YAMAN TAKİYYECİ!.. (4)

Abone Ol

Referans olarak aldığı zât’ın da böyle bir gayreti yoktu.
Kendisinin de aralarında bulunduğu; “Hürriyet, musâvat, adalet isteriz”, diye diye, Selânik yahudi-mason’larının öncülük ettiği yıkıcı hareketler neticesi, Devlet-i Aliyye’miz yıkılmış, yeni idâre peşpeşe kararlarla eski ile yeni arasındaki bütün köprüleri yıkmıştı.
Tevhid-i Tedrisat Kanununun kabûlüyle, medreseler bütünüyle lağvedilmiş, İslâmî ilimlerin tahsilinde, daha da vahimi, her müslüman’ın asgarî bilmesi gereken, Zarûrât-ı Diniyye’sini öğrenebilmesi için çok büyük bir boşluk doğduğu bir zamanda, Resmî-gayr-i Resmî, pek çok teşebbüsler olmuş, eli öpülesi, Muhterem hocalar, Memleketimizin muhtelif bölgelerinde Kur’ân, Kur’ânî ilimler, en azından Türk insanına asgarî dinini, diyânetini öğretebilmek için insanüstü gayretler sarf ederken, bu zât, değeri, te’siri, te’sir sahası, hedef kitlesi sadece yazandan referanslı, metedolojisi bulunmayan, vehimlere, rüyalara, kendisinden menkûl ilhamlara dayanan, mektuplar ve risâlelerle bir nesil uyutulmuş, uyuşturulmuştur.
Geldiğimiz nokta, bu zât’ın yolundan giden, izini tâkip eden kuşaklar, şu anda üçüncü kuşak ortalardadır, mensup olduğu dinin ana kaynağı kitabını okuyamaz, asgarî ilmihal bilgilerinden mahrum, fakat, ne manaya geldiğini dahî bilmediği çeşitli te’lif zaaflarıyla mâlul, Türkçe, Arapça, Farsça terkiplerden müteşekkil, risâleleri “VİRD” dinler gibi sadece dinlemektedirler.
Günümüzde, Barış Gurusu, açıktan henüz söylemeseler de dünyada bütün insanlar arasında cihanşümûl bir sulhu te’min edeceğine inandıkları “MEHDİ” olarak görenler, aslında Hocaâfedi’nin referans aldığı zât’a, bizler de, İslâm ve ehl-i Sünnet akîdesiyle aslâ bağdaştıramadığımız tavırlarından dolayı, bu zât’a haksızlık yapmaktayız.
Yaman Takiyyeci, çıksa da “Ben örnek aldığım zât’ın görüşü etrafında fikirler oluşturmaktayım, bunları kendiliğinden söylemiyorum, benim referans aldığım zât da şu şu mevzularda işte benim gibi düşünüyor” deyiverse, o zât’ın yolunda olanların takiyyeciye bir şey deme hakları olmaz, ama, bizlerin söyleyeceği çok şey vardır.
Biz, söyleyene değil, söylenene bakarız, İslam’a aykırı, ehl-i Sünnet’e aykırı şeyleri, şunun-bunun söylemesi ehemmiyet arzetmez, kim söylerse söylesin tavır alırız, karşı koyarız, mücâdele ederiz, bu tavrımız, mücadelemiz karşısında bâzı eski dostlarımızı kırmak pahasına da olsa...
Şakird’lerinin, müceddit, müçtehid ve asr’ın müfessiri olarak gördükleri o zât’ın görüş, düşünce ve davranışlarıyla Yaman Takiyyeci’nin bugünkü görüş, fikir ve davranışları arasında tam bir paralellik kurmak mümkündür. “Kendisinin ve sadakatle kendisine bağlı bulunan şakird’lerin varlığı bereketiyle, Isparta ve Kastamonu illerinin semâvî ve arazî her türlü âfet ve felâketlerden korunduğunu söylemekle”, Erzurum’da bir çocuk dünyaya gelir, eğer bu çocuk Erzurum’da doğmasaydı, 1939’da Erzincan’da meydana gelen binlerce insanın öldüğü ve büyük hasara sebebiyet veren zelzele Erzurum’da meydana gelecekti, demek arasında ne fark vardır?
