Defne Yalnız, Tiyatro ve sinema oyuncusu. Uzun yıllar önce Televizyon ekranlarında yayınlanan ülkenin ilk sitcom’u olarak kabul edilen Kaynanalar dizisinde  Kayserili Tüccar Nuri Kantar’ın,  cana yakın, hümanist, sevimli, hanımına sadık, kıvrak zekalı, Anadolu kızı hizmetçisi Döndü karakteri ile tanındı ve çok sevildi… Ardından Pamuk kalpli Pamuk Hemşire oldu… Baskül ailesi dizisinde ise apartmanın kapıcısını, yöneticisini, kocasını, ev ahalisini, muma çeviren, Gürbüz!diye seslenince yeri göğü titreten, üç kız annesi Nezaket Hanım oldu izleyici için…

Defne Yalnız  mükemmeliyetçi, realist, kimi zaman tatlı-sert, bir parça zor, dominant, derinlemesine analiz edebilen için rengarenk bir ruh…

Çok farkında olmasa da kendine özel,şahsına münhasır. Mütevazı ve çok dobra…

Bu röportaj aracılığı ile ben, önce kıymetli bir sanatçı, sonra çok gerçek bir kadın tanıdım…

O, hayatı demlemiş, iyiyi, kötüyü, mesleki kıskançlığı, kadın erkek ilişkilerini, insanı, çözmüş, hiçbir zaman muhteris olmamış en önemlisi başarı, saygınlık ve şöhretini 63 yıldır tırnaklarıyla kazımış çok önemli bir kadın sanatçımız…

Sanatçı Defne Yalnız ile Büyükçekmece Kültür Merkezinde Hayat, tiyatro, aşk ve kadın üzerine söyleştik…

Keyifli okumalar dilerim…

Defne hanım ülkemizde pek çok aile çocuklarının herhangi bir sanat dalıyla uğraşmasını çok fazla istemez. Sizin kuşağınızı düşünecek olursak bu bakış açısı çok daha katıydı… Çok küçük denilebilecek bir yaşta sahneye adım atmışsınız… Sizi yönlendiren kim oldu tiyatroya?

Annem… Annem oldu. Benim sahnede altmış üçüncü senem. Ankara Devlet Tiyatrosu çocuk bölümünde başladım. Çok küçük yaşta o kokuyu, o terbiyeyi ,o mesleğin inceliklerini yaşadıktan sonra zaten yaşam şeklim oldu. Liseden sonrada konservatuara gittim.

Peki ailenizde var mıydı meslekle ilgili olan birileri?

Yoktu… Annem bütün çocukları sıra dışı işler yapsın istemiş. Üç kız kardeşiz biz, Annem yapamamış nesil itibarıyla, çocuklarının gerçekleştirmesini arzu etmiş. Ortanca ablamın da sesi çok güzeldi ama o çabuk evlendi. Bu isteği gerçekleştiren çocuğu ben olmuşum.

Eminim çok gurur duymuş ve mutlu olmuştur Anneniz…

Hoşuna giderdi tabi.

Peki babanız? O ilgilenir miydi? Nasıl biriydi?

Babam çok okuyup çok yazan, pek sosyal tarafı olmayan, çok zengin bir kütüphanesi olan bir adamdı. Yaşıtlarıma göre Osmanlı’ca ve bir sürü şeye daha vakıfım. Bu da babamdan kalan bir şeydir. Yazma ve okuma yönü de geçmiş bana.

Siz okumak diyince dikkatimi çeken bir şey oldu. Türkiye’de Cumhuriyetin ilanından sonra yani cumhuriyet tarihimizin sizden önce ki kuşakların da ve sizlerin kuşağında, entelektüel kapasite çok yüksek. Sizler, edebiyat, felsefe, sanat tarihi vb… konularda da çok bilgili sanatçılarsınız… Günümüzde bu özelliğe sahip olmadıklarını düşünüyorum genç kuşak oyuncuların. Neden günümüzde durum böyle?

