Wikileaks belgeleri havada uçuşurken, medyanın önemli bir kısmı bu belgelere odaklanmış durumda. Ülkeler veya kurumlarla alakalı her belge bir köşe yazısının veya açık oturumun konusu olabilmekte, şimdiden bitmeyecek gibi görünen tartışmalara yol açmış bulunmaktadır. Uluslararası politikada, tıpkı “11 Eylül Sonrası” birçok analizin hareket noktası olduğu gibi “Wikileaks Belgelerinin Açıklanması” da benzer belirleyici kavram olacak gibi. ABD Dışişleri Bakanı’nın “açıklanan belgeler maalesef doğru” itirafı hepsinin temelini teşkil etmektedir. Yani bu raporların gerçekten de ABD diplomatlarınca merkeze gönderilmiş olduğu konusunda şüphe yoktur. Bundan sonra, sözkonusu raporlar hazırlanırken kullanılan bilgi kaynakları tartışılacaktır. ABD hariciyesi muhtemelen bu konuda çok sıkıntı çekecektir. Daha önce yaşanan olaylar, ilginç belgelerin aslında tahakkuku idi. Ancak bilfiil gerçekleşen olayların altındaki bu bağlantıları tahmin veya basiretle okumak, ortaya koymak, wikileaks öncesinde komplo teorisi idi. Öte yandan bu güne kadar açıklanan belgeler, bazı ülkelerin özellikle korunduğu, onları zor durumda bırakacak belgelerin yayınlanmadığını göstermektedir. Esasen resmi yetkililerce taranıp izin verilen belgelerin internete konduğu bilinmektedir. Bu durumda belgelerin niçin açıklandığı daha anlamlı hale gelmektedir. ABD dış politikasının oluşumunda, resmi organlar ve görevlilerin dışında geniş ve karmaşık ilişkilerin sözkonusu olduğu mahfillerin önemli etkisi var. Belgelerin yayınlanmasının bu çevrelerin bir projesi olduğunu söylemek için henüz erken. Fakat ayıklanma süreci ile şimdiye kadar izlenenler bu mahfillerin önemli ölçüde gelişmeleri kontrol ettiklerini göstermektedir. Bu sürecin en önemli çıktılarından biri dünya bu tartışmalara boğulmuşken birtakım kararların alınması ve uygulanması pek dikkat çekmeyecek, wikileaks dumanları arasında bazı işler daha kolay halledilecektir. O halde çok da fazla bu sisli ortama girmeden Türk dünyasının geleceği ile ilgili son derece önemli bir faaliyeti ele alalım. Öncelikle “Dünya Türk Forumu”nun ırk temelli bir hareket veya organizasyon olmadığını belirtmemiz gerekir. Başında bir millet isminin yer aldığı faaliyetin ne zaman ırksal, ayrımcı, faşizan olup ne zaman medeni bir hak arama veya saygıyla karşılanması gereken dayanışma olduğu konusunda birçok kıstas bulunabilir. Şu kadarını belirtelim ki eğer böyle bir hareket, diğer halkları hedef alan, onların mal ve can güvenliğini tehdit eden bir maksada hizmet etmiyorsa bunu çağdaş dünyanın temelini teşkil eden sivil toplum kuruluşu çerçevesinde ele almak gerekmektedir. Bazı eski sömürgeler hariç, günümüz insan hakları ve kamu hürriyetleri açısından en fazla ezilip horlandığı halde sesi soluğu duyulmayan, kimsenin sahiplenmediği topluluklar içerisinde Türkler birinci sırayı teşkil etmektedir. Öyle ki farklı ülkelerde yaşayan, milyonlara, olmilyonlara ulaşan nice Türk topluluklarının uğradığı haksızlık ve maruz kaldığı zulümleri kendi vatandaşı olduğu hükümetler veya en yakın devlet yetkilileri dahi gündeme getirmekten