Saygıdeğer Papatya Dergisi okurlarım içinde bulunduğumuz şu günler gerçekten de zihinlerimizi hayli yormakta ve bizleri ziyadesiyle üzmektedir. Evet, günümüzün belası Corona virüsü tüm dünya ülkelerini etkisi altına almış olup, tabiri caiz ise hallaç pamuğu gibi de atmaktadır. Gerek sokağa çıkamamak, karantina altında olmak gerekse ekonomik sıkıntılar beynimizi olumsuz yönde etkilemekte ve beynimize olumsuz sinyaller vermektedir. Bu sıkıntılı durum bizleri hayli huzursuz ve mutsuz etmektedir. Şayet zihnimiz ile bazı sorunlar yaşıyorsak sıkıntılarımız katlanarak artmaktadır. Binayı nem, insanı gam yıkar felsefesinden hareket edecek olursak, dile getirmek istediği konu daha iyi anlaşılacaktır umarım. Bu konuya istinaden bugün sizler ile olmadan önce endişe duyduğumuz, ancak olduktan sonra ise hiç bir şey anlamadığımız (!) çağımızın hastalığı Alzheimer’ın semptomları (belirtileri) ile karışabile beyin, diğer adıyla zihin yorgunluğundan söz etmek istiyorum. Bu konuya eğilmemin nedeni ise, son yıllarda nörologların ‘Alzheimer oluyorum” paniğiyle başvuran hasta sayısından büyük bir artış yaşandığını söylemeleri ve bu şikayetlerin altında çoğu kez beyin yorgunluğunu teşhisi koyduklarını ifade etmeleridir. Şu bir gerçektir ki, yaşamınız esnasında gün boyu bir türlü konsantre  olamıyor, kafanızı kolayca toplayamıyor, doğru kararlar veremiyor, bildiklerinizden emin olamıyor, sık sık unutuyorsanız korkmayın (!) siz muhtemelen beyin yorgunusunuz. Bu yorgunluk,  aşırı iş yükü, teknolojik olumsuzluklar, şehir hayatı, gün içerisindeki yaşanan olumsuzluklar, geçim sıkıntısı, aşırı stres gibi nedenlerden kaynaklanmaktadır. 

Beyin yorgunluğu kişinin verimliliğini %40 oranında azaltmakta, yaratıcılığını düşürmekte, sorunlara pratik çözümler bulmasını ve sağlıklı kararlar almasını büyük oranda engellemektedir. Ayrıca, kaygıları artırmakta hatta kişinin depresyona girmesine bile neden olabilmektedir. Yapılan araştırmalar ve uzmanların ifadelerine göre beyin yorgunluğu kadınlarda, erkeklere oranla daha fazla görülmektedir. Bilinen odur ki, beyin yorgunluğu, yaşa bağlı bellek bozukluğundan ve alzheimer’dan farklı olarak sadece yaşlılık problemi olmayıp her yaşta görülebilmesi mümkün bir durumdur. Tedavi ile semptomları ortadan kaldırılabilen bir rahatsızlık olup, ancak beyin yorgunluğuna neden olan faktörler giderilince büyük oranda iyileşme gerçekleşmektedir. Bu konunun uzmanları yaptıkları araştırmalar sonucunda, çeşitli terapi ya da tekniklerle veya beyin egzersizleri ile hücreler arası yeni snapsisler yani bağlantı yolları oluşabildiğini ifade etmektedirler. Ayrıca beyin hücreleri yaş ilerledikçe ölmemekte, sadece hacimleri küçülmekte ve fonksiyonları, sinyal gönderme özellikleri azalmakta olduğunu öne sürmektedirler. 70’li yaşlara gelindiğinde beyin kan dolaşımı yaklaşık yüzde 25 civarında eksilmekte, bu azalma ise, nöronların küçülmesinden kaynaklanmaktadır. Şayet sürdürülen çalışmalar sonucunda nöronların yani sinir hücrelerinin hacimlerindeki azalmayı yani atrofiyi durdurabilecek yeni tedaviler geliştirebilirse, beyin yorgunluğunu ve yaşlanması, haliyle demansın ortadan kaldırılması veya aşağı çekilmesi hayal olmayacaktır. Beyin yorgunluğunda en çok karşılaştığımız şikâyetler arasında, unutkanlık, odaklanamama, konsantrasyon eksikliği, algılama eksikliği, öğrenme ve ezberleme zorlukları, beyinde ağırlık hissi, dikkatsizlik, tahammülsüzlük ve çabuk sinirlenme gibi belirtilerdir. Yeni şeyler öğrenmede problem vardır. Beynin kayıt merkezi alzheimerdaki gibi bozulmamış ancak yeni bellek kaydında gecikme ve zorlanma söz konusudur. 

