YAMAN TAKİYYECİ, DÂL VE MUDÎL!... (2)

Abone Ol
(Müseylemetü’l-Kezzâb ve Esved-i Ansî gibi ve kıyâmete kadar gelecek bütün yalancı Peygamber’lerin, “Allah ile konuştum, konuşurum”, “Bize de vahiy geliyor” diyerek Peygamber’lik iddiasında bulunanlar için yukarıda meâlini verdiğim âyet-i Kerime nâzil olmuştur.) 
- Son haftalar’da muhtelif i’tiraf ve ifşaat ile ortaya çıkan, “Ben Peygamberimizle her Cum’a gecesi görüşüyorum.” 
“Haz.Peygamber’imizi rüyam’da gördüm. Hükûmet aleyhine atılan twitleri iki katına çıkarın.” buyurdu. 
“Resûlüllah, İstanbul’daki Arena Stadyumu’na Türkçe Olimpiyatlarına bizzat teşrif ettiler, temessül buyurdular.” 
“Bir televizyon kanalındaki bir dizide, Allah’ın Resûlü, Âlây-i İlliyyin, Mele-i Âlâ’dan indirildi ve bir hurdalık, hurda kamyonetine bindirildi. “Ben, Allah ile konuştum, Cenab-ı Hakk, bana kâinatı Haz.Muhammed-Mustafa’nın şerefine yarattım. Senin için devam ettiriyorum,” buyurdu. 
- “Kendisi Haz. İsâ’dır. Çünkü Haz.İsâ İzmir’e elinde bir tahta bavul ile gelecektir. Kırklareli’nden elinde bir tahta bavulu ile geldiği için, kendisi Haz.İsâ’dır.” 
- 25 yıl uzun bir müddet, ma’lûm ve ma’hut zatın etrafında hizmet aşkıyla (İslâm’a ve Müslüman’lara hizmet ettiği inancıyla) pervâne olmuş, bir başka zât, İlâhiyat Profesörü, Prof. Dr. Ahmed Keleş, derîn bir nedâmet duygusuyla, uzun bir müddet aldatılmış olmanın verdiği derîn bir hüzün’le ve gözyaşları arasında i’tiraflarda bulunuyor. 
“Örgüt’ün, İran’daki Şîa, İmamlar Devleti’nin şemasına benzer bir şeması vardır. En aşağıda, hiçbir şeyden habersiz, dünya çapında İslâm’a ve Müslümanlara hizmet edildiği zannıyla elinden gelen herşeyi yapıyor. Zaman zaman, çocuklarının nafakasından keserek varını yoğunu, Himmet vergisi olarak örgüte aktarıyor. 
En aşağı kademe ile en üst kademe, Kâinat İmamı, arasında İran’daki Cumhurbaşkanı, hükûmet ile dinî lider arasındaki “Anayasa’yı koruma kurulu” gibi, hücreler halinde, birbirinden habersiz, karanlık kurullar vardır,” diyor. 
Dünya çapındaki okullar’dan, Türkiye’deki özel okullar ve dershâne’lerden, Azîz Milleti’mizin saf’larından toplanan fitre, zekât, kurban, kurban derisi, himmet vergisi, şantaj ve tehdit ile iş adamlarından tahsil edilen, milyarlarca dolarlık hâsılatın, en az %15’i örtülü ödenek adıyla nakde çevrilir, dolar bazında nakit olarak doğrudan ma’lûm ve ma’hut zât’ın hesabına aktarılır. 
Bu paralar, leyh’te yazan gazeteci yazarlara pahalı hediyeler için, muhtemelen ileride aleyh’te yazı yazabilecek yazar ve çizer takımına rüyalarında bile göremeyecekleri pahalı hediyeler için, kiliselere yardım için, ABD’de partilere ve politikacılara verilmek için’dir” diyor.
- Bu i’tiraf ve ifşaat’ın ba’zılarına geçmiş dönemlerde muttalî olmuşuzdur. Geçmiş dönemler’de bu hususlarda yazılar yazdığımız da olmuştur. Fakat, ba’zılarına ilk def’a muttalî olduk, hayretler içinde kaldık. 
Takiyye’nin bu kadarına pes doğrusu, Fe Süphâne’llâh! 
- 2005 yılında, “Küçük DÜNYAM, Fethullah Gülen” adındaki bir kitaba imza atan, Fethullah Gülen’i göklere yükselten, Latif Erdoğan i’tiraf ve ifşaatında, “Ben Allah ile konuşurum, konuştum. Allah bana, ‘kâinatı, Haz.Muhammed’in şerefine yarattım. Senin için devam ettiriyorum,’ buyurdu” dediğini anlattıktan sonra, “Ben öfkelendiğimde, yeryüzünde fırtınalar, hortumlar, sel felâket’leri ve diğer âfet’ler meydana gelir,” dediğini de anlattı. 
