Merhaba sevgili dostlar,

Okumak ve yazmak varoluşsal bir olgudur. Bugün size ilk romanı yayınlanmış yazar Öznur Opçin’in okuma ve yazma sancısına şahitliğimi yazacağım. 

Özüm ve benim kelime ışığının basamağından, tutkunun adımlarına kadar nasıl yol aldığımızdan bahsedeceğim. Ve bir romanın doğum sancısından…

Öznur Opçin ve Hazal Karadağ’ın yollarının kesiştiği zaman tüneline girecek olursak: Bir edebiyat sitesinde şiirlerimi yayınlarken gözleri zeytin kara, gün gülüşlü, naif cümleler kuran, ince esprileri ve enerjisiyle insana huzurun sükût halini adeta enjekte eden Özüm bildiğim Öznur Opçin ile tanışmamız on üç yıl öncesine dayanır. On üç yıl boyunca tek sermayemiz olan yüreğimizle aynı yolda aynı çizgide aynı tebessümle bakışarak anlaştık. Şehirden şehre gitse de gölgelerimiz, birbirimizi hiç ihmal etmedik.

Öznur Opçin şiir yazsa da yazdıklarına ‘şiir’ demez, kolay kolay paylaşmazdı da. Fakat iş konuşmaya geldiği zaman dilini tutamaz şiirsel kelimeleri dökülürdü dudaklarından. Öznur Opçin’in genç yaşına nazaran çok iyi bir okuyucu olduğunu biliyordum. Sağlam okuyuculuğunun yanı sıra; idrak gücü ve olaylara farklı pencereden bakış açısıyla bende hayranlık uyandırıyordu. Bir bahar mevsimiydi okuduğu üçüncü sayfa gazete haberlerinde, kardeşi gibi sevdiği arkadaşının kadın cinayetine kurban gittiğini gördü. Hazmedemedi bu yitirilişi, sebepsiz ve erken ölümü.  Derin bir yas sürecine girdi. Kırdı kalemini, kâğıtlara küstü. İçinin kuyularına indi. Arkadaşını hatırlatan insanlarla irtibatını kopardı. Edebiyata tutkuyla bağlı olmasına rağmen, edebiyatla olan bağını da kesti. Ulaşamıyorduk ona. Sonra bir gün kırdı kabuklarını tekrar aramıza döndü.

 Sordum ona ‘hala şiir yazıyor musun?’ Diye. ‘Hayır, ne yazarsak, nasıl yazarsak yazalım değiştiremiyoruz olmuş olanları.’ Diye cevap vermişti. Onun içinde var olan cevheri biliyordum.  Bıkmadan, usanmadan her gün ‘yaz kuzum. Sen yazmazsan ben yazmazsam nasıl çıkacağız aydınlıklara’ Dedim. Ona kısa şiirler yazıp ‘sen tamamlar mısın devamını?’ Diyerek ricada bulunuyordum. Kırmadı beni, şiirlerime dizeleriyle karşılık verdi. Âşık edasıyla kelimelerimizle atışıp duruyorduk. Günler sonra Onun ruhundaki uyuyan şairin uyanmış ve tekrar şiirlere tutunmuş olduğunu görmek sevindirmişti beni. 

Öznur Opçin’ den çok iyi şiirler beklerken aradan iki ay süre geçmeden ‘roman yazdığını söyledi.’  Evet, ben onun şair yanını biliyordum. Yaralı Taşlar romanıyla bana yazarlığını da gösterdi. Tecelli kürsüsündeydi şimdi, coğrafyasında ki haritadan kendine Yaralı Taşlar adında kelimeler döküldü. Duyumsadı taşların körpe çığlığını, ölümün hendeğinden atlamıştı artık. Ses olmalıydı insana, kadına, yaşama, yaşamak adına.

Evet, Öznur Opçin ondokuz yaşlarında şiir yazan bir genç kızdı tanıştığımızda. Şimdi ise bu metni yazmama sebep olan Yaralı Taşlar romanının annesi.

 ‘Yaralı Taşlar’ romanı Lis yayınevinden 2021 yılının haziran ayında çıktı. İstanbul da başlayan roman, karakterlerinin İstanbul şehrindeki distopik yaşamdan kaçarak Diyarbakır şehrinde kurulan ütopik köydeki yaşamlarının hikâyesi. Öznur Opçin Yaralı Taşlar kitabında okuyucunun kalbini aşkla titretip adeta Diyarbakır şehrine konuk ediyor. Şehrin dar taşlı sokaklarında gezdirip, öksüz bir tarihin ağıtlarıyla yürekleri burkuyor. Yaralı Taşlar sadece bir şehir romanı değil insana dair içinde birçok konu barındıran bir roman.   Uzak kaderlerin erişilebilir oluşunu gösterirken tüm samimiyetiyle, insanı karanlıkta; karanlıkta insanı gösteriyor okurlarına. Yaralı Taşlar romanı için ‘yeryüzünde ki çığlığım’ diyen yazar yenilgilere inat bir kadının ayaklanışını harf harf anlatmıştır. 

O kadın benim kardeşim

Gözlerimde ışıyan güneş

Direnişi bir kentin

Kelimeler uleması

O benim can özüm

Mağrur bir anne

Yaralı Taşlar’ın çığlığı

O Öznur  Opçin…

Dip not: Yaralı Taşlar kitabı hala raflarda okurlarıyla buluşmakta.

Hazal Karadağ Yurdagül.