Yanlış ata oynamak
Eğitim, konut, sağlık, sosyal güvenlik ve sosyal hizmet sağlanmış ve halka bedava sunuluyordu. Mesela, çocuğunu okula gönderen veli, eğitim bedava olduğu gibi, bir de üstüne para alıyordu. Devasa modern hastaneler, barajlar, yollar, havaalanları, limanlar yapılıyor, yatırımlar birbirini takip ediyordu. Hatta bizim Türk müteahhitleri, bu ülkelerde büyük yatırımlar gerçekleştirmişlerdir. Şehirler güzelleşiyor, özetle fert refahına ilişkin nimet ve imkanlar gerçekleştiriliyor. Tabiatıyla bu yapılanlar, tüm nüfusu aşamalı bir şekilde kapsayabiliyordu. Sonra ne oldu, bütün bunlara rağmen ülkemizde demokrasi ve özgürlük yoktur dediler. Muhalifler ortaya çıktı, bu özgürlük mücadelesinde, Fransa, İtalya, İngiltere, Amerika ve Türkiye’nin desteğini alanlar, iktidara geldiler. Çoğu Müslüman kardeşler diye anılan bu grup, iktidara gelir gelmez ülke ve halklar koyu bir taasuba ve karanlığa, yobazlığa ve gericiliğe büründü. Evet! İdare eden liderler değişmiş, ama, yerlerine kökten dinci, geri düşünceli, objektiviteden uzak, yobaz düşünceli, kendilerine itaat etmeyenleri derhal ölüme gönderen kökten dinciler belirmişti. Büyük umutlar içinde demokrasi ve özgürlüğe kavuşacağını zanneden halk, eski günlerini arar olmuştu.
Sonra sıra Suriye’ye geldi. Bu noktada Türkiye olarak biz, kraldan fazla kralcı olduk. Bir zamanlar kardeşimiz dediğimiz, ailece düğün dernek yaptığımız, müşterek Bakanlar Kurulu Toplantısı düzenlediğimiz, stratejik plan ortağı olan ESAD, bir anda ESET oldu. Nedendir bilinmez, Güneydoğu’da adı konmamış bir savaş devam ederken, Türkiye içimizi dağlayan şehitler verirken ve en önemlisi Irak’ta bulunan Türk kardeşlerimiz mezalim ve esaret içinde ızdırap çekerken, Suriye meselesi hükümetimizin birinci ve önemli ve öncelikli konusu oldu. Türkiye, ESET’in bir no.lu düşmanı ve muhaliflere her açıdan destek veren yegane ülke konumuna geldi. Diğer ülkeler Suriye’den ellerini ve eteklerini çektiler. Suriye’den gelen mültecilerin sayısı 250.000’e doğru gitmektedir ve harcanan para 500 milyon $’a ulaşmaktadır. Kış mevsimi gelmekte olup, çadırlarda oturanların akibetleri belli değildir. Birleşmiş Milletler ve Dünya Devletleri aferin siz aslansınız, kaplansınız diyerek, sırtımızı sıvazlamakta, ama bunun ötesinde bir ilgi göstermemektedirler.
ABD Başkan Adayı Arizona Milletvekili Mac Cain şöyle demektedir: “Eğer Arizona’ya kar yağarsa, ESAD gider. Benim çocuklarım Arizona’da yaşadıkları için, yılda en az 2 defa uzun süreli Arizona’ya giderim. Biliyorum ki, Arizona’da kar değil, yağmur bile yağmaz. 20 milyonluk Suriye’de halkın büyük bir çoğunu, özellikle Mısır, Tunus, Yemen, Libya ve Irak’taki durumu göz önüne aldıklarında, Esad’ı değiştirmek gibi bir durumları olmadığı anlaşılmaktadır. Bu muhalifler kimdir ve ne kadar destekleri vardır”. Suriye halkı daha evvel Arap Baharı diye adlandırılan komediyi yaşamış ülkelerden ders alarak, kökten dinci, gerici ve yobaz bir yönetimin eline düşmek istememektedirler. Bütün bunları ben kendim yazmıyorum. Yabancı medya ve basını ve bizim kendi basınımızda çıkan kaynaklara dayandırıyor ve onları yansıtıyorum. Her geçen gün ülkenin meşru yönetiminin duruma hakim olduğunu gözlemleyebiliyoruz.
Dış politikada ülkeler birbirine muhtaçtırlar ve ileride birbirlerinin yüzüne bakacak şekilde, iyi ilişkiler içinde olmalıdırlar. Dış politika bir ülkenin menfaatine uygunsa yürütülür. Tüm dünya ve Birleşmiş Milletler, Suriye konusundan giderek uzaklaşırken, Türkiye’nin neden ve ne açıdan Suriye meselesinin içine böyle balıklama dalmasını anlamak mümkün değildir. Bunun cevabı, önümüzdeki zaman sürecinde görülecektir. LSE’de okurken International Relations Hocam (Tutor’um) Prof. Dr. Goodwien’in sözlerini her zaman hatırlarım. “Dış politikada (bana göre hatta iç politikada da) olaylar canlı iken ve olayların akışı devam ederken, alınan kararların ve hareketlerin zaman geçtikten sonra, olaylar bitince doğruluğunun kanıtlanıp anlaşılması bir ülkeyi idare edenlerin nedenli uzak görüşlü olduklarını gösterir.” Benim için en önemli husus, Türkiye’mizin ali menfaatleridir. Hani bir laf vardır, ne Arap’ın yüzü, ne Şam’ın şekeri...
---
PS: Tüm Mülkiyelileri kucaklayan, Mülkiyeliler Birliği Genel Merkez Ankara’da olmak üzere, Mülkiyelilerin bulunduğu çeşitli şehirlerde faaliyet göstermektedir. Bazı Mülkiyeliler Birlikleri fevkalade aktiftir. Biz Mülkiyeliler, bulunduğumuz şehirde bir Mülkiyeliler lokali olsun istiyoruz. Ancak, yeteri kadar ilgi göstermiyoruz. Örneğin İstanbul’daki Mülkiyeliler Birliği Yönetici arkadaşlarımızın büyük gayretleri ile, Kuzguncuk’ta, şık, nezih, ucuz ve enfes yemekler sunan biçimde hizmettedir. Ancak, Mülkiyelilerin ilgisizliği nedeniyle, kapanma tehlikesiyle karşı karşıyadır. Hem birlik merkezi olsun diyeceksin, hem de ilgi gösterip, gitmeyeceksin. Peki Mülkiyeliler Birliği nasıl yaşayacak? Biraz ayıp olmuyor mu?...