FUNDA AKOSMAN ERMAN

Bizler Sağlık Bakanlığının ve Bilim insanlarının öngördüğü kurallara uymaya gayret göstermekte, bazılarımız ise, bana bir şey olmaz diyerek başka canları da tehlikeye atmaktadır. Hal böyle iken, 1 Haziran itibarı ile bazı uygulamalar önemli ölçüde uygulamadan kaldırılmış olup bir nebze de olsa yaşadıkları stresten uzaklaşmış gibi görünmektedir.

Ancak 65 yaş üstü büyüklerimizin bu güne kadar bu uygulamaların dışında bırakılmasının ne denli stres oluşturabileceği ve fizyolojik, psikolojik metebolik sıkıntılara yol açabileceği göz ardı edilmemeli ve kaş yapayım derken gözlere zarar verilmemelidir. Bu nedenledir ki bizleri yaklaşık 4 aydır büyük bir baskı altında tutan Corona Virüs salgınının metabolizmamızda oluşturabileceği, hayatımızın olmazsa olmazı stres ile ilgili önemli bulduğum bazı bilgileri sizler ile paylaşmak istiyorum. Bilinen odur ki, fizyolojik her hastalığın orjinin de stres mutlak surette yer almakta, bizleri perişan etmek için elinden geleni(!) yapmaktadır. 

Stres, hedefe doğru yol alırken bir engelle karşılaşma sonucu insanın ruhsal ve bedensel sınırlarının zorlanmasıyla ortaya çıkan bir durum olarak tanımlanmaktadır. Önemli birçok hastalığın ana kaynağı, toplumda sık rastlanan sedef, ülser, migren, mide ve baş ağrısı gibi kronik ağrılar ile diş gıcırdatması gibi istem dışı hareketlerin temel nedenleri arasında stres yer almaktadır. Stresin yol açtığı depresyon ya da içten öfke, bu ağrıların ortaya çıkmasına ve kronik hale gelmesine neden olmaktadır. Bilimsel araştırma sonuçlarına göre, kronik ağrılı hastaların yüzde 43’ünün depresyon kaynaklı olduğunu ortaya koymaktadır.  İnsanlarda duygularını, öfkelerini, beklentilerini ifade edemeyen kadın ve erkeklerde bu eksiklik ağrı olarak kendini göstermektedir. Ancak bu durumun en çok kadınları etkilediği bir gerçektir. Bunun nedeni ise kadınların ağrı eşiğinin erkeklerden daha yüksek olmasıdır. Özellikle de baş ağrısı kadınlarda en sık rastlanan ağrı çeşidi olup, erkeklerde ise bu tip ağrılar daha çok ülser şeklinde ortaya çıkmaktadır.

Genellikle kadınlarda çatışma ve öfke oluşturan durumlarda ağrının daha fazla görüldüğü bilinmektedir. Bunun ana nedeninin ilk aşamada kadının psikolojik sorunları karşısından ziyade kendisine yöneltmesinden kaynaklanabileceği ifade edilmektedir. Diğer etkenler ise kadınlarda oluşan değersizlik hissi, suçluluk duygusu, çatışmalar ve kendini anlatamamanın yol açtığı öfke olarak sıralanabilir. Tüm bu etkenler, bedende ağrı olarak kendini göstermektedir. Kadınlarda kronik ağrıların yanı sıra irade dışı yapılan ‘diş gıcırdatması’ da duygusal stresin bir sonucu. Bu durum, stres kaynaklı olduğu için psikiyatriste başvurması büyük yarar sağlamaktadır. Fizyolojik olarak ifade etmek gerekirse, stresin neden olduğu gerginlik, damarların daralmasına, beynin belirli bölgelerine giden kan akımının yavaşlamasına yol açmaktadır.

