Yarış, müsabaka, yarışma, yenişme ve daha bir sürü kelime var dilimizde. Bu eyleme girişirken iki kişi birbirine hodri meydan der. Ya da birisi ötekine, hodri meydan diye seslenir. Bu, ‘kendine güvenen ortaya çıksın’ anlamı taşır. Türkçe mecaz anlamlıdır, deyimdir.
Hayatımıza bir bakalım. Hep bir yarışın içindeyiz. ‘Yarışmak iyi bir şey’ diyenler ile ‘yarışmak kötü bir şeydir’ diyenleri ayrı ayrı terazinin birer kefelerine koysak, iyi bir şeydir diyenler yere çakılır, kötü bir şeydir diyenler semaya varır. Ben bu yazımda semadaki kefeye yerleşiyorum.
Yarışmak iyi bir şey değildir. Üniversiteye girmek umuduyla dershanelere giden öğrencilere günün içinden, hayatın içinden en basit konuları sorduğunuzda bile şaşırtacak saçmalıkta cevaplar alabilirsiniz. Hatta kimilerinin ‘şıkları say’ demelerine bile şahit olabilirsiniz. Onları bu kadar kör eden, hayatın dışına düşüren hiç şüphe yok ki içinde bulundukları yarış şartlarıdır. Tüm güçlerini yarışma düşüncesi merkezinde topladıkları için başka bir dünya ile alakaları kesilmiştir. Onlar artık hiçbir şey üretemezler, karşılarına çıkacak sınav dışındaki hiçbir güçlüğü giderebilecek yetenek gösteremezler. Onlar dünyayı da hayatı da sınav iğne deliğinden gözlemektedirler.
Sınav düzeneği en çok da yönetimlerin, idarelerin, rejimlerin işine gelir. Sınava odaklanan bu insanlar için artık nasıl yönetildikleri, ne kadar vergi verdikleri, kimin kime zulmettiği, haklılar ve haksızlar arasındaki kavganın boyutları onlar için meçhuldür, gaybdır, bilinmezdir. İnsan bilmediği, haberdar olmadığı hiçbir facianın ızdırabını çekmez. Toplumları uyutmanın yolu onları bir yarışın yarışmacıları haline getirmektir. Hatta bu yarışın hiç galibi olmazsa, ya da galibi ve yenilmişi hiç değişmezse, yarışın bitişinin sonsuzluğa kadar ertelenmesi durumunda insanları daha iyi, kolay, rahat, keyfinize göre yönetirsiniz. Çünki artık onlar gören, beğenen, isteyen bireyler değillerdir. Onların tek amacı vardır. Yarışın tarihi ve şartları ve ardından açıklanacak sonuçlarını öğrenmek ve takip etmek, her yarıştan sonra değerlendirme yapmak. İşte bunu kavrayan siyasetçiler muhaliflerine ikide bir siyasete gir yarışalım diye tuttururlar.
Yarışa katılmadığı halde hariçten, fildişi kuleden yönetime katılmak isteyenler siyasetçilerin canını fena sıkarlar.
Yarışmak, hayatın her alanına yetecek gücü, yalnızca bir alanda harcamaktır. Yarışmak, emek harcamak ama harcanan emeğin karşılığını ya hiç ya da yeterince alamamaktır.
Yalnızca insanlar değil; milletler de, insan kitleleri de kolay yönetilmek için, uyutulmak için, küçük bir başarı  havucu gösterilerek yarışlara sokulurlar.
Dünyayı üçe ayıranlar hemen her milleti yarışa girmeye ikna etmişlerdir. Gelişmiş ülkeler, gelişmekte olan ülkeler ve gelişmemiş ülkeler. Bu söylem küresel sömürgecilerin söylemidir. Milletleri yarışa girmeye ikna etmek için uydurulmuş bir masaldır. Ama her masal tatlıdır, haz verir ve mutlaka inananları bulunur. Masal çocuklar uyusun diye yatmadan önce onlara okunur. Büyüklere ve milletlere ise masal uyusunlar, üretmesinler, bilmesinler, daha çok istemesinler, yönetenleri rahatsız etmesinler diye anlatılır.