Bu kişiler, okuduğu şeyleri anlamak için tekrar tekrar okumak zorunda kalmakta, kitabın bir sayfası okunurken, bir önceki sayfaya sık sık bakma ihtiyacı hissetmektedirler. Ezber yapmak zorunda olanlar kişiler için daha da farklı bir sıkıntı söz konusu olup, bu nedenledir ki, her zamankinden daha çok zaman harcamak zorunda kalmaktadırlar. Peki, beynimizi neden ve nasıl bu hallere getiriyoruz sorusuna ise, öncelikle stres faktörünü söylemek gerekmektedir. Şöyle ki, katı disiplin uygulanan iş yerlerinde yoğun stres altında çalışılmakta bu da çalışanlar üzerinde baskı oluşturarak performansı olumsuz yönde etkilemektedir. Ayrıca, kişilerin sağlıksız şartlarda ve ortamlarda çalışması da beyin yorgunluğuna neden olmaktadır. Bununla birlikte, aşırı sıcaklık beyin fonksiyonlarını olumsuz yönde etkilemektedir. Yapılan araştırmalar sonucu insan beyninin soğukta daha iyi performans gösterdiği ortaya konulmuştur. Bilgisayar ve elektronik cihazlardan yayılan elektromanyetik dalgalar beyin yorgunluğuna neden olmaktadır. Keza, TV-Radyo dalgaları, cep telefonu sinyalleri, baz istasyonları, yüksek gerilim hatları beyin yorgunluğunun en önemli nedenleri olarak gösterilmektedir.

Diğer önemli faktör ise, alkol ve uyuşturucu gibi maddeler bellek problemlerinin yaşanmasına, öğrenme ve algılamada fonksiyon kaybına neden olmaktadır. Son olarak söylememiz gereken faktör ise, istirahat, uykusuzluk, B12 ve demir eksikliği de beyin yorgunluğuna neden olabilmektedir. Beyin yorgunluğunu ortadan kaldırabilmek veya en aza indirebilmek sıralamış olduğum etken faktörlerin büyük ölçüde ortadan kaldırılmasına bağlıdır. Bu arada tüketeceğimiz besinler arasında ceviz, badem, fındık, kayısı, kuru çekirdekli üzüm, böğürtlen, yaban mersini, sardalye, somon, kepekli pirinç, üzüm suyu, zeytinyağı ve sıcak kakao beyin yorgunluğuna iyi gelen besinler arasında gösterilmektedir. Ayrıca kahve ve çay da beyin yorgunluğuna iyi gelmekte, ancak tüketirken aşırıya kaçılmaması gerekmektedir.

Sağlıklı, mutlu nice güzel günler diliyor saygılar sunuyorum.

FIRINDA KUZU VEYA KOYUN BUDU

KULLANILAN MALZEMELER (4 KİŞİLİK)

1 kg kuzu veya koyun budu

2 adet sivri biber

2 adet soğan

2 adet küçük havuç

4 diş sarımsak

2 orta boy domates

Yarım demet maydanoz

1 çay bardağı zeytinyağı

1 su bardağı et suyu

Tuz, karabiber ve kekik

YEMEĞİN YAPILIŞI

Önce kuzu veya koyun budu mümkün olduğunca eşit olacak şekilde  4  parçaya bölünür ve düdüklü tencerede 20 dakika haşlanır.  Bu sırada domates, soğan, sarımsak ve havuçların kabukları soyulur. 

Haşlanmış kuzu veya koyun butları fırın tepsisine yerleştirilir. Kenarlarına domates, soğan, sarımsak, havuç, sivri biber ve iri bir şekilde doğranmış maydanozlar yerleştirilir. Üzerine zeytinyağı gezdirilir. Sebzelerin ve etin üzerine istenilen miktarda tuz, karabiber ve kekik eklenerek 180 0C fırında pişirilir. 

Fırın tepsisi çıkarılır ve sebzeler ayrılarak miksere yerleştirilir. Üzerine 1 su bardağı et suyu ilave edilerek mikser çalıştırılır. Püre haline gelen sebzeler ve kuzu budu parçası servis tabağına alınarak servise hazır hale getirilir. 