Okul eğitimleri öyleydi. Her şeyiniz cepte şimdi. Kitabı internetten özet olarak indirip ahkam kesiyor insanlar. İletişim kaybolmuş. O dönemin eğitim sistemi farklıydı. Ağır edebiyat gördük ve okuduk biz. Yoktu bir de… Başka bir şey yoktu…Vakit geçirmek için okuduğunuz kitaptan zevk almaya başladığınızda bu bağımlılık yapan bir hobi haline gelirdi. Okullar, özellikle Ankara için konuşuyorum, şehir tiyatrosuna götürürlerdi çocukları.

“Lise’de Pazar matineleri…’’

Tiyatro da pazar matineleri lise öğrencileri ile dolu olurdu. Ona yönelikti. Şimdiki yönelim sosyal medyada ne deniyor, nasıl chatleşirim…

Yani durum yalellim Terelellim(!) boyutuna inmiş durumda…

Bu durum ilişkileri de  olumsuz yönde etkiliyor olabilir mi? 

Daha sığ mı yaşanıyor her şey…

Tabi… Bakın mektup alma zevki, bir de mektup yazma zevki... O’da ayrı bir zevk yani… Postacı kapıyı çalıp, mektubu verince acaba ne yazdı demenin heyecanı… Anlamsızlaştı yani duygu kayboldu. Modern çağın getirdiği erozyon diyelim…

1914’de Osmanlı’da Darülbedayi kuruldu. Ve Darülbedayi ekolünden hocalar ve üstatlar yetişti. Günümüzdeyse AVM dediğimiz alışveriş merkezlerinde, bazı belediyelerin kültür merkezlerinde oyunlar gösterime giriyor. Sanatçılar bu sahnelerde performanslarını gösteriyor. Tiyatro nereye gidiyor Türkiye’de?

Şimdi bazı şeyler vardır, azalır ama hiç bir zaman bitmez… Yine çağ ile ilgili bir şey bu. Eskiden sosyal yaşamın göstergesi sinema ya da tiyatroya gitmekti. Sevmeyebilir bir insan tiyatroyu, hoşlanma- yabilir ama  bir şekilde sanatın bir ucundan tutar, hoşlanır. Bu resim olur… Heykel olur… Bale olur… Bir şey olur yani…

Televizyon kültürü ve televizyondaki iğrenç programlar kültürüyle yetişen bir neslin anne, baba olduğunu düşününün; Onların çocukları da öyle oluyor tabi.

Bağlantı buradan geliyor.

“İyi olan bir şey kaybolmaz…’’ 

Bu hafta Çarşamba günü Tiyatro’ya gidelim diyen bir seyirci var.

Çok mu? Hayır…

İlk defa gelen ve çok hoşlanan var…

Devlet Tiyatrosu biletleri ucuz hadi gidelim şurada vakit geçirelim diyen de…

Yani sunduğunuz iyi şey seyirci ile bir şeklide buluşuyor.

Dediğiniz doğru. Artık şehirler büyüdü ulaşım da zaman alıyor.

Ankara’da, seyirci Tiyatronun ayağına gelirdi. Şimdi ise Tiyatro seyircinin ayağına gitmeye çabalıyor… Özel Tiyatrolar devamlı sahneleri olmadığı için demin saydığınız yerlerde, Belediyeler de, alış- veriş merkezlerinde bulunan sahnelerde filan oyun sergiliyor.

Hoş! Belediye başkanlarının çok anlayıp sevdiğinden değil;

“Yapıyor muyuz, yapıyoruz.’’ demek için. Ama çok kötüler olduğu gibi çok güzel yapılmış salonlar da var.

İşin zorluğu bir parça ama bu iş böyle yürüyecek başka bir şans  yok.

