Batı emperyalizminin, Türk gençliğini kendi doğal İslâmî mecrasından çıkarmak için başvurduğu menhus, uğursuz desise şudur: Der:

“Ey Müslüman! Bak, nerede bir müslüman varsa, nisbeten fakir, gafil ve iptidaî, ilkel bir hayat yaşamaktadır. Nerede Hristiyan varsa, bir derece medenî, uyanmış ve servet sahibidir.”

Böylece zihinleri karıştırmakta, güya Hristiyanlığın üstünlüğünü göstermek istemektedirler.

Bu iddia ve sava karşı şöyle cevap verilmiştir:

Ey Müslüman! Avrupa üstünlüğünün biri maddî, diğeri manevî iki sebebi vardır. Bu iki sebep dehşetli bir sonuç vermiştir.

O sonucun yıkıcı etkisine karşı, varlığımızın hâmisi ve koruyucusu olan İslâmiyetten elini çekme, elini gevşetme! Dört el ile sarıl, yoksa mahvolursun!

Evet, biz aşağıya iniyoruz, onlar yukarıya çıkıyor. Bunun iki sebebi var. Biri maddî, diğeri mânevî.

Birinci sebep: Bütün Hristiyan kilisesi ve hayat kaynağı olan Avrupa’nın coğrafî yapısı.

İfade çok dikkat çekici değerli okur! Bakın Avrupa nasıl vasfediliyor. İsterseniz iyice bir daha kulak verelim: Bütün Hristiyan kilisesi ve hayat kaynağı olan Avrupa.

Gelelim sadede: Avrupa dardır. Güzeldir. Demir madeni bakımından zengindir. Kıyıları girintili çıkıntılıdır. Deniz ve nehirleri bağırsakları hükmündedir. Ulaşım ve taşımaya çok elverişlidir. İklim ise soğuktur.

Evet, Avrupa yerkürenin onbeşte biridir. Böyleyken insanlığın dörtte birini; tabii / doğal güzelliği ile kendine çekmiş.

Hikmeten ve ilmen sâbittir ki: Yüzölçümüne düşen insan sayısının fazlalığı; ihtiyaç ve gereksinmeleri arttırır. İnsanları arayışa iter. Birşeyler yapmak zorunda bırakır onları.

Çünkü ihtiyaç; ilerlemenin hocasıdır. İhtiyaç sahibini harekete geçirir. Görenek gibi çok sebepler ile artan, çoğalan ihtiyaçlar; toprak ne kadar verimli olursa olsun, sadece tarımla ihtiyaç ve gereksinmeleri tamamen karşılayamaz hâle gelir.

İşte bu noktada ihtiyaç; san’ata yöneltir insanları. Merak da, ilme sevkeder. Sıkıntı ise ahlâksızlık araçlarına hocalık edip öğretmeye başlar.

Evet, san’at düşüncesi, eğitim ve öğretime meyil; nüfus çokluğundan çıkar, bir ihtiyaç olur.

Avrupa dardır. Deniz ve nehirleri doğal ulaşım araçlarıdır. Bundan dolayı, birbirleriyle tanışmaları; aralarında ticareti geliştirmelerine sebep olmuştur.

Birbirleriyle yardımlaşmaları ise, ortak çalışmaya yöneltmiştir onları. Bu şekilde temas dahi, yani birbirleriyle görüşmeleri, fikir alış verişine yol açmıştır.

Rekabet ise aralarındaki yarışı doğurmuştur.

Ve bütün sanayinin anası olan demir madeni, bol miktarda içinde bulunur. O demir; medeniyetlerine öyle bir kuvvetli silâh vermiştir ki, onlara dünyanın bütün medeniyet kalıntılarını gasp ve yağma etme olanağını sağlamıştır.

Böylece gayet ağır bastılar ve yeryüzünün terazisinin dengesini bozdular.

Hem de Avrupa’nın herşeyi geç almak, geç bırakmak şanından olan, fazla üşütmeyen soğuk iklimi var. Bu iklim onların çalışmalarını sebat ve devamlılık içinde yürütmelerini sağlamış; işlerini metanet ve dayanıklılık içinde sürdürmelerini sağlamıştır.

Bütün bunlara sahip oluşları; medeniyetlerini devam ettirmelerinde baş rolü oynamıştır.

Velhasıl, Avrupa’nın su yüzüne çıkmasının, zamanla Doğu’ya galebe etmesinin, üstünlük kurmasının, giderek bu hâlin emperyalist bir hüviyet ve kimliğe bürünmesinin altında, bir de şu hususlar vardır:

Avrupa devletlerinin oluşumu, ilme dayanarak gerçekleşmiştir.

Birbirlerine karşı olan kuvvetlerle çarpışarak ortaya çıkmıştır.

Avrupadaki gaddarca zorbalıkların rahatsız edici fonksiyonları, onları kendi devletlerini kurmaya götürmüştür.