YEMEĞE BİLİMSEL BAKIŞ

Saygıdeğer okurlarımız, yemeğin ana unsuru ettir ve et önemli bir protein kaynağıdır. Bilindiği gibi proteinler organizmaların ihtiyacı olan besin maddelerinin en önemli gurubunu oluşturmaktadır. Karbonhidratlar enerji taşıyıcıları, yağlar depo maddeleri, proteinli maddeler ise organizmanın temel yapı taşları olarak görev yapmaktadır. Besinlerden alınan protein, hormon, enzim ve bağışıklık maddeleri gibi vücudumuz için gerekli olan hammadde olarak görev yapmaktadır. Kısaca proteinler metabolizmada doğrudan rol oynamaktadırlar. Organizmada çok değişik proteinler bulunur. Bunlar yalnız cinse özel değil aynı cinsler arasında organlara da özel yapıya sahiptir. 

Organizmanın protein ihtiyacı daha çok esansiyal aminoasitler üzerine kuruludur. Biyolojik değer, sindirim kanalından emilen proteinlerin, vücut proteinine dönüşme oranı olarak ifade edilmektedir. Şöyle ki; biyolojik değer, besinleri insan vücudu proteinine, ne kadar çabuk değişebileceğinin ölçüsüdür. Proteinlerin organizmadaki önemine ve fonksiyonlarına kısaca değinecek olursak,

1-Vücut dokularının onarım ve yapımında kullanılması. Proteinler önce onarım sonra büyümede kullanılmaktadır

2- Enzim, hormon gibi hayati olayları düzenleyen kimyasal regülatörlerin (düzenleyici) bileşimine girmek

3- Vücuttaki asit baz dengesini normal dengede tutmak için tampon görevi yapmak

4- Kalıtsal faktörler olan kromozomun yapısında bulunmak

5- Kasların kontraksiyonunda (kasılmasında) görev almak

6- Hücrelerle, intraselüler (hücreler arası) sıvılar arasında besin unsurlarının değişimine yardım ederek ödemlere sebebiyet veren sıvıların anormal bir şekilde toplanmasına engel olmak

7- Şayet, enerji veren diğer besin unsurları olan karbonhidrat ve yağ yeteri kadar alınmazsa veya diyetle fazla protein alınırsa, proteinler enerji sağlamak üzere de kullanılırlar.

Ayrıca, protein dışarıdan gelen tüm mikroplarla vücudun savaşmasını sağlamak ve salgın hastalıklara yakalanmamamız için enfeksiyonlarla savaşan antikorların üretiminde kullanılmaktadır. Özellikle çocuklar çok fazla düştükleri için vücutlarında yara bere ve çizikler oluşabilmektedir. Proteinler zedelenen hücreleri onarmakta ve yenilemektedir. Aşırı protein tüketimi içeriğindeki yağ ve kolesterol bulunması, yağın fazlasının depolanması ileri yaşlarda kalp-damar hastalıklarına yakalanma riskini artırdığı gibi kilo alımına sebep olmaktadır. Ayrıca, fazla protein vücuttan kalsiyum atımını da hızlandırmaktadır.

Vücuda yeterli protein alınmadığı durumlarda ise, vücut kendi hücrelerini kullanmakta, bunun sonucunda da önce büyüme durmakta, daha sonra vücut ağırlığında azalma başlamaktadır. Vücudun hastalıklara karşı direnci azalmakta ve hastalıklar daha uzun süreli ve daha ağır seyretmektedir. Protein, vücudumuz ve vücudumuzda bulunan tüm hücrelerin düzenli çalışması için gerekli olan önemli moleküllerden biridir. 

Yemeğin içeriğinde yer alan havuç yüksek besin değerlerine sahip, lezzetli bir sebze olup sağlığımıza büyük katkılar sağlamaktadır. Havuç özellikle zengin A vitamini içeriği ile göz sağlığını korumada çok önemli bir rol oynar. Bilindiği gibi A vitamini eksikliğinde gece körlüğü ortaya çıkmaktadır. Ayrıca, beta karoten yaşa bağlı makula dejenerasyonuna (gözün görme merkezinin tahribata uğraması) ve katarakta karşı etkili olur. Son zamanlarda, araştırmacılar havucun içindeki falkarinol adlı bir maddenin anti-kanser etkisine neden olabileceğini ortaya koymaktadır. Fareler üzerinde gerçekleştirilen bir araştırmada, çiğ havuç veya falkarinol yiyen farelerde yemeyenlere göre %30 daha az kolon kanseri riski tespit edilmiştir. Diğer bazı yapılan araştırmalarda karotenoidler (A vitaminin öncül maddesi) açısından zengin bir diyetin kalp hastalıkları riskini azalttığını ortaya koymaktadır. Ayrıca, düzenli havuç tüketiminin kötü kolesterol seviyesini düşürdüğü gözlemlenmiştir. Bunlara ilaveten, havuç güçlü temizleme özelliğine sahip olup, karaciğeri toksinlerden arındırmaktadır. Bu açıdan aknelerle mücadelede de etkilidir. Çünkü akneler kandaki toksinler sebebiyle oluşmaktadır. Havuç ayrıca pigmentasyon nedeniyle oluşan ciltteki renk tonlarının farklılaşmasını tedavi etmede de etkilidir. Havuçtaki A vitamini ve diğer besin maddeleri etkili bir şekilde cildi güzelleştirir, kuru cildi ve diğer cilt sorunlarını engellemektedir. Bu bağlamda, havuç yüksek miktarda beta karoten ihtiva etmektedir. Önemli bir antioksidan olan beta karoten vücuttaki yaşlanmaya neden olan serbest radikallerle savaşmakta ve büyük yararlar sağlamaktadır.