Saydığınız tüm bu olumsuzluklara ve gerçeklere rağmen günümüzde “moda’’ olan mesleklerden biri Tiyatro, sinema ve dizi film oyuncusu olmak…

Çünkü; çok para kazanacaklarını, kolayca şöhret olacaklarını düşünüyorlar. Ben bir yerde kurs veriyorum, gelen kurs talebelerine de ailelerine de aynı şeyi söylüyorum. Bir kere bu iş şans işi. Şansın tutma işi. Anlıyorsunuz zaten kim vakit geçirmek, kolayca şöhret olmak, bir denemek için gelmiş. Kim çalışmak için…

Bir de işin hezeyan kısmı var Defne Hanım değil mi?

Olmaz mı? Bir bakıyorsunuz dizisi tutmuş, basın sürekli peşinde koşuyor, konuşuluyor, sonra unutulmuş gitmiş. Onun için anne ve babalara söylüyorum; Tamam ihtiyaç filan var, ama siz çocuğunuza önem veriyorsanız, çocuk yaşta bu dizi sektörüne, bu işin içine sokmayın diye…

Yok çocuk yıldız Fatma’nın anası! denmesi hoşuna gidiyorsa o zaman  ne halt ederseniz edin! derim… Asla tasvip etmiyorum. O çocuklar okul da okuyamıyorlar. Manen de hüsrana uğruyorlar.Çok fazla örneği var karşılaştığım…

“KIZLAR GÜZELLİĞİNE ERKEKLER YAKIŞIKLILIĞINA GÜVENİRSE OLMAZ…

DOĞA ÇOK ACIMASIZ…’’

Kimi de gerçekten çok büyük paralar kazanıyor.Bölüm başına 80 bin lira filan gibi astronomik rakamlar talep eden var değil mi?

 Bir zamanlar gazino furyası vardı. Orada assolistler büyük para alırdı… 

Alt kadro az… Sonra, o gazinoların müşterilerinin profilleri değişti.

“Paralı ama kalitesiz” insanlar müşteri kimliğine bürünmeye başladı.

Sonra bizim saygın müşteri dediğimiz o insanlar evlerine kapandı.

Burada da öyle… Bu bir pasta meselesi. O paraları alanlar çok muhteşem başarılı olduklarından değil. Şöyle başarılı olan da var: Bir  dizi satar, çok reklam alırsa, herkes kazandığı için ona da, istediği parayı veriyor yapımcılar.

Bu furya çok yeni. Ben göremem… Ama yirmi yıl sonra göreceğiz hangisi parklarda yatıyor? Hangisi kendini emekliye ayırdı? Hangisi hala şöhret?

 Onu hiç birimiz bilemeyiz. Tutan dizilerin çoğuna bakın, diziyi ayakta tutan ikinci yan rollerde ki Tiyatro sanatçılarıdır.

“Elbette güzel insanlara ihtiyaç var ama çoğu…’’

Kızlar güzelliğine erkekler yakışıklılığına güvenir ve kendini yetiştirmezse olmaz. Doğa acımasız… Beş yıl sonra o güzellik yok. Yerlerine daha genci daha güzeli gelecek. İşte o zaman da yapımcı kapılarında  göbek atıyorlar bize iş ver diye…

Sizin dizlerde oynadığınız karakterler hep uzun soluklu oldu…

Hayır uzun soluklu değil…

Ben öyle düşünmüyorum Defne Hanım. Kaynanalardaki hizmetçi Döndü, Baskül ailesinde ki Zarafet, Pamuk Hemşire…

Uzun soluklu değil. Hepsi değil… O, başka bir şey… Pamuk Hemşire 26 bölüm sürdü. Baskül ailesi ise 16 bölüm…Kaynanalar 30 sene…

Hala tanıyoruz ve konuşuyoruz ama bunları Defne Hanım…

Seyirci açısından uzun süre olana sektörde uzun süreli denmiyor.

Kaynanalar Türk Televizyon tarihinin ilk sitcom dizisi olarak kabul ediliyor.

