Rumeli Feneri

ÖREKE- ROKE- KAYALIKLARI

Bu başlığı atarken tarihe bir gittim geldim. Antik Rodos’un o kendine has taş yapıları, metal gözlüklü atının üzerinde gümüşi parlayan zırhın altındaki savaşçının yakışıklı değilse bile hayalleri zorlayan olası güzellik gizemini, kardeşlik yemini etmiş vakur duruş, kılıcının şakırtısını duyabildiğim şövalyeler, sivri gotik unsurlar, Gülün Adı… Umberto Eco… Patrick Süskind… Koku…

Abariiii… alt tarafı İstanbul’dan sadece bir buçuk saatlik mesafede beni zorlayan hayal dünyam coştu da coştu… İyi ki varsın tatlım. Seni iyi ki donatıp eğitmişim…Seninle bir Malta yapıp o şehrin sokaklarına ve sanki yansımasıymış gibi altında yapılan dehlizlere bir uzanmamız lazım. Şuncacık kayalar seni İskoçya’Ya Edinburg Kalesine tekrar götürebiliyorsa, uçan Ya Vedüd’ün tabutu halt eder. ( Sonra kızmasın, bunu da Sevgili Zülfü Abimden esinlendim.)

Efendim…Yine güneşli bir yaz günü Rumeli Feneri’ne çekti beni ayaklarım. Kaleden baktığımda ‘bir gün tekrar senin için geleceğim’ in sözünü vermiştim... Çünkü buradaki kayalıkların bir zamanlar ana karaya bağlı olduğunu, sonra ayrıldığını ve Anadolu tarafındaki kayalıkların da yap bozun bir parçası gibi olduğunu   duymuştum. Tarihte buralarda neler olup bitmiş öğrenmem lazımdı. Ve de ben bu sene nedense ada, kayalık derken taş devri özentisi içindeyim. Bu bir ironi mi yoksa?

Bilgi; Hacıosman metro durağında in, otobüs no 150… bin…. Hınnk Rumeli Feneri. Üşenmeyin gelin. Gelin ve dünyanın neresine isterseniz uçun gidin. Reklam gibi oldu ya. Havayolu şirketimi kursam acep?

Karşımda beldenin simgesi duruyor. Hararetli bir inşaat halinde yaşlılığının izleri gizlenmeye çalışılmakta. Canım ayol, botoks zamanları gelmiş. Yaklaşık 160 yaşında.  Ülkemizdeki 354 deniz feneri varsa işte bu bir tanesi… Fener de fenerin içinde bulunan Saltuk Dede Türbesi’de ömrü birlikte tüketmişler... Fenerden öncesi gemiler, türbeye dikilen mumlar ve  içinde yakılan fenerlerin ışığından yararlanarak yollarını bulurlarmış. Rivayet bu ya fener, yapımı sırasında iki-üç kez yıkılınca, Rusların topları bile etkili olamayınca sebep olabileceğini düşünerek,  Saltuk Dede Türbesi üzerine inşa etmişler. Türbe onarılmış ve fener inşaatının temelleri içine alınarak açılışı birlikte yapılmış. Günümüzde burası cami cemaati sabah namazından sonra topluca türbeye giderek dua ediyor, yani türbe köy balıkçılarının da denize açılırken uğradıkları yer.

"Kaleden taşra yüksek bir kule üzre bir fânus-u azîm"

Evliya Çelebi Seyahatname

Burada adı geçen kule bir fener ve karşımdaki bu fener o fener… Kırım Savaşı zamanında İngiliz ve Fransız gemilerinin Karadeniz ve Boğaz’a girişlerinde gözcü olmuş. Bu arada köyün antik çağlardaki adı Panium Burnu, Bizans dönemindeki adı ise Fanaraki veya Fanariyan Burnu.

İŞTE…HAYRANLIKLA, SAATLERCE, GÜNLERCE, YILLARCA, SEYREDEBİLECEĞİM UÇSUZ BUCAKSIZ DENİZ 360 DERECE!

