Washinton’da, göreve geldiği günden bu yana Pentagon’la çatışan Trump’ı gönderme hazırlıkları giderek yoğunlaşırken, yerine kimin gelebileceği soruşturması başladı. Buna paralel olarak, özellikle Ortadoğu’da uyguladığı insan haklarını ve uluslararası hukuku yok sayan operasyonlar nedeniyle giderek yalnızlaşan ABD de, içine düştüğü bu durumdan kurtulmanın yollarını arıyor.

Köşeye sıkışan yalnızca platin saçlı Başkan Trump değil, attığı adımlarla kendini yalnızlığa mahkum eden Amerika’nın da başı dertte. Giderek agresifleşen “küresel lider”in sonunun gelip gelmediği tartışılıyor. 

M. KEMAL SALLI

Washinton’da, göreve geldiği günden bu yana Pentagon’la çatışan Trump’ı gönderme hazırlıkları giderek yoğunlaşırken, yerine kimin gelebileceği soruşturması başladı. Buna paralel olarak, özellikle Ortadoğu’da uyguladığı insan haklarını ve uluslararası hukuku yok sayan operasyonlar nedeniyle giderek yalnızlaşan ABD de, içine düştüğü bu durumdan kurtulmanın yollarını arıyor. 

2017’nin Eylül ayında, bölgedeki çıkarlarına aykırı bulduğundan, Irak Kürt Bölgesi’nde yapılması planlanan referandumu engellemesi, ABD’nin, “en güvendiğim dostlarım” dediği bölge Kürtlerini kaybetmesine neden olmuştu. 

Pentagon’un da Rothschildler’in adayı da henüz netleşmiş değil. Çok kişinin adı geçiyor, ama önemli olan, iki odağın da, yıpranmasına izin vermedikleri için, şimdilik adlarını gizledikleri adayların kimler oldukları bilinmiyor.

 Trump, sergilediği kararsız davranış ve söylemler nedeniyle, Cumhuriyetçilerin desteğini büyük ölçüde kaybettiği, Demokratların hedef tahtası haline geldiği biliniyor. Rothschildler’le yollarını görünür netlikte ayırmadığı gerekçesiyle Pentagon’la kavgalı olan Trump, Rothschildler’den yana bir duruş sergilemediğinden dolayı da, evde kızı İvanka ve Yahudi kökenli damadı Kusner’le aynı masaya oturmuyor.  

Cumhurbaşkanı Erdoğan, 14 Aralık’ta Trump’la yaptığı telefon görüşmesini anlatırken, “Fırat’ın doğusuna askeri operasyona başlayacağımızı resmen ilan ettik. Sayın Trump ile de bunları görüştük. Kendileri de olumlu cevapları verdiler” diyordu. Türkiye’nin sınır güvenliği ve mültecilerin geleceği konusundaki kaygılarına hak veren Trump’ın, Fırat’ın doğusuna yapmayı planladığımız operasyonun önünü, “Ekonominizi batırırım” tehdidiyle kesmesi, ilk bakışta çelişki gibi gelebilir. Anlaşılıyor ki Trump, çeşitli odakların baskıları sonucunda kendi doğrularıyla çelişen konuşmalar yapabiliyor. 

Trump’ın, kişiliği ile ilişkili olarak, yaptığı açıklamalar birbiriyle çelişebiliyordu, ama Türkiye’nin, ABD’nin çıkarlarını kendi çıkarlarının önünde görmesini arzulayanlar da, zaman zaman, platin saçlı başkanın konuşmalarını yönlendirebiliyorlardı. Mesela, Trump’ın Cumhurbaşkanı Erdoğan’la yaptığı konuşmadaki ses tonunu beğenmeyen ABD’nin Suriye Özel Temsilcisi ve eski Ankara Büyükelçisi James Jeffry, aynı günlerde yaptığı bir açıklamada, “Kuzeydoğu Suriye’ye herhangi bir saldırının kötü bir fikir olduğunu düşünüyoruz. Başkan Trump’tan aşağı doğru herkes Ankara’ya bunu iletti” derken, Başkan Trump’ın DEAŞ’a karşı uluslararası koalisyon nezdindeki özel koordinatörü Brett McGurk, “DEAŞ’ın yenildiğini söyleyip, ‘Biz artık çıkabiliriz’ demek pervasızlık olur” diyordu.

Bugüne kadar ABD, Suriye’de bulunma gerekçesini DEAŞ’le mücadeleye dayandıran Pentagon şahinleri Trump’ın, “DEAŞ’ı yendik, Suriye’den ayrılıyoruz” açıklamasını içlerine sindirememişlerdi. 

