Onun için 

Plinius; Zarif ve Güzel

Niketas; Dünyanın Gözü

Cenovalılar; Çiçekli Kale

Gölge etme başka ihsan istemem diyen Diyojen; Bir Denge

Zeki Müren; Küçük Kapri

1460 yılındaki fetih sırasında Fatih Sultan Mehmet’de manzaradan çok etkilenmiş ki, yardımcısına 

‘Lala Lala… Çeşm-i Cihan bura mı ola’  

Demiş… Benim için ise, nefesimi kesen güzelliği, anlaşılamayan egzotik hali ile

Hayallerimin Sınırı oldu.

Burayı görmekte nasıl bu kadar geç kalmışım bilemedim. Oysa burası Türkiye’nin ilk turizm kasabası olma ünvanını yıllar önce almış …

Son günlerde canım sıkkın çoğu gibi basıp gitmek istiyorum. Televizyonda bir gezi programına takıldı gözüm. Kayalıklar, adalar, tarihi bir köprü, serpiştirilmiş evler, turkuaz deniz…

Allah Allah burası İtalya olabilir mi derken, köşede Amasra yazısını okudum. Şaştım. Çok sevindim. Yalanım yok ertesi günü otobüsteydim. İçimden bir ses, yürü ya kulum dedi, aynen bastım gittim. Sekiz saatlik bir yolculuktan sonra vatanımın özlediğim samimi ilişkileri içinde güzel insanlarımla buldum kendimi; 

‘Şu yolu takip edin 500 metre, zaten kasabamız küçük’

Işıl ışıl bir çevre ve sol tarafımda batmakta olan güneşin dayanılmaz güzellikteki kızıllığı…

Toprağı öpmek geldi içimden. Memleketim ya… çok özel bir coğrafyadayız ve insanlarımız insan gibi insan … Ne şanslı doğmuşuz dedim. 

Temiz, çok temiz bir hava oksijenin bolluğu aşikar. Dokularıma yayılan adrenalin, seratonin… -ninin her çeşidi… neredeyse çocuklar gibi sıçrayacağım.

Valizimi bırakır bırakmaz etrafı keşfe çıkıyorum. Merkez gerçekten  küçük ve birbirine açılan sokaklardan oluşmuş ki mimari bilgimle neredeyse tüm haritasına hakim oldum. Ana yerleşim bir ada ve bir yarım adayı birbirine bağlayan köprüden oluşuyor. Yedi tepeli şehrimden çıkıp bir başka yedi tepeli şehre gelmek çok ilginç. Büyük ve Küçük olmak üzere iki körfezi var. İkisinde de denize girilebilmekte. Yerleşimi çevreleyen orman örtüsü burayı cennete çevirmiş.

(Orman görünce ister istemez yangın geliyor aklıma. İster istemez içimden hüzün gelip geçiyor.…)

Kemere Köprüsü… 

Gece turumda dalgaların o foş foş iç gıcıklayan sesi ile başımı çevirdiğimde, beni buraya çeken ünlü köprüyle selamlaştım. Kemere Köprüsü…

Bizans dönemine ait olan bu köprü 9.YY da yapılmış. Boztepe’deki Sormagir Kalesi’nin Amasra’daki Zindan Kalesi’ne bağlayan tek gözlü köprü… Köprü yapılmadan önce Boztepe bir adaymış.

Yaşasın… Ada… Kayalıklar…Heyecanım dorukta…

Köprünün arkasında hayal meyal bir ada ki adı, Tavşan Adası. Gün ışıdığında belki tavşanları görebilirim umudundayım. Esnaftan duyduğuma göre adada yaşayan tavşanları belediye besliyormuş . Kulağa çok hoş geliyor tabii…

Efendim şehrin antik çağda ki adı Sesamos (susam diyarı) Buranın ilk yaşayanları Amazonlar sonra Fenikeliler, İyonyalılar, Kayralılar, Akalar; Persler ve Amastris dönemi sonrasında Pontuslar, Romalılar, Bizanslılar, Osmanlılar olmuş.

Bu masalsı şehirde insanı günün değil, geçmişin gizemi sarıyor ve binlerce yıl öncenin havasıyla Apollon, Artemis, Hermes, Amastris ve niceleriyle buluşturuyor.

Karadeniz’in incisi Amasra  doğal olarak Karadeniz ikliminde, 120 km lik yüzölçümüyle 6200 nüfuslu. Amaaa… Biline ki poyraz bir başladı mı sıcak falan dinlemiyor. 

Boztepe’den güneşin batışını izlerken Nemrut Dağı’ndaki batımına kadar gittim. Tarihin tanıklığıyla bu kez yeşil tepelerden koylara uzanan eşsiz bir panorama ayaklarımın altında uzanıyor ve  kendimi derin bir meditasyonun tam da kıvamında yakalıyorum. . Bu derin içsel yolculuğa çıkış, insanı rahatlatıyor ve  şükürlere boğuyor.