Orta büyüklükteki bir havuç (61 gram) 25 kaloridir. Bir havuçla günlük lif ihtiyacının %7’si karşılanabilmektedir. A vitamini açısından çok zengin olan havuç, günlük A vitamini ihtiyacınızın büyük bir kısmını sağlayabilmektedir. Ayrıca orta büyüklükte bir havuç yiyerek K vitamini ihtiyacının %10’unu, C vitamini ihtiyacının %6’sını, B6 vitamini ihtiyacının %4’ünü, potasyum ihtiyacının %6’sını karşılayabilirsiniz. %3’lük folik asit, niasin ve tiamin ihtiyacı da yine bir havuçla karşılanabilmektedir.

Yemeğimizin içeriğinde yer alan diğer bir sebze ise yeşil bibedir. Yeşilbiber lif ve beta karotenin yanı sıra A provitamini, C, B1 (tiamin), B2 (riboflavin), B6 (pridoksin), E, P ve K vitaminleriyle birlikte bazı alkaloidler, ayrıca sodyum, potasyum, kalsiyum, demir, magnezyum başta olmak üzere birçok mineral içermektedir.

Kalorisi düşük olan biberin çiğ olarak salata ve yemeklerle birlikte tüketilmesi tokluğu arttırdığı için kilo vermeye yardımcı olmaktadır. Ayrıca, içeriğinde yoğun lif bulunduğu için pekliği (kabızlığı) önlemekte, bağırsakların iyi çalışmasını sağlamaktadır. Biberin, ısı arttırıcı kapsaisin maddesi içermesi nedeniyle, spazm veya burkulma gibi sorunlardan kaynaklanan ağrıların giderilmesine yardımcı olur. Biber de bal, sarımsak gibi doğal bir antibiyotiktir. Biber hem ısıtıcı hem de doğal antibiyotik oluşu nedeniyle öksürük, grip, nezle, soğuk algınlığı gibi daha çok kışın yaygın görülen rahatsızlıklardan korunma ve tedavisinde yararlı olmaktadır. 

Bütün biber çeşitleri, ‘karnosik asit’ içermektedir. Bu asit beyin sağlığını koruduğunu, hafızayı güçlendirdiğini, yaşlılık sonucu ortaya çıkabilecek unutkanlık ve parkinson hastalığı gibi hastalıklara yakalanma riskini azalttığını, hatta ruh sağlığının korunmasına yardımcı olduğunu ortaya koymaktadır. 

Yemeğin içeriğinde Latince adı 'Allium Sativum' olan sarımsak diğer ifadesi ile sarmısak yer almaktadır. Bu değerli bitkinin bileşiminde şeker (sakkaroz, glikoz), A, B, C ve E vitamini, kükürtlü bir uçucu yağ ve içerisinde bol olarak alil sülfür yer almaktadır. Sarımsağın özel kokusu ve tadı bundan ileri gelmektedir. Sarımsak içeriğindeki bu yağ nedeniyle enfeksiyonlara karşı koruyucu bir etki sağlamaktadır. Ayrıca bileşiminde eterli uçucu yağlar (alliin, allicin, ajoen) , scordein, selen ile dişilik ve erkeklik hormonlarına benzer maddeler taşımaktadır. 