Tanzimat Fermanı ilan ettiğimiz günlerden beri milletime masal anlatılıyor. Milletimin avamı gibi münevveri de bu masal ile yatıp kalkıyor. Hatta aydınlar, münevverler, ümera ve ulema, söz sahibi olanlar, yönetenler bu masala halktan daha çok inanmayı aydın olmanın bir ayrıcalığı zannederek, masala halkı inandırmak için tüm çabalarını sergiliyorlar.
Osmanlı yıkılmasın diye çare arayanlar, nasıl olsa gidiyor, bari yerine iyi bir şey kuralım diye çırpınanlar, Batıcı olalım, Müslümanlığa daha çok sarılalım, İslam ile Türklüğü meczedelim diyenler, ırka dayalı milli devlet kuralım diyenler, Batıdan damızlık erkek getirelim, ırki özelliklerimizi değiştirelim, iri kıyım insanlarımız, beyaz tenli kadınlarımız olsun diyenler hepsi, ama hepsi sömürgecilerin gösterdiği havuca aldandılar.
Milli Eğitim Bakanlığı ve Kültür Bakanlığı yapmış bir hukukçu arkadaşımız sözlerine ‘Biz geriyiz. Batı ileri. Bunu kabul edelim’ diye söze başladı. Arkası hiç gelmeyecek sanarak korku içinde dinlediğim konuşmasında Hegelci, Deskartesçi, evrimci dünya ve hayat anlayışını anlattı durdu. Sonunda ‘Sayın Bakan bu anlattıklarınız Marksist görüş’ diyerek sözünü kestim.
Bir dini kitaplar yayınlayan yayınevinde yayına hazırlayan olarak çalışan bir hanım, başındaki başörtüsüne rağmen sanal alemde ‘Ben Batının Batı benim’ diye yazmıştı.
Medeniyet Tükçesi adlı kitabımda bir makale var. Müstemleke aydını başlığıyla. O zaman sadece aydınımız müstemleke aydını sanıyordum. Bu dini görüntülü hanımefendinin yazdıklarını ve bana gösterdiği redçi tavrı görünce  kahroldum. Meğer sadece aydınımız değil, insanım da sömürge  insanı, müstemleke insanı olmuş.
Ondan sonra bir medeniyet söylemi almış başını gidiyor. Sahi siz bir medeniyete mensup musunuz? Medeniyetinizin ürettiği değerlerden haberdar mısınız? Medeniyetiniz kendine özgür değerler üretiyor mu? Yoksa  istemediğiniz, farkında olmadığınız bir yarışın esiri misiniz? Dünya üzerinde Recep Arslan’a göre 5, Samuel Huntington’a göre 8 büyük medeniyet var. Benim milletim neden illa da Batı ile yarışmak zorunda hiç düşündünüz mü?
Galibi ve mağlubu hiç değişmeyen bir yarışta yarışmacı olmak, her mağlubiyetten sonra aşağılık duygusu biraz daha artarken, rakibe saygı ve hayranlık da artıyor. Rakibe hayranlık arttıkça onun ürettiği değerler maddi  manevi talep ettiğimiz meta oluyor. İşet Pazar ekonomisinin genel geçer kuralı. Ezdikçe, ezilenler daha sıkı müşteri haline geliyor. İnsanları ezeceksiniz, kurallarını kendinizin koyduğu yarışlarda yeneceksiniz, sonra onlara havuç göstereceksiniz, borçlandıracaksınız, ölesiye borçlu, ölesiye müşteridir.
Şimdi haykırıyorum. Batı ile yarış ihanettir. Milletime, insanlarıma ihanettir. Yarışırken kendime özgü değer üretemiyorum. Nitekim Tanzimat Fermanı ilan ettiğimizden beri kendime ait bir değer üretemedim. Yarıştığım hep kuralı onlarca konulmuş yarışta her kaybettiğimde onların ürettiği değerleri kendi medeniyetime taşıyıp durdum. Ama o taşma değerlere benim medeniyetimde zemin yok.Bu yüzden havada yüzen, ayağı yere basmayan taşıma değerler ile yaşayıp gidiyoruz.