Irak’ın şahsında Türkiye’mize, Ortadoğu’ya ve İslâm Âlemi’ne bir göz atalım. Halimize bakıp, geleceğimizi görelim. Duruma muttali olalım. İçinde bulunduğumuz ortamı iyice anlıyalım.

Teşhiste isabet edelim. Ki tedavide netice alabilelim. Bu ahval ve şerait içinde. Bu hâl ve şartlarda ne yapmak lâzım? Nasıl hareket etmek gerek? Nasıl bir çıkış yolu bulmak icap eder? Bunu iyi tesbit etmeli.

Ki ancak bu şekilde sağlıklı bir usul ve metodu tayin etmek mümkün olur.

Aslında yol da yordam da yazılıp gösterilmiştir. Hepsi mevcuttur üstelik kendi dilimizde.

x

Ondokuz ve Yirminci yüzyıllarda Batı’nın estirdiği bir rüzgâr vardı. Sersemletici ve zehirleyici idi. Bu öldürücü rüzgâr, 21. asra başladığımız bu zamanda yine estirilmekte; doğulu insanın başını döndürmekte, sıhhatli karar vermesini güçleştirmekte, zorlaştırmaktadır.

İşte bu cereyan, bu akım şu zamanın medenî görüntüsü altında fonksiyon ve işlevini devam ettirmektedir. Bu “Medenî Engizisyon”dan başka bir şey değildir. Bununla müthiş ve dehşet verici vesîlelere başvurmaktadırlar.

Böylece zihinler; ifsat edici, çeşitli bozuk telkinata tabi tutulmakta. Menfî fikir aşılamalarına maruz bırakılmaktadır.

Bu şekilde Batı’nın “Medenî Engizisyon”u, meşru olmayan çocuklar oluşturmakta. Daha doğrusu, kendi çocuklarımızı, kendi insanımıza karşı tavır alacak şekilde zihinsel bir değişikliğe uğratmakta. Türklere, İslâmiyete ve Müslümanlara karşı duyduğu kinini yaşatmakta. Onlara karşı beslediği intikam hissini yürürlükte tutmaktadır.

Türk gençlerini, İslâm çocuklarını dinsizlik ve imansızlığa meylettirmek ve sürüklemek için, sinsi ve örtülü olarak çalışmaktadırlar.

Onları yapamasalar bile hiç olmazsa lâubali olmaya, inanç karşısında duyarsız kalmaya özendiriyorlar. Devlet, vatan, millet ve bayrak kavramlarını törpülüyorlar. Geçersiz ve manasız kılmak için dolaylı yollardan zayıflatıcı, menfî üfleyişlerde bulunuyorlar. Velhasıl onlar üflüyor, bizler de oyuna geliyoruz bilinçsiz şekilde.

Bundan sonra iş; millî ve manevî değerlerden boşalmış kalb ve dimağları Hristiyanlığa yönlendirmeye geliyor. Hristiyanlığa eğilim göstermelerini sağlamaya çalışıyorlar.

Bunun için Türk çocuklarının diğer İslâm gençlerinin İslâma şek ve şüphe ile bakmaları isteniyor. Bunu sağlamak için elden gelen çaba sarfediliyor. Üstelik bunlar ilim kisvesi altında yapılıyor. Güya bilimsel eserler yazılarak, Hz. Muhammed’in apak şahsiyetine leke sürülüyor.

Hattâ millî tarihimizi ve İslâm tarihini lekeli gösterecek hayali kitaplar yazarak bunu gerçekleştirecek birimler kurarak, olmadık senaryolar, görülmedik yazış biçimleri arasına dercedilip konuyor.

Kafalar karıştırılıyor. Dimağlar bulandırılıyor. Akıllar karıştırılıyor. Türk insanını, İslâm gençlerini İslâmiyetten soğutmak için kapılar aralanıyor. Bunun için en tehlikeli yalana başvuruluyor. Yarısı doğru olan yalana. Ki çürütülmesi en güç yalan budur: Yarısı doğru olan yalan.

Nitekim Osmanlı Devleti’nin son zamanlarında her tarafta açılan Misyoner okulları; birçok amaçları yanında ayrıca belirttiğimiz hususları da yerine getirmek için kurulmuş müessese ve kurumlardı. Dikkatli olalım! Aynı şeyler bugün de yapılmak isteniyor! Yazık ne yazık ki bu yolda adımlar atılmıyor değil!

Gerçekten değerli okur! Aynı metoda, bugün de yapışmış ve başvurmuş bulunuyorlar. Aynı metoda bugün de sarılıyorlar. Sureti haktan geçinerek, İnsan Hakları maskesine bürünerek, Hristiyan olmayan yerlere kiliseler açıyor, açtırıyorlar.

Bir bakıma köprübaşı edinip, özellikle Türk gençlerine bâtıl ve sapık kancalar takmanın uğraşı içinde yanıp tutuşuyorlar. Ne diyelim? Konuya safça bakanların, sorunu sadece bir insancıl hak veriş sananların kulakları çınlasın! Zehirin altın kupa içinde sunulacağı, bir an bile akıldan çıkmasın!