Oksijene ihtiyaç gösteren dokunun yetersiz kanla beslenmesi, özel ağrı alıcılarını uyarıyor. Bu arada, adrenalin ve noradrenalin gibi stres sırasında sinir sistemini etkileyen hormonlar da salgılanmakta, bunlar da doğrudan veya dolaylı olarak kasların kontraksiyonunu  artırmakta, böylece ağrı gerginliğe, gerginlik endişeye, endişe de ağrıların şiddetlenmesine yol açmaktadır. Bunun sonucu olarak, stres altındaki kişide; terleme, hızlı nabız, kalp çarpıntısı, midede ağrı, kasılma, boyun ve şakakta kaslarda gerginlik, nefes alamama, diş gıcırdatma, çenede kasılma, aşırı tedirginlik, konsantrasyon güçlüğü, aşırı duygusallık, halsizlik, hareket edememe gibi semptomlar ortaya çıkmaktadır.

Psikiyatristler, öfke ve üzüntüsünü içine atan insanların ağrı konusunda daha fazla risk altında olduğunu, çok konuşanların ise daha az risk taşıdıklarını ifade etmektedirler. Nitekim içe dönük öfke, kronik ağrı hastalarında daha yaygın olarak görülmektedir.. Burada ağrı şiddetini belirleyen en önemli etken ise öfke gibi olumsuz duyguları açıklama konusunda kişinin yaşadığı kitlenme halidir. Ayrıca insanda biriken gerilime psikolojik bir çözüm üretilemezse bir süre sonra irade dışı sinir sisteminin bozulması durumuyla karşı karşıya da kalabilmektedir. Kronik ağrılı hastalarda depresyon sıklığı ve yaygınlığı ise normale oranla daha fazla görülmektedir. Stresi mümkün olduğunca azaltmak için bizlere de önemli görevler düşmektedir. Şöyle ki, Yoğun iş temposundan kurtulmak,  güzel hobiler edinmek, kendimize zaman ayırmak, istirahat etmek, kendini dinlememek, gerektiğinde Ilık duş almak, doğada yürüyüşler yapmak ve gerginliği artıran filmlerden uzak durmak önemli ölçüde yarar sağlamaktadır.

 Stresten ve virüsten uzak, sağlıklı mutlu nice güzel günler diliyor, saygılar sunuyorum. 

VEHBİ ALTUNÇUL

 

KUŞBAŞILI SAÇ KAVURMA

KULLANILACAK MALZEMELER (4 KİŞİLİK)

Yarım kilo kuşbaşı et

4 adet orta boy patlıcan

4 adet çarliston biber

4 adet domates

1çay bardağı zeytinyağı

1 tatlı kaşığı pul biber

3 tatlı kaşığı kekik

2 diş sarımsak

Yeteri kadar tuz

YEMEĞİN HAZIRLANIŞI

Kuşbaşı şeklinde doğranmış etler sac kavurma tavasına alınır ve üzerine bir miktar su eklenip pişirilir. Etler piştikten sonra tuz eklenir ayrı bir kaba alınır. 

Önceden küçük küçük doğranan biberler ve sarımsak saç tavaya alınır. Üzerine kabukları tamamen soyulup, küp şeklinde doğranmış patlıcanlar ve bir miktar yağ eklenerek 5-6 dakika kavrulur. Orta boy küp şeklinde kesilmiş domatesler saç tavaya eklenerek kavurma işlemine devam edilir. Son olarak pişirilen etler ve baharatlar eklenir ve karıştırılarak 5-6 dakika daha pişirilir. 

Kuşbaşılı saç kavurma patates kızartması, patates püresi, bulgur veya pirinç pilavı ile birlikte servis yapılabilir.

YEMEĞE BİLİMSEL BAKIŞ

Yemeğin temel maddesi olan et önemli bir hayvansal protein olarak hücrelerin rejenerasyonu açısından önemlidir. Yemeğin önemli sebzesi ise patlıcan olup, 100 gramında 24 kalorisi ile tam bir rejim besin kaynağıdır. Ayrıca içermiş olduğu A, C, K ve B grubu vitaminleri ile de dikkat çekmektedir. Bununla birlikte demir, manganez, magnezyum, fosfor, potasyum ve kalsiyum da içermektedir. Diğer sebzelerden farkı nikotin içermesidir. Yemeğe konmuş olan biberler C vitamini açısından çok zengindir. Domates ise likopen kaynağı olup, antioksidan etkiye sahiptir. Tuz ve baharat ilavesi tamamen kişinin sağlık durumu ve damak zevkine göre değiştirilebilir. Yemekte yer alan zeytinyağı, yağlar arasında en değerli yağ olup, enerji vermekte, bağırsakları yumuşatmakta, bağışıklık sistemini güçlendirmektedir.

