SEVGÜL EROĞLU

Akdeniz'in sıcağını sevmeyenler Alaçatı tercihlerinizden biri olmalı … Deniz serin ve daha az tuzlu. Rüzgar ise her daim kendini hissettiriyor.

Çok kalmadım burada. Ancak keyifli gezimi ve bilgilerimi paylaşmazsam duramam…Pazar yerindeki camii, mozayik çarşı ve karabiber ağaçlarının altında dolaşırken ruhuma dolan çocuksu heyecanı tabii ki de paylaşmak isterim.

Alaçatı’nın en ünlü girişini sağınızda kalan yeldeğirmenleriyle yaparsınız.  Alaçatı’nın en eski yapılarıdandır…

Renkli taş evleri, hayat dolu sokakları, ilginç butikleri, kafeleri, butik otelleri, restoranları ve geceleri bitmeyen dinamik hayatıyla- ekim olmasına rağmen oturacak  yer bulmak zordu- sörfçülerin gözdesi bir yer burası…

Sörf çok önem taşıyor yaz boyunca daimi esen rüzgar- saatte 60-70 km hızla- dalgasız sığ deniz dünyanın sayılı sörfçülerine amatör profesyonel herkese kapılarını sonuna kadar açmış.

Tarihsel sit alanı ilan edilen Alaçatı’da yöresel mimariye uygun olmayan bina yapmak da elbette yasak … 

Rum mimarisi etkisinde kalan Alaçatı Evleri genelde 1850- 1902 yılları arasında inşa edilmiş. Pomza taşı görünümünde ki , yazın serin, kışın sıcak tutan özelliklerde Alaçatı taşı kullanılan evler özelliğinde. Yöreye özellikleri ise; iki katlı ve cumbalı. Bayılırım cumbalara… yarımada gibidir. Ana karaya bağlı ama özerk… Filmlerde yorumlanan Osmanlının güzel kızlarının peçelerinin üzerinden attığı  çapkın bakışı hiç unutmadığım karelerden…

Üsküdar’a gider iken aldıda bir yağmur çalıyor kulaklarımda…

Hadi biraz tarihine göz gezdirelim.

Çok eski çağlardan bu yana Ege’nin incisi Alaçatı, Osmanlı döneminde piyadeler ve süvarilerin köyü olarak biliniyor. Alaca at ailesinin buraya yerleşmesiyle evrile evrile adı Alaçatı olmuş.

Cenevizlilerin yönetimindeyken şarapla öne çıkarak önemli bir ticaret merkezi haline gelmiş. 19 Yüzyılın ortalarında Alacaat köyünün bataklık olan güney tarafında sıtma salgını başlamış. Bu bataklığı kurutmak amacıyla Osmanlı Mimarı Hacı Memiş, çevreden getirdiği Rum işçilerle bataklık bölgeyi kurutup yerleşime açmış. 

O dönemde 45 bin  kişi yaşıyorsa 40 bini Rum 5 bini Türkmüş.

Osmanlı 1912 Balkan Savaşı’nda yenilgiye uğrayınca Balkanlardan kaçan göçmenler Alaçatı’ya gelmeye başlamış, Rumlar da evlerini bırakıp gitmişler.

İşte tarih boyunca yerleşimlere, biri gidiyor biri geliyor. Bir tat bir doku…Her gelen de kültürünü bir sonrakine aktarıyor.

Tarih tekerrürdür dedikleri de bu !!

1923 te Türkiye ve Yunanistan arasında o meşhur Mübadele Anlaşması da imzalanınca Kosova, Bosna’dan gelen Arnavut ve Boşnak göçmenler, Selanik Kavala, Girit ve İstanköy’den mübadiller gelerek bu kez Rumların terkettiklere evlere onlar yerleşir.

İşte onların bildikleri ot yemekleri buralara böyle kazandırılırmış. Zira Rumlar ot yemeklerini çok iyi yaparlarmış.

Önce bağcılıkla geçinen halk Yugoslavya, Girit, Selanik ve Makedonya’dan gelenlerle burada  tütüncülüğe başlanmış.

Tarım gelişince yörede zeytin, anason, enginar ve narenciye de yetişmeye başlamış.

Kısa ve öz !!

Bu kadar…

Alaçatı’nın renkli dokusu hergün yeni birşeyler keşfetmenin keyfiyetini yaşatacak sizlere. Ege için boşuna

‘Kalbim Ege’de kaldı dememişler’

Bu arada şunu da eklemeden geçemeyeceğim. Döndükten iki hafta sonra 6.6 depremi yaşadı İzmir. Bu bölge de ülkemizin 4te 3 ü gibi aktif fay hattında. 

Ölenlere allahtan rahmet, binalara gerekli nizamı göstermeyenlere ise lanet diliyorum.