Evet öyle…

Döndü ilginç bir karakteri saf, temiz kalplı yeri  geldiğinde hanımına akıl veren kurnaz bir zeka sevimli de..

İlginç miydi bilemiyorum… Sevilen bir karakter oldu. Çünkü çok bizdendi. Anadolu’da her evde rastlayacağınız bir karakterdi.

Dikkat ediyorum bizim dizilerimizde insanlar avaz avaz.. Hep ağlıyor… Şiddet dram ağa dizileri, bir hoyratlık hakim… Komedi neredeyse hiç yok. Halkımız güldürüden çok dram mı izlemeyi seviyor? Neden komedi yok?

Komedi zor iş. Komedi senaryoya ya da metne dayanırsa, öykü komik yazılırsa o, komedidir. Öbür türlü oyuncunun komiklik yapması işte o şaklabanlığa girer! Olay komik olmalı. Bizim en büyük eksikliğimiz senarist eksikliği.

Öykü yok…

Gülse Birsel in işleri çok tutuyor toplumun sosyolojisini de iyi biliyor sizce?

O kurguyu da, castı da sağlam yapıyor. Ama bir tane Gülse işte. 

O’da iki tane iş yaptı. Sürekli çıkmıyor, yazılmıyor…

Tiyatro sanatçısı olmak isteyen çok genç var. Bu iş için ailesinin bu konuda destek olduğu insanlarda var. Hiç hayatında tiyatroya gitmemiş, kapısından içeri girmemiş olsa da tiyatrocu olacağım(!) diyen de…

Sizce bu mesleğe başlayacak gençler için geçerli olmazsa olmaz kurallar nelerdir?

İşte o hiç tiyatroya gitmeyip, tiyatrocu olmak istemek “Ben, hiç suşi yemedim, ama Japon mutfağına bayılırım…’’ demek gibi bir şey…

Bilmiyorum ilk ateşi nereden alırlar ama olmazsa olmazı sabır, zeka, çalışkanlık, bizim toplumumuz da pek olmayan “dakiklik’’, prova saatlerine uyacaksın…Disiplin…

“TİYATRODA EN ÖNEMLİ ŞEY DİSİPLİNDİR…’’

Ben her zaman şunu derim; “Bana odun ver oynatırım!’’ Biraz daha fazla emek harcarım ve o rolü oynatırım… “Ama disiplini öğretemem!’’ Disiplin çok önemlidir. Araştırmak, okumak ve seyretmek… Bunlar oyuncu olmak isteyen insanın hayatına almak zorunda olduğu şeyler. Ama oyunculuk televizyonda ki aptal dizilerle eşleştirilmemeli… Şimdi öyle…

Defne hanım sizinle ilgili araştırma yaparken bir gazino döneminiz olduğunu ve Orhan Gencebay’dan ders aldığınız okudum.

Bu bir internet tevatürü mü? İşin Salı nedir?

Yok canım. İnternetin uydurması.Efendim, şöhretimin tavan olduğu o günlerde bir plak şirketinde  Orhan Ağabey, ile  bir resim çektirdik. Benim sesim de güzel olduğu ve sahnede şarkıda söylediğim için öyle bir asparagas bir haber yapılmış. O resimlerde şimdi İnternete düştü. Öyle bir şey yok katiyen!

Kabare mi yaptınız? Bebek Belediye Gazinosunda başlamışsınız.

Nasıl oldu? Ben o dönemi merak ediyorum.

1976 yılında biz İzmir Fuarı’nda sahneye çıktık. Beni Devlet Tiyatrosundan attılar! Tabi ki atış nedeni bir bahaneydi. Ben devlet tiyatrosunun ilk kadın televizyon şöhretiyim. Onun faturası da o şekilde çıktı bana…

“BEN HİÇBİRZAMAN ŞARKICILIĞA SOYUNDU DEDİRTMEDİM KENDİME…

NAMUSUMLA EKMEK PARAMI KAZANDIM SADECE…’’

Hayatta tek başıma kalmışım. Tencere kaynayacak! Gidip markette peynir satacak halim de yok. İzmir Fuarında Kaynanalarla sahneye çıkarken kaynanalar parodisinin içinde iki tane taklit yapıyordum. Ajda Pekkan, Neşe Karaböcek taklitleriyle o salon inliyordu alkıştan.