Ama bugün benim derdim fener değil kayalıklar…

Antik çağlarda ve Bizans’taki adlarının Kyangeis ya da Symplegades veya Bavonera ya da Geant kayalıkları Türkçe karşılığıyla Orakiye, Öreke kayalıkları… Zamanla birbirinden ayrılmış beş büyük kaya…Osmanlı döneminde onlara her nedense "kanlı kayalar" ismi verilmiş. Coğrafi konumlarının yerinden dolayı mı acaba….sonraları Kocataş, Körtaş, Mavi Kayalar ve Kızılkayalar da denilmiş. Bugün bu kayalıklara Öreke, halk dilinde ise Roke adı veriliyor.

Adalar, kayalıklar, ekolojinin içine ettiğimiz doğada ayakta kalmaya çalışan son neferler. Bugün bu beldeye sizinle sohbete geldim. Bir deyin bakalım,  kimlere göz oldunuz, kimler üzdü sizi, eteklerinize vuran dev dalgalarla sevişmelerinizi kimler gördü kimler dinledi…

Efendim;

Bizans döneminde kayaların en büyük ve en yüksek olanının tepesinde gemilere yol göstermesi amacıyla dikilmiş bir sütun varmış. Kayaların en büyüğünün doruğunda Apollo Tapınağı'nın bulunduğu da söyleniyor. Bu kayalıklara o dönemde Symplegades deniliyormuş, hareket ettikleri ve biribirlerine yakınlaştıklarına inanılıyormuş. (Büyük ihtimalle gel-gitin yarattığı bir göz yanılmasıydı.). Köy meydanında gelenekselleştirdiğim tost ve çay ritüelimi yapmanın keyfiyle limana yollandım. Yerleşim, balıkçı limanı etrafında toplanmış. Sahil  kayalık falezlerin korunmasında gibi..

Yine Zülfü Livaneli’nin kitapları geliyor aklıma. Serenad ve son okuduğum Balıkçı ve Oğlu… Ahh…Bir kitapta ben döktürebilsem ne güzel olur, çünkü şu duyduğum heyecan inanılır gibi değil.

Limanda yürüyorum. Güneş tepemde gölgemi kısaltmakta. Fotolar bu ışık için hiç doğru bir zamanda değil ama yapacak bir şey yok. Gölgemi takip ederek balıkçı barınaklarına girip en sevdiğim işi yapıyorum. ‘Kolay gelsin arkadaşlar’

He He… Babam da teftişlerinde selam verirdi şapkasına dik tutan eliyle… İnşaatlarda da ustalara derdim.

Bu motive eden bir giriştir. Allahın selamı…

‘Selamünaleyküm arkadaşlar’ bu ortama daha çok uydu …

Baktım üç beş balıkçı ağlarını onarıyor derme çatma yaptıkları tentenin altında. Alışık olmadıkları bir sahne. Buyur ediyorlar beni de. Sohbet başlıyor ve ben de ağları tamir etmeye girişiyorum. Burada büyüyen Ömer Kolcu Mustafa Kolcu ve diğerleri… çok keyifli saatlerde hem çalışıyoruz hem çay içiyoruz.

Balıkçı, tarihi sütunun olduğu büyük kayayı işaret ederek, bir yıl öncesine kadar gezilebildiğini, ancak geçen sene bir çiftin orada münakaşa ettikleri (Kavga edecek yer yokmuş gibi. Fantezi bu ya) birinin denize düştüğü için artık çıkılmanın yasaklandığını  söylüyor. Geç kalmışım demek!

Tarihi sütun 65 milyon yıl yaşındaki kayalıkların üzerinde kimsenin bilmediği bir tepede tarihin izlerini taşımakta. İstanbul´un büyük sırlarından biri de bu taş. Adı Pompei sütunu Antik Bizans döneminden kalma saf mermer. Denizciliğin kitabını yazan Piri Reis´in haritasında bile yerini almış. Şimdilerde ne olduğu hiç bilinmese bile bir zamanlar bilmeyenlerin hayatına mal olabiliyormuş. Bu sütunun üstündeki latince yazıları Setsini 1778 de  yorumlamış. Tebirius adına dikildiğini ve sefere çıkacak gemilerin yol güvenliği için kurban adak yeri olarak kullanıldığını belirtmiş, zamanla sütun yıkılmış ve kaybolmuş fakat sütunun altındaki kaide kaya üstünde kalmış. Maalesef yandan görebildim.