TRUMP GELİŞMELERİ İŞADAMI ŞAPKASIYLA DEĞERLENDİRİYOR

Trump Suriye konusuna, baştan beri bir işadamı gözüyle bakıyor ve getirisi ile götürüsü arasında uçurumlar olduğundan, bölgede daha fazla kalmayı gereksiz görüyordu. Hatırlarsınız, NATO’yu da aynı gerekçeyle eleştirmiş ve Avrupalı üyelerine, “Pamuk eller cebe; biz sizi korumaya mecbur değiliz” demişti. 

Trump, Türk askerinin terörle mücadele konusunda ne kadar yetenekli olduğunu bildiğinden, Suriye’deki terörist kalıntılarının temizlenme işini Türkiye’nin yüklenmesini istiyordu. Bu konuyu Trump’la konuştuklarını ve olumlu yanıt verdiğini belirten Cumhurbaşkanı Erdoğan, “Suriye topraklarını huzura kavuşturma işini bizzat üstlenmek mecburiyetinde kaldık” demişti. 

Pentagon, İşadamı bir başkan değil, savaşan bir şahin düşlediği için, Trump tipi bir başkan modeliyle anlaşamıyor. Pentagon kulislerindeki yeni başkan arayışları artık sır değil. Bu bağlamda, Trump ile Amazon’un CEO’su Jeff Bezos arasındaki savaşı daha önce ayrıntılı olarak anlatmıştık:

”Donald Trump-Jeff Bezos savaşı iki iş adamının savaşı değil, bölgesel ve küresel dengeleri altüst edebilecek nitelikte. Çünkü savaşanlar yalnızca Trump’la Bezos değil, perde arkasında Pentagon ve Rothschildler başta olmak üzere pekçok dinamik var. Trump’a saldıran cephe giderek netleşiyor. Katoliklerin kalesi Pentagon ve silah lobisi, Jeff Bezos’u da yanlarına çekerek her yönden güçlü bir cephe oluşturmanın peşindeler.”

Çünkü, ABD’nin, bölgede en büyük ortağı ilan ettiği, binlerce TIR dolusu silahla donatıp eğittiği Kürtler, 2017’nin Eylül ayında yaşadıkları şokla, kendilerine gösterilen ilginin gerçek hedeflerini görmüş oldular. Geçtiğimiz Eylül ayında Irak Kürdistan Bölgesi’nde yapılması planlanan referandumu bölgesel çıkarları açısından sakıncalı gören ABD, referandumu engellemiş, Mesut Barzani’yi siyaset sahnesinin dışına savuruvermişti. Bu durum, bölge halkına ABD’yi bir kurtarıcı olarak gösteren PKK/YPG yandaşlarını zor durumda bırakmıştı. 

O güne kadar sırtını sıvazladığı Barzani’nin hayallere dalarak, referandum konusunda ısrar etmesinin hem bölge barışı hem de ABD çıkarları açısından çok olumsuz sonuçlar üreteceğini gören ABD, gerçek yüzünü göstermek zorunda kalmış, referandumu engellemiş, Barzani’yi siyaset sahnesinin dışına savuruvermişti. 

Bütün uğraşmalarına rağmen Suriye’nin kuzey bölgesindeki Kürt nüfusunu yüzde 10’ları üstüne çıkaramayan ABD, bu davranışıyla da “bölgedeki en güvenilir dostlarım” dediği Kürtlerin desteğini kaybetmiş ve yalnızlaşıvermişti.

ABD’NİN ORTADOĞU’YA YÖNELİK ÖNCELİKLERİ DEĞİŞTİ

2017’de Barzani’nin referandumunu engelleyerek gerçek yüzünü ortaya koyan ve bölge Kürtlerinin desteğini bütünüyle kaybeden ABD, Çin’in Yeni İpek Yolu’yla İran üzerinden Ortadoğu kapılarına dayanması, Rothschildler’in desteklediği Fransa Cumhurbaşkanı Macron’un Avrupa Ordusu’nu kurmakta ısrar etmesi nedeniyle, Ortadoğu konusundaki önceliklerini değiştirdi ve Suriye’yi “dağınık” bırakarak, İran’a ve Hürmüz Boğazı’na yöneldi. 

Başkan Trump’ın Pentagon’a haber vermeden attığı “DEAŞ’ı yendik, Suriye’den çekiliyoruz” mesajı, bütün dünyada olduğu gibi, Pentagon şahinleri üzerinde de şok etkisi oluşturmuştu. ABD’nin Suriye dışında da bazı noktalara odaklanması gerekiyordu, ama bunun açıklanma biçimi, Trump’ın yaptığı gibi, tweet atmak değildi. Bu davranışları nedeniyle Trump ile Pentagon arasındaki uçurum giderek derinleşirken Pentagon şahinlerinin üstesinden gelmesi gereken sorunlar da, yanıtını bulmaları gereken sorular da giderek büyüyor. 