Onu gören gazino patronu ertesi sene beni buldu.

Ve kaynanalardan bağımsız sahneye çıktım. Sonra böyle bir sorumluluk alınca taklit yelpazesini genişlettim. Fuarlar, organizasyonlar vardı ve ben uzun bir süre solist altı dediğimiz Uğur Böceklerinin, Ateş Böceklerinin çıktığı gibi eskiden o dönemlerde onların yerini almış oldum. İlk taklitle başladım.

Orkestra ile söylenen şarkılardı. 18 dakika, 9 ayrı sanatçının taklitleri… Bayağı önemli, bir müzikal başarı da oldu.

Anadolu’da sıkıntı çektim. Nota bilen orkestra bulmakta.

Taklit yapmaktan sıkılmaya başlamıştım. Kendi sesimle söylemeye başladım. Çünkü Anadolu’nun her yerinde üç tane sazcı bulunuyordu Türk müziği repertuarı biliyorlardı. Anlayacağın tencere kaynattım.

Ben müziğe bayılmadım, şarkı söylemeyi çok sevmedim.

Hiç bir zaman da şarkıcı olmaya soyunuyor dedirtmedim kendime!

Ben sadece namusumla ekmeğimi kazandım!

Sonra tekrar tiyatro yaptım… 96-97’de tekrar Devlet Tiyatrosu’na döndüm…

Harikasınız …

Peki bu meslek kıskanç bir meslek midir? Tasviye edildim! demiştiniz az önce..

Evet… Kıskanç tabi…

Her branşta vardır. Bu meslekte ihtiraslı olmak güzeldir. Bunu yapmak istiyorum! Şunu başarmak istiyorum! Ama muhteris olursanız…

Yani ben bu rolü almak için Ayşe’nin ayağını kaydıracağım! der ve bunu yaparsanız işte onu sevmiyorum… Yapan var.. Yapanı da sevmiyorum.

Bana da yapılmıştır. O kadar önemli değildir. Ama bazen hay Allah! Niye böyle bir oyun oldu ki? diye düşünüyorsunuz. Ben Tiyatro’da oyuna çıktığımda salonda bir fısıltı yükselir, seyirci tanır, heyecanlanırdı…

Dediğim gibi ilk televizyon şöhretiydim.

Her gün ilk sayfada bir resmim. Biz de sanatçılar gazeteye çıktılar  mı birbirlerine gösterirlerdi o dönem de. Tabi bunlar da önemli şeyler ama herkese olmuyor. İki yüz elli tane oyuncu var… Bunlar  bir kıskançlığa sebep oluyordu oyuncular arasında… Güzel kadınlar kıskanmazdı beni.

Kendi janrım da olan, benim tarzım roller oynayanlar kıskanırdı.

Peki bunca alkış, şan şöhret.. Seyircinin ilgisi, sevgisi, alkışları… Sonra eve dönünce yalnız hissettiren bir meslek midir? Yalnız mı kalır oyuncu perde kapanınca?

Eğer, o yalnızlığı fark etmek için çaba gösterirseniz tabi…

Çaba gösterirseniz?

Yani önem verirseniz. Dramatik bir sonuç çıkmaz fakat diğer taraftan tabi zor zamanımızda yanımızda kimse yok. Yolda resim isteyen, resim çektirmek isteyen, ayılıp, bayılan hiç kimse yanınızda yok tabi.

Çünkü; “Hayatta yalnız doğar,yalnız ölürsünüz…’’

Mühim olan o yalnızlığa alışabilmek.