Yemeğin içeriğinde Latince adı 'Allium Sativum' olan sarımsak diğer ifadesi ile sarmısak yer almaktadır. Bu değerli bitkinin bileşiminde şeker (sakkaroz, glikoz), A, B, C ve E vitamini, kükürtlü bir uçucu yağ ve içerisinde bol olarak alil sülfür yer almaktadır. Sarımsağın özel kokusu ve tadı bundan ileri gelmektedir. Sarımsağın ihtiva ettiği yağ olan Oleum allicine’nin 1 miligramı, 15 OE penisilinin aktivitesine eşit kıymetli bir özelliğe sahip olduğu ortaya konulmuştur. Sarımsak içeriğindeki bu yağ nedeniyle enfeksiyonlara karşı koruyucu bir etki sağlamaktadır. Ayrıca bileşiminde eterli uçucu yağlar (alliin, allicin, ajoen) , scordein, selen ile dişilik ve erkeklik hormonlarına benzer maddeler taşımaktadır. Sarımsak yalnızca insanları mikrobik hastalıklardan korumakla kalmayıp, Avrupa'da en önemli ölüm nedeni olarak bilinen kanser ve damar hastalıklarına karşı da korumaktadır. Bugün dünyada en fazla sarımsak yenen ülke olan Bulgaristan'da kanser ve damar sertliğinden ölenlerin sayısının Avrupa'ya göre yaklaşık 7 kat düşük olması hayli dikkat çekicidir. Yapılan araştırmalarda sarımsak tüketen kişilerde, özellikle mide kanserine yakalanma oranının düştüğü bildirilmiştir. Sarımsak, vücudun bağışıklık sistemini uyarmakta, yani antibiyotiklere benzer etkiler yaparak vücuttaki enfeksiyonlara karşı savaşmakta ve başarılı olmaktadır. Bu bağlamda nezle, soğuk algınlığı, uçuk; mide, bağırsak ve mantar iltihapları, arpacık gibi bakteri, virüs ve mantarların oluşturduğu enfeksiyonlara karşı etkili olmaktadır. Ayrıca, kandaki kolesterol düzeyini düşürmektedir. Yapılan araştırmalar, günde iki diş sarımsak yiyen kişilerin kolesterol düzeyinde, kısa dönemde %10'luk düşüşlerin gerçekleştiğini ortaya koymaktadır. Bununla birlikte, kanı sulandırmakta ve kan dolaşımını hızlandırmaktadır. Bu etkisiyle de, kalp krizi ya da felç geçirmeye neden olabilecek damar tıkanıklıklarını önlemektedir. Yüksek tansiyonu düşürmektedir. Bu konuya ilişkin araştırmalar, makul düzeyde sarımsak alımının bile bu etkiyi sağladığını göstermektedir. Sarımsağın kan şeker düzeyini düşürdüğü yapılan bilimsel araştırmalarla saptanmıştır. Tüm bu bilgilerin ışığı altında, sarımsağın ne kadar yararlı doğal bir bitki olduğu aşikardır. Ancak hipotansiyona yani düşük tansiyona sahip kişilerin ve ameliyata girecek kişilerin sarımsağı tüketme konusunda dikkatli olmaları gerekmektedir.