Latif Erdoğan’ın bu i’tiraf ve ifşaatı bize daha önce tafsilâtıyla anlattığımız bir hususu hatırlattı. Şöyle ki;  
Fethullah Gülen imzasıyla yayınlanan, “Benim Küçük Dünyam” adlı, Fethullah Gülen’in hayatını ve ailesini konu alan bir kitap vardı. Fethullan Gülen bu kitap’ta, bugün en yakınlarında bulunanların i’tiraf ve ifşaatlarına benzer görüşler ve aile seceresi ile alakalı farklı bilgiler vardı. 
Şöyle ki; Ma’lûm ve Ma’hut Zât, bu kitabında, “Erzurum’da bir çocuk dünyaya gelecekti. Eğer bu çocuk Erzurum’da dünya’ya gelmeseydi, 1939 yılında, 40 bin kişinin ölümüne, binlerce kişinin yaralanmasına ve çok ağır yıkımlara sebep olan, Erzincan Depremi, Erzurum’da meydana gelecekti. O çocuğun yüzüsuyu hürmetine, zelzele, Erzurum’dan Erzincan’a kaydırıldı. Erzurum’da doğacak çocuk tabî’i ki, 1941 yılında Erzurum’da doğan Fethullah Gülen’den başkası değildi. 
Kâinatın Efendisi, Allah Celle ve Alâ’nın sevgili kulu ve Peygamber’i Sevgili Peygamber’imiz, Haz.Muhammed-Mustafa sallallâhu aleyhi ve sellem Efendimiz Hazret’leri, dünya’yı teşrif buyurduklarında, velâdet gecesi, yeryüzünde, ba’zı hârikalar meydana gelmişti. Ba’zı şirk ma’bed’lerinin kubbesi ve orta direkleri çökmüş, Seva gölü kurumuş, Mecûsî’lerin bin yıldır sönmeyen ateşi sönmüştü. 
İ’tiraf ve ifşaatle şimdiler’de ortaya çıktığı gibi “öfkelenmesi halinde yeryüzünde çeşitli felaketler meydana gelir,”e benzer, Peygamber’imizin velâdet gecesi meydana gelen harikalar gibi, kendisi henüz doğmadan hâşâ harikalar meydana geliyor, bunun yüzüsuyu hürmetine meydana gelecek bir zelzele bir başka yere öteleniyor. 
Yine bu kitap’ta ma’lûm ve ma’hut zât, vâlidelerinin, Edirne Kahramanı, Şükrü Paşa’nın torunlarından olduğunu iddia eder. 
- Erzincan Depremi mes’elesi, ilgili çevrelerce kesif bir şekilde tartışılmaya başlanmış, Edirne Kahramanı Şükrü Paşa’nın, İspanya’dan, Sultan 2. Bayezid zamanında Osmanlı’ya sığınan SAFRAD Yahûdî’lerinden olduğu meydana çıkınca, söz konusu “Benim Küçük Dünyam” adlı kitap hemen piyasa’dan çekildi. Hattâ, kânunen bulunması gereken yerlerden bile bir şekilde ve her nasılsa toplattırıldı. 
Bilindiği gibi, Matbuat Kanununa göre, basılan her tür kitap, dergi, gazete, takvim, broşür, basıldığı matbaa’nın mes’ul müdür yeteri kadar nüshayı alıkoyar. Matbaa’nın bulunduğu yerdeki, Basın Savcılığı’na, Devlet Kitaplığı Müdürlüğü’ne, Ankara’daki Millî Kütüphaneye, İstanbul’da Belediye Kitaplığına ve diğer yerlere zimmet karşılığı teslim eder. Basılmış bir kitabın bir nüshası başka hiçbir yerde bulunmasa bile mutlakâ, ama mutlakâ, Beyazıt Devlet Kitaplığı’nda, Ankara’da Millî Kütüphane’de bulunması gerekir; 
Yıllar öncesi, ma’lûm ve ma’hut zât için yapacağımız bir araştırma için, öncelikle bu kitabı aradım. Piyasa kitapçılarında yoktu. “Her kitap bizde bulunur,” iddiasındaki sahaflar’da aradım, yoktu. Yakın arkadaşım, dostum, Merhûm Şerafeddin Kocaman o tarihlerde, İstanbul Beyazıd Devlet Kitapları Müdürü’ydü. Kendisinden rica ettim. Hay hay! Bulurum Hocam! dedi. Benim yanımda bir-kaç yerle telefonla görüştü, “Yarın öğleden sonra teşrif ederseniz, kitap elinizde biliniz,” dedi. bulamadı. Bilgisayar’ın başına geçti, internetten bütün kütüphâneleri taradı, hiçbir yerde yoktu. Piyasa’ya çıkan her kitabı ta’kip edip, bir nüsha te’min eden, kitapsever dost’larımı aradım. Hiç birisinde yoktu. 
Sohbetlerimizde bunu dile getirdim. Dost’larım bulabileceklerini söylediler. Fakat, şu ana kadar bulunamadı. 
Şimdi şimdi anlıyorum ki, ma’lûm ve ma’hut zât’ın kulları ne kadar uzunmuş ki, nerelere uzanmış! 
- İ’tiraf ve ifşaat, bütün hızıyla devam etmektedir. Bakalım, daha neler göreceğiz, neler duyacağız?....