Defne Hanım, siz sevimli neşeli pamuk gibi roller ile tanındınız. İçlerin de zarafet, daha dominant bir kadın karakteriydi. Siz dominant da bir kadınsınız. Zor bir insan mısınız?

Sadece çok fazla prensipliyimdir. Programcı bir insanımdır. Hayatım çok kolaylaşır. Yanımda ki insanın da hayatı kolayla- şır o program sayesinde…

Evet dominantımdır. Sadece insanların yapması gerekenleri yapmasını talep ediyorum bir vatandaş olarak. Hiç kimse bunu yapmadığı için mutsuz, sinirli ve eleştirelim. Maalesef mesleki anlamda da kategorize oldum. O dediğiniz sıfatlar yüklendi bana. Sert, ters ve kötü kalpli bir kadını oynamak isterim.

Siz her şeyi oynarsınız üstatsınız. Gerilim de, korku da…

Yine sen düşünüyorsun bunları Canan söylüyor… 

Subjektif bakıyorsun yine.. Yapımcı para yatırıyor o işe, kabul etmez.

Seyirci kabul etmez diye… Onlar da şöyle haklı, seyircinin gözünde otomatikman beni gördüğünde bir tebessüm oluşuyor. Onu, kötü entrika çeviren kadın olarak görmez diye yapımcı kabul etmiyor.

‘’60 YAŞIN ÜZERİNDE Kİ KADINLAR SENİN ÜLKENDE ÖYLE GÖRÜNMÜYOR…’’

Bir ebedi gençlik takıntısı var.Kadın oyuncunun estetik ve botoks yaptırması şart diye bir algı oluştu.Filmler 60 yaşın üzerinde, ebedi genç,dimdik duran, salon kadını anneleri ile doldu.Oyucu için dezavantaj değil mi bunca estetik, botoks?

Olmaz işte…60 yaşın üzerinde ki kadınlar senin ülkende öyle görünmüyor.Öyle botokslu donuk bakmıyor…Geçtiğimiz günlerde çok genç bir oyuncu  kızımız bile göz altı torbalarını aldırdı.Bazılarının ihtiyacı var kabul ediyorum ama belki belli bir ölçüde yaptırılır.Öyle bir hal aldı ki ihtiyacı olmasa da yaptırıyor.

Ben çoğunlukla kadın röportajları yapıyor ve konuğuma hep şu soruyu soruyorum.Ben size de aşkı sormak istiyorum.Defne Yalnız için aşk?

‘’AŞK HİÇBİRŞEYDEN BESLENMEZ…AŞKIN TEMELİ CİNSELLİKTİR…’’

Ben aşkı insanoğlunun sadece cinsel heyecanlarına bağlı olarak yükselen adrenalinin dışa vurumu olarak algılarım.Sevgidir önemli olan…Sevgiye bağlı saygıdır…Aşk geçer…Çok aşık olduğunuz insanla yatağa girdikten sonra beşinci günden sonra birbirinizden bıkarsınız .Erkekte beşinci gün… 

Kadında iki ay filan uzar belki…’’Biz kadınlar daha sabırlıyızdır.’’Doğrusu sonra aşk, maşk  kalmaz.Kesinlikle aşkın temeli cinselliktir…

Aşk kavuşamamaktan  mı beslenir o halde?

Aşk hiçbir şeyden beslenmez.Cinsel uyum varsa aşk tetiklenir.Bir süre sonra zaten o da belli bir doyuma geldiği için biter.Ama sevgi paylaşmaktır…

Asgari müşterek de birleşmek ve aynı şeylerden zevk alabilmektir.Önem vermek,içinizin titremesidir.bu aşk değil bu sevgi…

Karı kocalığı evlilikte hayat arkadaşlığına dönüştürdüğümüz zaman evlilik muhteşem bir şey olur.

‘’EVLİLİK AŞKI ÖLDÜRÜR AMA SEVGİYİ DEĞİL!’’