“Şüphe yok ki kâfir olanlar, yer yüzündeki her şey ve bu yanında da bir o kadarı kendilerinin olsa da kıyamet gününün azabından kurtulmak için onu fidye verseler onlardan asla kabul edilmez; onlar için acı bir azap vardır.” (Mâide 5/36)
“İşte Rabblerinin emrine uyanlar için en güzel (Mükâfat) vardır. Ona uymayanlara gelince, eğer yer yüzünde tümüyle bunun yanında bir misli daha kendilerinin olsa, (kurtulmak için) onu mutlaka feda ederler. İşte onlar var ya, hesabın en kötüsü onlaradır. Varacakları yer de cehennemdir. O ne kötü yataktır.” (RA’D 13/16)
Yukarıya meallerini aldığımız âyet-i Kerime’lerin açık, sarîh ve net hükümlerine rağmen, “Ahirette iyi niyetli kâfirlerin bir şekilde mükâfatlandırılacağını söylemekle, hıristiyan ve yahûdileri kardeş ilân etmek, onlar için dua etmek, Papa’dan misyon almak arasında ne fark vardır? Yaman Takiyyeci, aile hayatı ve dünya hayatında da üstadını taklid etmiştir, tercih ettikleri aile hayatı-her ikisinin de bir aile hayatı yoktur- ve tercih ettikleri abartılı uzlet, Alemlerin Efendisi, Hazret-i Muhammed Mustafa salla’llâhu aleyhi ve sellem Efendimizden ziyâde, Hazret-i İsâ’nın sünnetine uygun bir davranıştır.
“Nikâh benim sünnetimdir, sünnetimden yüz çevirenler benden değildir.” (Benim ümmetimden değildir.)
“Andolsun ki, Resûlüllah sizin için, Allah’a ve ahiret gününe kavuşmayı umanlar ve Allah’ı çok zikredenler için güzel bir örnektir.” (Ahzâb 33/21) Resûlüllah’ın, en güzel nümûne-i hayatından birisi de O’nun örnek aile hayatıdır, eşleri ve çocukları, torunlarıyla münasebetleridir. Hayatında her hususta Resûlüllah’ı örnek alan insanların Ürologları alakadar eden bir rahatsızlıkları sözkonusu değilse, bir aile kurmaktan kaçınmaları, aile hayatından yüz çevirmeleri imkânsızdır, hele bunu, bir meziyet olarak taraftarlarına sunmaları ise en büyük takiyye’dir.
Bu vesiyle ile, burada tarihî bir hatayı düzeltmek, gelecek nesillerin çalışmalarına bir nebze katkı olması için tarihe bir not düşmek isteriz.
Mensuplarının-şakird’lerinin tutunacak bir dal ararken referans olarak gösterdikleri ve nesillere yaydıkları bir hatayı düzeltmek isteriz. Şakird’lerin söyledikleri şudur:
Bu zât’ın muasırı, Kur’an ve İslâmî ilimlerin tedrisi ile temâyüz etmiş Ders-iâm Süleyman Hilmi Silistrevî Hazretleriyle alâkalı olarak; Güya, bu zât’ın şakirdlerinden birisi, Süleyman Hilmi Silistrevî Hazretlerine üstadından selâm getirmiş, Süleyman Hilmi Silistrevî Hazretleri de, “Biz, Ümmet-i Muhammed’in evladına Kur’ân-ı öğretmeye gayret ediyoruz, üstad da risâleleriyle tahkîkî imanı aşılıyor, duacıyız,” filân demiş...
Bu mes’elenin aslı şudur, : İstanbul Bahçekapısında, Süleyman Hilmi Silistrevî Hazretlerinin büyük damadı, Merhum, Kemal Kacar Bey’e ait, Rasimpaşa Han’ının birinci katındaki Yazıhane’de, bu zât’ın talebesinden birisi Süleyman Hilmi Silistrevî Hazretlerini ziyaret eder, bu kişi, muhtemelen Merhum, Avukat Bekir Berk’dir veya Dr. Tahir Barçındır. Selâm ve ikram faslından sonra, Süleyman Hilmi Silistrevî Hazretleri bu genç adama; Üstadınıza benim selâmlarımı söyleyin, “Üstad öncelikle bir ilmihal yazsın, bu talebelere bu risâlelerden önce mutlaka bu ilmihal’i okutsun”
Hazindir ki, üstad ne böyle bir ilmihal yazmıştır, ne de risâlelerden önce ilmihal okumalarını tavsiye etmiştir. (Bu mes’eleye şimdilik bir nokta koyuyoruz, derinlemesine devam eden çalışmalardan sonra, daha geniş açıklamalar yapılacaktır.)
***
Not: İşbu yazı 28.11.2005 tarihinde gazetemizde çıkmış olan yazının tekrarıdır.