MANTARLI KUZU GÜVEÇ

KULLANILAN MALZEMELER (4 KİŞİLİK)

600 gr kuzu kuşbaşı

50 gr tereyağı

150 gr kaşar peyniri

200 gr kültür mantarı

4 kaşık zeytinyağı 

1 adet çarliston veya dolma biber

2 adet kuru soğan

3 diş sarımsak

2 adet orta boy domates 

1 çay kaşığı pul veya karabiber 

1 tatlı kaşığı kekik, istenirse 1 çay kaşığı kimyon

Tuz

YEMEĞİN YAPILIŞI

Hazırlanan kuşbaşı etin üzerine bir miktar zeytinyağı ilave edilerek mühürleme işlemi yapılır ve üzerine et suyu ilave edilir. Kaynayınca ocak yavaş ateşe alınır. Et suyunu çekene kadar kısık ateşte pişirilir. Et suyunu çektikten sonra pişip pişmediği kontrol edilir. Şayet et yumuşamamış, sertliğini muhafaza ediyorsa, biraz sıcak su ilavesiyle biraz daha pişirmek mümkündür. Soğanlar piyazlık tarzında doğranır, etin üzerine eklenir. Kısık ateşte, pembeleşinceye kadar kavrulur. Sarımsaklar küçük küçük doğranarak etin üzerine konur. 

Mantarlar ve biberler ise iri parçalar halinde doğranıp, bir miktar tereyağı ile tencereye konulur ve 2-3 dakika ateşte çevrilerek kavrulur. Üzerine kabuğu soyulup iri olarak doğranmış domatesler ilave edilir. Yeterli miktarda tuz, kekik, kimyon, karabiber veya pul biber eklenerek karıştırılır. Ocakta 2-3 dakika çevirmeniz yeterlidir. Üzerine hazırlanan etler ilave edilerek harmanlanır ve 4 ayrı güvece paylaştırılır. Güveçlerin üzerine dilim veya rende tarzında kaşar peyniri serpilir ve 170 °C’de fırında 5-6 dakika bekledikten sonra fırından alınarak servis yapılır. Yemeğinizi, patates püresi veya pirinç pilavı ile birlikte servis yapabilirsiniz.

YEMEĞE BİLİMSEL BAKIŞ

Yemek içeriği, kırmızı et ve sebze ağırlıklı olup, bol miktarda protein, mineral ve vitamin içermektedir. Mantarlar bitkisel protein, mineral ve vitamin yönünden de zengindir. Ancak, yemeklerde mutlaka kültür mantarı kullanarak, çok tehlikeli olan mantar zehirlenmelerine karşı önlem alınmalıdır. 

Yemeğin içeriğinde yer alan ve hayvansal bir yağ olan tereyağı, taze ve fermente olmuş süt ya da kremanın çırpılması ile elde edilmektedir. Tereyağında yaklaşık olarak % 84 yağ, % 0.8 protein, % 0.5 karbonhidrat (laktoz) ve % 15-16 su, ayrıca kolesterol, suda çözülmüş vitaminler bulunmaktadır. Tereyağının yapısındaki yağlar sağlığa faydalıdır. İyi bir A vitamini kaynağıdır. Ayrıca D vitamini, E vitamini ve K vitamini içerir. Manganez, krom, iyodin, çinko, bakır ve selenyum gibi özel mineralleri de bileşiminde bulundurmaktadır. Bunun yanı sıra önemli bir antioksidan kaynağı olan tereyağı, vücuda yerleşen serbest radikallerin zararlarını nötralize etmekte ve vücuttan uzaklaştırılmasına yardımcı olmaktadır. Mide, bağırsaklar gibi iç organların sağlığını korumaktadır. Tereyağı içerdiği A vitamini sayesinde, tiroid bezlerinin daha sağlıklı ve etkin şekilde çalışmasını sağlar. 

Tereyağının yapı taşlarını oluşturan A ve D vitaminleri, beyin sağlığını ve sinir hücrelerini korumaktadır. Aynı zamanda içeriğindeki E vitamini ve diğer vitaminler nedeniyle, hem kadınlarda hem de erkeklerde kısırlığı önlemekte ve cinsel sağlığı desteklemektedir.