İşte; 

Varolmanın dayanılmaz  hafifliği…

Cenova izlerini taşıyan dar sokakları bana Rodos’u anımsattı. Gece denizde beliren yakamozlar, milyonlarca yıldızın dağınık ritmi, gündüz bitmeyen danslarıyla her tonuyla yeşil, gün batımının firuzesi… Ölmeden hiç değilse bir kere görülmesi gereken yerlerden biri Amasra. Özgün balık restoranları, otelleri ve ev pansiyonlarına sahip bir turizm bölgesi olarak yaz aylarında özellikle Ankara ya olan yakınlığı nedeniyle çok fazla yerli turisti ağırlıyor. 

Günübirlik ya da konaklamalı bir çok geziye ev sahipliği yapan şehirde plajlar, Bedesten, Amasra Müzesi, Gürcüoluk Mağarası, Amasra Kalesi, Kuş Kayası yol anıtı, Göldere şelalesi, Ağlayan Ağaç, Direkli Kaya, Fatih Camiisi, Kemerdere Köprüsü, Osmanlı Hamamı  ve Amasra Feneri en çok ziyaret edilen yerlerden.

Amasra’daki antik kentin kalıntılarının çoğu, arkeolojik kazıların tam yapılmaması sebebiyle günümüze ulaşamamış. Bölgede bulunan antik eserler Amasra Müzesinin içini ve bahçesini doldurmakta. Müze çağdaş ve modern anlayışıyla ilk gidenlerin bilgilenmesi açısından ilk gün gitmenizi tavsiye ederim. Her zaman yeni bir yer gezecekseniz, bilgilenerek geziniz, tavsiyemdir. En azından empati yapmak için çok gerekli ve de keyifli oluyor.

Paphlagonia, Homeros’un İlyada’sında adı geçen Phylaimenes’in önderliğinde Troya savaşına katılmış Anadolu halkları arasında ilk olarak karşımıza çıkar. Paphlagonia’nın en nadide kenti olarak kurucusu kraliçesinin adıyla anılan Amastris bölgenin en önemli limanlarından biri olma özelliğini taşıyor.

Doğayla olan birlikteliği ile insanları etkileyen Amasra balıkçılığa dayanan yerel sanatları, çekici tarihi kalesi, kendini çevreleyen ormanlık alanlarıyla gezip görmek için on numara… Unutmadan bilmeyenlere hatırlatayım; 

Burası rahmetli Barış Akarsu’nun da  memleketi. Ocak 2007'de çıkardığı son kasetini Amasralılara ithaf etmiş. Barış Akarsu heykeli ile de belde onu ölümsüzleştirmiş. 

Gezdim. Gördüm. Yazdım. Gerisi siz de… Lütfen tatillerinizde vatanımızın köşelerini tanıyın ve bir tat bir dokunun önemini hatırlayın…

3000 yıllık tarihiyle Amasra’nın hüzünlü hikayesi 

Şehre adını veren, adına para bastırıp yönetimini ilan eden ilk kraliçe olan Pers prensesi Amastris, çalkantılı bir hayata, güçlü bir kişiliğe ve ihanet dolu ilişkilere sahip. Büyük İskender’in Pers işgalinin ardından Amastris esir alınır ve Büyük İskender’in komutanlarından Craterus ile evlendirilir. Bu evlilik kısa sürer. Sonra Heraklialı Dyonisios ile evlenir. Bu evliliğinden ise iki oğlu ve bir kızı olur. Eşi Dionysios; ölümünden kısa süre önce kendi krallığını ilan eder ve bu krallığı oğulları yerine Amastris’e vekalet etmesi için bırakır. Amastris; iyi eğitim almış, Yunan kültürüyle tanışık bir Pers soylusu ve Makedonya sarayından aldığı saray tecrübesi ile aynı zamanda iyi bir yöneticidir.

Üçüncü evliliğini Lysimakhos ile yapar bunun politik bir evlilik olduğu açıktır. Amastris, Herakleia topraklarını ve elbette gelecekte tahta çıkacak olan çocuklarının güvenliğini sağlamak adına bu evliliği yapar. Heraklea tahtına oğullarının geçmesi sonucu eşi Lysimakhos ile Sardes’e gider. Evliliklerini sonlandırdıktan sonra Heraklea’ya geri dönen Amastris, Sesamos kentini yeniden imar eder ve  buraya kendi adını verir. Amastris tarihteki ilk yönetici kraliçe olmamakla birlikte, kendinden önceki kraliçelerden farklı olarak kendi adına yeni bir kent kurup kendini Basilessis (Kraliçe) ilan etmiş olmasıdır. Bu nedenle tarihte adına para bastırarak yönetimini ilan eden ilk kadın yönetici olur. Kaynaklarda süslü ve zarif olarak geçen şehirde sosyal, kültürel ve sanatsal yapılar oluşturan Amastris,  şehrin güvenliğini sağlayacak kaleler de inşa ettirir. Ancak Kraliçe Amastris, başarısını ve otoritesini tehdit olarak gören oğulları tarafından, denizde boğdurularak öldürülür. Amastris’in ölümünün ardından Lysimakhos, Herakleia’ya gelir ve oğulları Klearkhos ve Oxyathres’u idam eder. Herakleia’ya demokrasiyi yeniden getirerek bağımsızlığını ilan eder. Günümüz Amasra’sı, Amastris antik kentinin ticaretinin gerçekleştiği yerdir.