Keyif devam ediyor. Çaylar içiliyor. Sohbet sırasında ‘Gırgır’ ın ‘Trol’ ün ne olduğunu öğrendim. Trol denizde ne var ne yok toplarmış. Vay demek denizlerdeki balık popülasyonunun yok olmasındaki büyük etkenlerden biri!

Trollere ölümmmm !!!!

Denizdeki kayaların tekne ve deniz araçlarına karşı korumalarından olan ‘Çakar’ların  yeşil yanarsa serbest ise  kırmızı dikkat, Vordonisi batığını belirten iki çakarın ise beyaz yandığını da bu arada öğrenmiş oldum.  (Su Ürünleri Kooperatifi ’ne sık sık uğramam şart oldu.)

Sonra mı?

Bu kayalıkların arası 60-70 yıl önce açıkmış ve balıkçının dedesi kayığını buralara çekermiş. Günümüzde kayalar karaya bağlanarak balıkçı limanı için bir dalgakıran yapılmış. İşte biz o o limanda ağları onardık. Keyif gıcır, çok mutluyum.

Burada bir makaleden alıntı paylaşmak isterim.

…..

‘Boğazın en geniş yeri olan bu bölgede, onun 3,5 km doğusundan ışık gönderen Anadolu Fenerini de görürsünüz. Belki de dünyanın en zor su yollarından biri ve denizcilerin yüzyıllardır korkulu rüyası olan İstanbul Boğazı’na yaklaşmaya başlarsınız. O ışıklara bakarak hesaplarınızı yapar, telsiz görüşmeleri sonucu müsaade aldıktan sonra yavaş yavaş boğazın insanı tedirgin eden sularına girersiniz. Kendinize tam olarak güvenemiyorsanız bir kılavuz kaptan istersiniz. Bu sular tehlikelidir. Kuzey-güney yönünde 2-5 deniz mili hızında bir akıntı vardır. Hava her zaman açık değildir. Bazen fırtınalı, bazen yağmurlu, bazen karlı, bazen sislidir. Yüzeyin 40 metre altında bu defa güney-kuzey yönünde akan bir de ters akıntı vardır. Boğazın derinliği 50-70 metredir, en dar yerine yakın iki noktada 100 metreyi aşar. En dar yeri Rumeli Hisarı ile Anadolu Hisarı arasıdır ve sadece 700 metredir.

MİTOLOJİ VE RUMELİ FENERİ

Boğazın girişinde ve Rumeli Feneri’nin hemen önündeki, Antik çağlardan beri bilinen, mitolojide yer alan ve efsanelere konu olan Öreke kayalıklarına, mitolojiye göre altın postu bulmak için Karadeniz’e doğru kürekli gemilerle yola çıkan Argonatlar da uğramışlardır. Söylentiye göre bu kayalıklar, birbirinden ayrılıp birleşen beş büyük kayadan oluşuyormuş. Hareket ettikleri, birbirlerine yaklaşıp uzaklaştıkları, denizcilere tuzaklar kurdukları, aralarından geçen gemileri sıkıştırarak yuttukları söyleniyormuş. Argonotlar kayalıkları geçmek için yanlarında getirdikleri güvercinleri kayalara yaklaşınca serbest bırakırlar, kuşların hareketi ile çarpışan kayalıklar açılarak tekrar birleşmek üzere iken Argonotlar gemilerini bu kısa süreden yararlanarak geçirirlermiş. Mitolojiye göre bu fikri argonotlara, bugünkü Garipçe’de oturan ve lanetlenmiş Kral olarak anılan Phineas, kendisine yardım ettikleri için vermiş.

Gerçekte tabii ki böyle bir şey yok. Her şey gel-git hareketinin sebep olduğu bir algıdan ibaret. Kaynak: Konaklar Mahallesi Muhtarlığı- Erol Kuntsal

Kayalara adalara gizeme ve zamana yolculuk devam… Siz sadece sırada ne var merak edin? Ben araştırır, gider, yazarım…