Eklem ve kas ağrılarını hafifletmeye yardımcı olan tereyağı, kemik sağlığını da korur ve artrit oluşma riskini azaltır. Tereyağında bulunan A vitamini yağda çözünebilen bir vitamin türüdür ve cilt, göz, ağız, boğaz ve sindirim sistemi sağlığını desteklemektedir. A vitamini, lenfositlerin üretilmesini tetikleyerek bağışıklık sistemini desteklemektedir. Lenfositler, hücreleri virüslerden ve çeşitli hastalıklardan korumaktadır. A vitamini bir bağışıklık sistemi hastalığı olan AIDS hastalığına karşı savunma mekanizması geliştirmektedir. Ayrıca, yüksek miktarlarda A vitamini ve beta karoten içeren tereyağı, kolorektal ve prostat kanseri riskini azaltır. Yapılan birçok araştırmaya göre A vitamini, meme kanseri riskini azaltıcı olabileceği ifade edilmektedir. A vitamini, kanserli hücrelerin diğer organlara yayılıp çoğalmasını önlemekte ve kanserli tümör oluşumunu yavaşlatmaktadır. 

Konjuge Linoleik Asit (CLA) özellikle yeşil renkli çim ve otları tüketen inek sütünde oldukça fazla miktarda bulunduğundan bu sütten yapılan tereyağı içerisinde de önemli miktarda yer alır. CLA, yapılan araştırmalara göre, kanser önleyici etki göstermektedir. Fakat sigara içen kişiler, antioksidan ihtiyacını A vitamini kaynaklı gıdalar yerine, C vitamini kaynaklı gıdaları tüketerek karşılamalıdır. Çünkü sigara içen kişiler için, fazla miktarda A vitamini tüketimi, akciğer kanserine sebep olabilmektedir. Ayrıca, Glikosfingolipid adı verilen bir tür yağ asidi içeren tereyağı, yapısında bulunan bu yağ asidi sayesinde, mide-bağırsak hastalıklarına karşı da vücudu korumakta ve savunmaktadır. Bunlara ilaveten, kalp sağlığını koruyan tereyağının daha birçok kardiovaskuler hastalıkları önlediği de bilinmektedir. Tereyağı, HDL yani iyi kolestrol içermektedir. Dozunda tüketildiği takdirde iyi bir omega 3 yağ asiti ve kolesterolü düzenleyen bir besin kaynağıdır. Yani bu durumda, doğal ve organik tereyağı aşırıya kaçılmadığı takdirde kandaki iyi kolestrol seviyesini yükseltmekte ve kalp sağlığını korumaktadır.

Tereyağının sağlığa tüm bu yararları olmasına rağmen, unutulmaması gereken bazı hususları da bulunmaktadır. Şöyle ki, tereyağının bir yağ olması ve yağın da bazı sıkıntılara yol açabileceği bir gerçektir. Özellikle, kilo vermeye çalışan ya da obezite ile mücadele eden kişilerin, bir doymuş yağ olan tereyağını tüketmemeleri tavsiye edilmektedir. Diğer yönden, tereyağı iyi kolesterol içermesinin yanında kötü kolesterol de içermektedir. Bu nedenle aşırı miktarlarda tüketilen tereyağı, kalp ve damar hastalıklarına yol açabilmekte ve damar ile arterleri tıkayabilmektedir. Her şeyde olduğu gibi tereyağını tüketirken de aşırıya kaçmamak esastır. Bilinmesi gereken diğer bir husus da, yemekte kullanılan zeytinyağı ve tereyağı miktarının, yemeğin kalorisini artırıp, düşürebilecek bir etken olmasıdır. Keza, yemeğe ilave edilen tuz miktarı da tansiyon hastaları ve diyet yapanlar açısından önem arz etmektedir. Kullanmış olduğumuz kaşar peynirinin kalori değeri kullanılan miktar ve yeni veya eski oluşuna göre de değişmektedir. Kullanacağınız baharatlar ise, damak zevkinize göre değiştirilebilir. Yemekte kullanılan domatesin likopen açısından zengin ve antioksidan etkiye sahip olduğunu bir kez daha hatırlatmak isteriz. Ayrıca soğan ve sarımsak ikilisinin yararlarının saymakla bitmeyeceği tüm tariflerin arkasında yer alan yemeğe bilimsel bakış bölümlerinde özellikle vurgulanmaktadır.