(Ruhlarında şefkat taşımayanların, Mükemmel olabileceklerine inanmıyorum.) Evet: “Ya sev, ya git” demek, vicdan hanesi boş olan insanlar için pek kolaydır. Lâkin, vicdan haneleri dolu olanlar için; bu sözü sarf edebilmek pek kolay değildir. Zira, vicdanı sızlar ve böyle bir hodbinliğe müsaade etmez!... Bundan daha garip bir öneri olamaz: böylesi insanları seveceksin. Ama buna rağmen onlar seni sevmeyecek ve canının istediği gibi seni horlayıp duracak?!.. Böylesi duygusuz bencillere ve “ırkçılık hastalığına yakalanmış” talihsiz kimseler, böylesi mantık kaldırmak bağnazlıklara kapu açan hem de, ardına kadar açan başlıca unsur: Gazi Hazretleri’nin dahi pek benimsemeyip, günün şartlarına göre karşıladığı o malûm “Lozan Antlaşması” olmuştur ki, bu da; allanıp, pullanıp yeni bir model şeklinde sunulan, o malûm “Sévr Antlaşması”nın değişik bir vizyonundan başka hiçbir şey değildi!.. Bu durumu en alâ şekilde bilen Gazi Hazretleri; Lozan Antlaşması’nın bizim lehimize neticelenmesinden sonra, Türkiye’de hemen herkes adeta bayram havası yaşarken, peşi peşine dostluk paktları tesis ederek, Türkiye’nin çevresinde tek bir düşman Devleti bırakmama gayreti içinde idi. Nitekim, “Balkan Paktı” böyle bir düşünceden doğmuş; “Agop MARTAVAN – “DİLAÇAR”, “Berç KERESTECİYAN” – “TÜRKER” ve daha nice Ermeni, devlet katında vazifelere atanmışlardı. Mesela, Berç Türker Efendi: A.Karahisar’dan milletvekili seçtirilerek, TBMM’ine sokulmuş ve “Devlet Bütçesini tam on sene, Türker Efendi tanzim etmiş ve en mükemmel şekilde idare etmiştir.” Peki, bizler yânî Türkiye-Ermenileri şayet vatan haini olmuş olsaydık, Yüce Önderimiz; hiç böylesine önemli bir vazifeyi, Berç Türker Efendi’ye verirler miydi!.. Bu konuyu daha uzatabilirim ve hatta hacimli bir kitap olur. Ancak, övünç hanesine kaymasın diye, bu bahsi burada noktalıyorum. Türkiye’de yaşayan ve Osmanlı İmparatorluğu’ndan, Cumhuriyet Devleti’ne intikâl eden ve de muhtelif kavimlerden müteşekkil bulunan vatandaşlarımızı: (Pomak, Laz, Çerkez, Kürt, Ermeni, Rum, Türk; “Azınlık, çoğunluk”, “Müslim, Gayr-ı Müslim” nevi’nden, kategorilere ayırarak, böylesi bir mantık açısından vatandaşları değerlendirecek olursak, herhâlde karşımıza iç açıcı bir manzara çıkmaz!... Nitekim Gazi Hazretleri’nin henüz sağlam oldukları dönem içinde bir sivri akıllı Bakan; pek koyu Türkçü olduğundan, şöyle bir şiir yazmış ve devrin gazetelerinden “Millet Gazetesi” mezkûr şiiri basarak, neşretmiş. Netice? Neticesi şu olmuştur: (Saygıdeğer Bakan, yaşlılık ve yorgunluk(!) neticesi, emekliliğini istemiş) ve böylece mezkûr durum, sessizce noktalanmıştır. 