Evlilik aşkı öldürür diyor bizim kuşak defne hanım .Son yıllarda boşanmalar da arttı  hızla…

Aşkı öldürür... Sevgiyi koyabildiyse yerine aşk ölsün zaten…

Aşk başka şey sevgi bambaşka bir şey…Bakınız evlilikler başlar, düğünler çok güzel,ama düğünlerin güzel olması evliliğin de güzel olacağını göstermez.

Öyle olsa Prens Charles ile Diana ayrılmazdı. Evlilik başlar… İlk günler çok güzel sonra birbirlerine yetemedikleri için ,paylaşacak bir şeyleri olmadığı için, bu gün kime gidelim?Yarın kimi bizim eve çağıralımlar başlar.Sıkılmaya başladığın zaman o evliliği bir gözden geçirmek lazım.Adam maç seyretmek ister,kadın dizi…Ayrı ayrı…Birbirlerinin isteklerine saygı yok! çözüm arama yok!

‘’İKİMİZDE BOŞANMIŞTIK… BİR DENEYELİM DEDİK…

BİZ EVLİLİĞİ HAYAT ARKADAŞLIĞINA DÖNÜŞTÜREBİLMİŞTİK!’’

Siz, Mete Sezer ile evliydiniz.Çok vakur duruşlu,davudi sesli,izleyicinin de apayrı bir yerde konumlandırdığı son eşiniz ile 25 yıl evli kaldınız.

Büyük bir aşk mıydı?

Hayır değil.Mantık beraberliği.Film setinde tanıştık.Ben beş yıldır duldum.İkimizde evlenip boşanmıştık.Bir deneyelim dedik.Bir uyumsuzluk dönemi geçirmişizdir başlangıçta…Dediğim gibi ; ’’Biz, evliliği hayat arkadaşlığına dönüştürebilmiştik.’’

Başka türlü uzun ömürlü olmazdı.

‘’ERKEKLER İDARESİ KOLAY MAHLUKLARDIR…

AMA KADININ BURADA AKILLI OLMASI ÖNEMLİDİR…’’

Mete Sezer, zor bir adam mıydı? 

Aslında bütün erkekler idaresi kolay mahluklardır. Zordu…

Önemli olmayan zorluklardı.

‘’İYİ Kİ METE İLE ÇAPKINLIĞINI BAHANE EDİP AYRILMAMIŞIM…

EVLİLİĞİN SAĞLAMSA GÖZDEN GEÇİRİYORSUN…’’

Tabi zamanla düzene girdi… Absorbe ettim…Çapkındı Mete…

Evliliğimizde ki tek sıkıntımız bu oldu.Adamda haklıydı be kardeşim!

Kadınlar benim yanımda asılıyordu…İyi ki çapkınlığı bahane edip ayrılmamışım.Evliliğin sağlamsa gözden geçiriyorsun bu durumda.

Sağlam değil ise bir bahane oluyor.Son dönemlerinde ki birlikteliğimizde aferin Defne !dedim, kendi kendime. İyi ki işi başka boyutlara götürmemişim.Çünkü sonuçta bir karış toprak ,iki metre kefen…

Çok büyük bir aşk mı hayır…Ama hayat arkadaşlığı…Son hastane döneminde Mete’nin,iyi ki atlatmışız ve iyi ki ben buradayım dedim…

‘’BİZİM SEYİRCİMİZ ENTERESANDIR…

SİZİ GÖRDÜĞÜNDE YİNE SİZİ SEVİYORUM DER FAKAT HATALARINIZI AFFETMEZ…’’

Siz saygı ile anılan çiftlerden olmuşsunuz …

Saygı çok önemli bir şeydir. Bizim seyircimiz çok enteresandır.Bir yerde sarhoş görüntülendiğinizde,evli bir adamla olduğunuzda,evinize haciz geldiğinde…Uyuşturucu kullandığınız filan ortaya çıkacak olursa şayet sizi gördüğünde yine sizi çok seviyorum der, ama bir şekilde sizi siler…

Sahiplenmiyor sanatçıyı hatalarıyla o halde. İnsani hataları affetmiyor mu?