Konunun uzmanlarının tespitlerine göre, sarımsağın insan sağlığı açısından en önemli faydalarını şöyle sıralamak mümkündür: Sarımsak, vücudun bağışıklık sistemini uyarmakta, yani antibiyotiklere benzer etkiler yaparak vücuttaki enfeksiyonlara karşı savaşmakta ve başarılı olmaktadır. Bu bağlamda nezle, soğuk algınlığı, uçuk; mide, bağırsak ve mantar iltihapları, arpacık gibi bakteri, virüs ve mantarların oluşturduğu enfeksiyonlara karşı etkili olmaktadır. Ayrıca, kandaki kolesterol düzeyini düşürmektedir. Yapılan araştırmalar, günde iki diş sarımsak yiyen kişilerin kolesterol düzeyinde, kısa dönemde %10'luk düşüşlerin gerçekleştiğini ortaya koymaktadır. Bununla birlikte, kanı sulandırmakta ve kan dolaşımını hızlandırmaktadır. Bu etkisiyle de, kalp krizi ya da felç geçirmeye neden olabilecek damar tıkanıklıklarını önlemektedir. Yüksek tansiyonu düşürmektedir. Sarımsağın kan şeker düzeyini düşürdüğü yapılan bilimsel araştırmalarla saptanmış olduğundan, bazı şeker hastalarına sarımsak yemeleri önerilmektedir. Tüm bu bilgilerin ışığı altında, sarımsağın ne kadar yararlı doğal bir bitki olduğu aşikârdır. Ancak hipotansiyona yani düşük tansiyona sahip kişilerin ve ameliyata girecek kişilerin sarımsağı tüketme konusunda dikkatli olmaları gerekmektedir.

Sofralarımızın olmazsa olmazlarından olan domatesin içerisinde bulunan besin değerlerini inceleyecek olursak, özellikle A ve C vitamini bakımından yüksek bir miktara sahip olduğu görülmektedir. Bunun yanı sıra folik asit (B9 vitamini) miktarı açısından da oldukça zengindir. Ayrıca E, K, B1, B2, B3, B5, B6 vitaminleri, alfa lipoik asit, kolin, likopen, beta-karoten ve lutein gibi maddeleri de içermektedir. Domates özellikle antioksidan deposu olarak bilinen bir besindir. Yapılmış olan bilimsel çalışmalar sonucunda da lipoik asitin kan şekeri kontrolüne yardım ettiği açığa çıkarılmıştır. Domatesin içerisinde bulunan likopen ve C vitamini kansere neden olan serbest radikallere karşı önleyici, doğal bir antioksidandır. Antioksidanlar serbest radikalleri nötralize ederek kansere ve kardivovasküler hastalıklara karşı önleyici rol üstlenmektedirler. Ayrıca düzenli tüketildiğinde kandaki LDL kolesterol ve trigliserid seviyelerini düşürdüğü kanıtlanmıştır. Domates yüksek tansiyona yani hipertansiyona yakalanma riskini azaltmaktadır. Amerikan Tıp Derneği’nin yapmış olduğu araştırmalar sonucunda kan şekerini dengelemekte ve sağlıklı bir seviyede tutmaya yardım etmektedir. Bunlara ilaveten, domates hem kabızlık hem de ishali önleyerek sağlıklı sindirim sistemine sahip olmamıza neden olmaktadır. Domates bu özelliği sayesinde bağırsakları ıslak ve hareketli tutmaya yardımcı olmaktadır. Ayrıca vücuttaki toksinlerden arınmamıza neden olmaktadır. Son olarak söylemek istediğimiz yararı ise, domatesin, sağlıklı dişler, kemikler, saç ve cilt bakımına yardımcı olduğudur. Domates günlük tüketimi güneşin ultraviyole ışını (UV) kaynaklı sorunlara karşı cildi korumakta ve birçok cilt sağlığı ile ilgili ürününün içinde yer almaktadır.

Tüm bu yararlarına karşın, domatesin aşırı tüketilmesiyle birlikte kişilerin böbreklerine zarar verebileceği öne sürülmektedir. Domates içerisinde bulunan potasyum miktarı böbrek sağlığı için önemli olup, aşırı tüketilmesi durumunda, her şeyde olduğu gibi yarardan çok zarar verebilmektedir. Ayrıca, çiğ olarak domates yemek reflü şikayetini artırabilmektedir. Pişmiş ve işlenmiş domates ürünlerini tüketmek de çiğ domatesin faydalarının bir bölümünü sağlamakta, ancak pişirme ve işleme sürecinde bazı enzimler ve faydalı bileşenler yok edilmiş olabilmektedir.

Yemeğin fırında pişirilmiş olması sağlık açısından da önemlidir. Rejim yapan kişiler kuzu kol yerine daha yağsız bir et kullanabilirler. Ayrıca, yağ ve tuz kullanımında da azaltmaya gidebilirler.