…
Bu durumda cankurtaranlar da sahili gözetimde tutuyor. Çünkü boğulma riski her zaman vardır bu denizlerde.
Evet işte bu sebepledir ki, Yalıköy’e gelirken önceliğiniz yüzmek olmasın. Bence en güzel aktivite; denize nazır ormanlık alanlarda kamp kurmak ve kafa dinlemek.
Yaz başını ya da sonunu tercih edin. Sakinlik ve huzur bulabilirsiniz. Denize girmek gibi bir düşünceniz varsa gelmeden önce kesinlikle hava durumuna bakın; poyraz varsa dalgadan dolayı denize giremeyeceksiniz, eğer lodos varsa şanslısınız deniz sakin oluyor. Tabii siz sakinliğine aldanıp çok açılmayın çünkü deniz olması gerekenin çok üstünde bir derinliğe sahip. İşin can acıtıcı yanı; Belli ki buradan bol bol çakıl alınmakta…
Yalıköy, Cumhuriyet Dönemi öncesinde çok fazla sayıda Rum nüfusa ev sahipliği yapmış. Ama maalesef eski Podima evleri bir elin parmakları kadar az. Köyün içinde o evleri ararken bana gösterdikleri evler yeni yapılmış lüks siteydi. Çok üzüldüm.
Günümüzde Yalıköy’de Makedon ve Arnavut göçmenler halen yaşamlarını sürdürmekteler. Sahilde, yolda, ansızın karşınıza inekler çıkabiliyor.
Doğallık. İşte hayatımda ben de bunu arıyorum…