Hayır…Yüz yüze seviyorum der ,ama hayır.Bu şöhretin uzun soluklu gitmesinin sebebi, benim olağanüstü oyunculuğum değil, ‘’saygınlıktır…’’

Mesleki olarak elinden geleni yapmış,seks filmlerinde oynanamamış…

Bunlar önemlidir…Seyirci belli etmez… Belki kendi bile farkında değildir ama üzerini çizer…

‘’ANNE OLMAYI DÜŞÜNDÜM… OLDUĞUNDA BEN İSTEMEDİM… BEN İSTEDİĞİMDE İSE OLMADI…’’

Defne Hanım bildiğim kadarıyla çocuğunuz yok.

Anne olmayı istemiş miydiniz?Hiç düşündünüz mü Anne olmayı?

Düşünmez miyim.Düşündüm tabi. ‘’Olduğu zaman ben istemedim.Ben istediğim zaman da olmadı.’’Böyle diyelim… İlk evliliğimde oldu ben istemedim.Çünkü; o evliliğe güvenim yoktu…En son bebeğim karnımda öldü.6,5 aylıkken kaybettim…Sonra menopoza girdim…Bir buçuk yıl sonra ise tüp bebek çıktı…Yaşam biraz daha farklı olmuş olsaydı…

Yani ben biraz daha geç girsem…

Tüp bebek biraz daha erken gelmiş olsaydı…

Olabilirdi…

Dünya sonumu ?Asla değil…

Çocuğum olmadığına da çok memnunum…

Neden?

Çok başarısız yetiştirilmiş evlatlar,çok kötü ilişkiler çok gördüm…Kötüleri gördükçe iyi ki olmamış bile diyorum…Bir aileyi oluşturmak için çocuk mühim.Hele hele çocuk yapmamaya bilinçli karar vermiş çiftlere de saygı duyarım fakat benim ki öyle değil…

Kısmet Defne Hanım…

Kısmeti sizin gibi gülümseyerek söylüyorum. Kendimi yerlere atmıyorum.Kadın deyince doğurganlık!Doğa da  böyle…

Peki … 

Son sorum Defne Hanım yeniden bu mesleği yapar mıydınız?Keşke hiç bu mesleği yapmasaydım dediniz mi?Pişmanlıklarınız var mı?

Hayır..Hayır…Belki keşke şu olurdu…Ama belki de olmazdı…

‘’Karakter oyuncusu olmak için kilolu olmamak gerekmez tabi…’’

‘’MESLEK ZOR AMA EN ZORU KALICI OLMAK…’’

Çok genç yaşlarımda, belli hastalıklar sonucu, kilo almaya başladım .

İşte o sırada Döndü rolü geldi,Döndü, ile kilo özdeşleşti…

Acaba kadın Defne olarak zamanında dikkat etseydim… 

Dediğim zamanlar oldu…Kendimle de barışığım…Mide ameliyatı filan olmayı hiç düşünmedim.Meslek zor! En zoru ise kalıcı olmak… Belki onu başardığım için mutluyum…Genç, güzel, taze şöhreti herkes tanır. Ama önemli olan benim yaşımda ,benim kilomla,benim geçmişimle var olduğunu hissettirebilmektir…

Defne Hanımcım söylemeden geçemeyeceğim. Çok mutlu ettiniz beni, bu söyleşiyi kabul ederek…Çokkk teşekkür ederim…’’’Her saniyesi ve tüm kelimeler benim için çok özel ve önemliydi…’’ 

Rica ederim.Ben buraya röportaja geldiğim için İncilerim dökülmedi…Sen istedin ,uğraştın,çabaladın ve şu an buradayız…