İnsanlar ikiye ayrılır.

Yalan söyleyenler ve söylemeyenler diye…

Böyle bir ayrımda bulunmak gerçeği saptırmak olur.

Çünkü yalan söylemeyen insan olmaz.

Mutlaka yalan söylenir.

***

Konfüçyüs demiş.

“Gerektiğinde söylenen yalan, yalan değildir”

Bu durumda yalan, gerekmek sözcüğünün derinliklerinde anlam kazanıyor.

Yalan, kişisel çıkarlar uğruna söylenmeyen bir erdem gibi görüyor.

“Ne için söylenmeli yalan” diye bir soruyu da hatırlatıyor.

Yalan nerede gerekli ki?

Esir düşen bir askerin vatanı için düşmana söylediği yalanlar, ne derece yalan!

Ya da, gövdesini kamyon parçalamış çocuğun annesine “çocuğunuza bisiklet çarptı hastaneye götürdüler” demek yalan sayılır mı?

Gerekmek sözcüğünün erdemi nerede?

Yalan nerede söylenmeli?

Ne için?

***

Kişisel yalan söylenemez mi?

Eksik bırakılmış bilgiler yalandan sayılır mı?

İyi yaşamın merkezinden geçmek için her şeyi göze almış bir insan, kişisel çıkarları için söylediği yalanları başka yalanlarla savunmaz mı?

İhtiraslar ve şehvet duygularını tatmin etmek isteyen poligamik evli  bir kadın, aşk yalanı söylerse ne olur?

***

Siyaset yalanlarına ne demeli?

Bir görüşe göre siyaset yalan söyleme sanatı değil mi?

Yalan söyleme, siyasette inandırma umutlandırma anlamına bürünmüyor mu?

Yalan söyleyerek halkı umutlandıran siyasetçinin başarısı iktidar oluyor.

İktidardan gerisi yalan diyebilir miyiz?

***

Kişisel yalanlarda…

Davranışların matematik dizilimleri vardır.

Dizilimlerdeki sapmaların yerini yalanlar alır.

Yalanın biri, yerini diğerlerine bırakır.

Yalan söylemek, alışkanlık haline gelir.

***

Yalanın yolculuğu, söyleyenin ömrü kadardır.

Yalanı bitirmenin bir yolu vardır.

“Hoşça kal” demek.

***

Yalanı her insan söyler.

İyi yalanı ise siyasetçiler.

Hele siyasetçi kadınsa.