19 Eylül 1930 tarihinde yukarıda adı geçen gazetede yayınlanmış bulunan meşhur şiiri; şairinin adını geçmeden aynen sunuyorum. Zira, benim kavgam şahıslarla değil, doğrudan sakat zihniyetlerledir!... (Türk bu memleketin yegâne Efendisi, yegâne sahibidir. Saf Türk soyundan olmayanların, bir tek hakları vardır: “Hizmetçi olmak hakkı, köle olmak hakkı.” Dost ve düşman ve hatta dağlar böyle bilsin!) Bu muhterem şayet sağ olmuş olsaydı, bir tek sual tevcih ederdim: (Vatan topraklarının bağımsızlığı için canını, kanını esirgemeyen sadece Türk ırkı mensupları mıydı?..) Şimdi, bizleri vatandaş saymayanlara soruyorum: Böylesine sakat ve pek haksız bir fikir yapısına sahip bir insan veya şerefli bir ırkın adını kendisine veya sakat fikir yapısına kalkan edinmiş bazı siyaset madrabazlarını niçin seveyim?!.. Beni ve mensubu bulunduğum kavmi hor gören, aşağılayan ve de vatandaş saymayan bir düşünce yapısının sahiplerini değil sevmek, sevgi sözcüğünün sadece (S) harfini dahi vermem! Bunlar ne diyor: (Ya sev, Ya git!). Cevabım şudur: (Ülkemiz Ermenileri “Türk Milleti”nin bir parçasıdır ve Hıristiyan Türk’dür! Tek kelime ile bu vatan, ne sadece sizin ve ne sadece bizimdir. Bu mukaddes topraklar bir bütün olarak hepimizindir. Türk Milletini ne siz ve ne de biz, tek başımıza temsil edemeyiz. Temsil edebilmemiz için millet bütünlüğünü kabullenip; “Onlar, Bizler” gibi tehlikeli tabirleri bir tarafa iterek; Türk Millî Harslarının müşterek sahipleri olarak: “Türk Milli Bütünlüğünü” paylaşabilmenin hem faydalı ve hem de birleştirici olduğunu hep birlikte anlayabilmeliyiz!.. Türkiye son derece zor günler geçirmektedir ve böyle zamanlarda hemen hepimizin yânî bütün vatandaşların yekvücut olması, en azından “Millî Bütünlüğümüz” açısından kesinlikle elzemdir. Türkiye’deki insanlar arasında ırki tefrikler yapmak ve bu aziz vatanı sadece bir ırkın mensuplarına hak görmek, yanlışların en büyüğü demektir. Türklük, tekelleştirilemez. O bütün bir Milletin adıdır. Tek bir ırkın mensuplarının değil. Gazi Hazretleri onun için: (Ne Mutlu Türk’üm Diyene!) vecizesini buyurmuşlar ve milletimiz arasına nifak tohumları ekilmesine mâni olmuş ve bu uğursuz engelin önüne set çekmeye çalışmıştır. Ne var ki, Gazi Hazretleri’nin zamansız vefat edişleri, hemen her hayırlı inkılâbın, yarı kalmasında başlıca amil teşkil etmiştir. Zira sonradan gelenler, Atatürk’ümüzün, baştan beri ve geceli-gündüzlü çalışarak meydana getirdikleri “tasarılarının çoğunluğunu” adeta rafa kaldırmış ve eşsiz Önderimizin değil tasarıları, daha önceki satırlarda yazdığım gibi, hayata geçirdiği inkılaplarından çoğunluğunu da; “ya yarı bırakmış veya sessizce unutulmaya terk etmişlerdir!...” Meselâ, en basiti “kıyafet-İnkılâbı” başta gelenlerden birisidir. Şöyle ki: (Başörtü’dür, Türban’dır) derken, bütün hışım kadınlarımızın başörtüleri üzerine çektirmişler, diğer taraftan ise; bilhassa gençlerimizin giyim kuşamını pek pespaye bir seviyeye düşürmüşlerdir ki, bu doğrudan “Atatürk’ümüzün kıyafet inkılâbına” tamamen ters düşen bir eğilim olmuştur. Saygıdeğer okuyucularım, bu konuyu her ne kadar uzatırsanız uzar gider. Çünkü, büyük bir yanlışa saplanmış durumdayız!.. Dolayısıyla, bir başka yazımda ve daha doğrusu şayet nasipse ilerde yazacağım bir çok yazıda, mezkûr konuya temas edebilmem temennisi ile hemen hepinize, mutlu tatiller diliyorum efendim. Not: Bu makale: (14 Mart 2010 Pazar tarihinde) yazılmıştır.