Suriye konusunda attığı tweetler nedeniyle Pentagon’la arası aşılan Trump, kendisini hedef alan, emekli etmeye zorlayan saldırılar karşısında ABD’nin iç ve dış sorunlarına ne ölçüde yoğunlaşabilecektir?

Yangın yerine çevirdiği Suriye’yi bırakıp İran’a, Hürmüz Boğazı kıyısında bir Belucistan kurmaya yoğunlaşan ABD’nin bu konudaki şansı nedir? 

Eylül’de Irak referandumunu engellemekle gerçek niyetini ortaya koyan ABD, Kürtlerden beklediği desteği bulabilecek midir? İran’ı kaosa sürükleme ve Belucistan’ı hayata geçirme konularında zorlanmayacak mıdır?  

ABD’nin, Kaşıkçı cinayeti nedeniyle yalnızlaştırmasına rağmen, Suudi Veliaht Prensi Selman, Rothschildler’in düzenlediği Asya turunu başarıyla tamamlayıp ülkesine döndü. İran’da Devrim muhafızlarını hedef alan bombalı saldırıya, Pakistan ile Hindistan’ın tüm dünyada kaygı oluşturan dalaşmalarına rağmen Prens Selman Asya’da yaptığı temaslarından oldukça memnun görünüyor. 

Gelinen noktada ABD, Prens Selman’ı, Rothschild Ailesi’nin yörüngesinden koparıp yeniden yanına alabilecek midir? 

Daha da önemlisi, petrol konusunda Çin’e açık çek veren Prens Selman’ın bunun karşılığında Nükleer silah teknolojisi alıp almadığıdır. Ortadoğu’da hem petrole hem de nükleer silaha sahip bir ülkenin dünya barışı açısından nasıl bir tehlike oluşturabileceğini düşünebiliyor musunuz?

Güney Kıbrıs Rum yönetimiyle anlaşmalar yapan İsrail’in, Doğu Akdeniz’de yeni ve zengin bir doğalgaz kaynağı bulduğu ve bunu en kısa zamanda Avrupa’ya ulaştırma çalışmaları başlattığı doğru mudur? 

Avrupa ülkelerini doğalgaz konusunda kendisine bağımlı kılacak İsrail’in Avrupa Ordusu konusunda Fransa ve Almanya ile dayanışmaya girmeyeceğini kim garanti edecektir? Çin’in Yeni İpek Yolu’nun önünü zorlanmakta olan ABD, İsrail destekli bir Avrupa Ordusu’nun kurulmasını engelleyebilecek mi? 

Görüldüğü gibi, köşeye sıkışan yalnızca platin saçlı Başkan Trump değil, attığı adımlarla kendini yalnızlığa mahkum eden Amerika’nın da başı dertte. Giderek agresifleşen “küresel lider”in sonunun gelip gelmediği tartışılıyor.

“ABD YOLUN SONUNA MI GELDİ?” 

Prof Dr. Ata Atun 18 Ocak tarihli ve “ABD Yolun Sonuna mı Geldi?” başlıklı yazısında şöyle diyordu:

“ABD, birçok ülke üzerindeki yaptırım ve etki kabiliyetini kaybetmiş durumda. Suudi Arabistan, Kuveyt ve Irak gibi petrolünü sınırsız olarak yönettiği ülkeler hariç, yanında pek bir ülke yok. Günümüze değin kayıtsız şartsız yanında yer Avrupa Birliği bile, kendi ekonomik sorunları ve içindeki huzursuzluk nedeni ile, artık eskisi gibi her konuda ABD’nin yanında durmuyor.

Orta Doğu’da ise ABD, sadece karizmasını çizdirmemek ve kendine yakışır bir şekilde çekilmek düşüncesinde. Zaten başka bir seçeneği de yok…”

ABD şu günlerde Hürmüz Boğazı’na yoğunlaşmış durumda. Çin’in küresel ekonomiyi kontrolü altına almak amacıyla oluşturduğu Yeni İpek Yolu’nun önüne Belucistan seddi çekme çabasında.. 

Yolun sonuna gelip gelmediği tartışılan bir küresel gücün başkanı da “topal ördek” olarak anılıyor. İnsan hakları ve uluslararası hukuk ayaklar altında.. Böyle bir tablo karşısında söylenecek tek şarkı var: “Batsın bu dünya!”