çekinmekte, yapılanlar adeta yok farzedilmektedir. Dünyada böyle bir topluluk bulunmamaktadır. Mesela Filistinlilerin, Tibetlilerin veya bazı Afrika kavimlerinin sesine kulak veren, bunu dünyaya aktaran birçok sivil toplum kuruluşu veya devletler bulunmakta iken bir yığın örneği bulunan farklı ülkelerde yaşayan Türklerin çoğu için böyle bir şans bilinmemektedir. Belirtmek gerekir ki bu halkların haklarını savunmak, maruz kaldıkları zulümleri dile getirmek için Türk olmak şart değildir. Tıpkı Türklerin de diğer etnik toplulukların uğradığı zulümleri anlatma görevleri olduğu gibi. Öte yandan günümüz Türk dünyası, başında Türk boyları isimleri bulunan devlet veya özerk birimlerin dışında birçok batı ülkesinde belirli bir teşkilatlanma süreci ile bulundukları ülkede siyasi aktör haline gelebilmiş halkları da kapsamaktadır. Yarım asır önce amele, işçi olarak gidenlerin çocukları bugün işadamı haline gelmiş, bulundukları ülke ekonomisinde dolayısıyla siyasetinde söz sahibi olabilmişlerdir. Avrupa’nın hemen her ülkesinde ve ABD’de Türklerin oluşturduğu dernek ve kuruluşlar, sadece kendi ekonomik, sosyal, eğitim, din gibi konularda sorunların çare aramak ve çözüm üretmekle kalmamıştır. Mesela Ermeni diyasporasının dev bütçe ve geniş bir kitleye dayanarak yürüttükleri iftira kampanyalarına karşı koyacak, onların yalan ve sahtekarlığa dayanan projelerini akamete uğratacak başarılar da göstemiştir. Türkasya Stratejik Araştırmalar Merkezi (TASAM), Türk devletleri ve diyasporasının altmışa yakın ülkedeki araştırmacı, akademisyen, iş adamı, gazeteci, siyaset adamı gibi fikir ve kanaat önderlerini İstanbul’da toplayarak bu konuları gündeme getirdi. Kendimizden utanarak kafamızı eğerek dinlediğimiz, bu kadar da olmaz dedirten anekdotların yanında “biz de başarabiliyoruz, sizinle iftihar ediyoruz” dediğimiz nice başarılı örgütleşmeler ve faaliyetlere şahit olduk. En büyük eksik ise bunları bir araya getirip tecrübeleri paylaşmak, belirli konularda ortak hareket etmek ve dayanışma içinde olmaktır. TASAM’ın sözkonusu faaliyeti bu eksikliği giderme yolunda önemli bir aşamadır. http://www.tasam.org/index.php?sagblok=119 sitesinde ayrıntılı olarak görüleceği üzere, siyaset ve devlet kademesinden önemli şahsiyetlerin de katılımın sözkonusu olduğu bu muhteşem organizasyona medyanın ilgisizliği son derece düşündürücüdür. Öncevatan gazetesinin kongre günlerindeki sayılarında yer alan haber ve röportajlar son derece önemlidir. Ancak başta milliyetçi ve muhafazakar olduğunu iddia edenler olmak üzere, sıradan dedikodulara sayfalarını ayıranların bu dev organizasyonu halktan gizlemeleri ile kamuoyunu wikileaks bombardımanına tabi tutmaları arasında bir ilişki kurmak biraz komplo teorisine mi girer takdir okuyucuların. Halbuki İstanbul’un bir numaralı kongre mekanı Cevahir Kongre Merkezi her türlü teknik donanıma sahip olup, bütün medya kuruluşlarına tekitli davetiye gönderilmiş. İlgisiz gibi görünen olaylar arasındaki bağları görmeye çalışırken, Dünya Türk Forumu’nun TASAM’ın himayesinde önemli gelişmelerin başlangıcı olacağına inanıyoruz.