Parlamenterlerimizin yumruklaşmasından sonra, sabıkalı bir ziyaretçinin Parlamento’da CHP Genel Başkanı, Sayın Kılıçdaroğlu’na yumruk atması ve de bir çok küfürleşme olaylarının ard arda dizilmesi, ülkemiz insanını haliyle sadece üzmeyip, aynı zamanda bir takım endişeli düşüncelere sevk etmektedir!... 
Hemen her akşam TV’nin haber saatinde; siyasî haberlerden ziyade, gündelik olaylara ve magazine yer vermeleri ve bilhassa dip notu geçerek, başka bir programın, hangi gün ve saatte neşredileceğinin bildirme marifetleri, seyirciyi iyiden iyiye zıvanadan çıkarmaktadır... Dahası, ülkemizin şu an ateşli bir imtihandan geçtiği de dikkate alınacak olunsa; İzleyicilerin daha ziyade merak edecekleri asıl konular dışında hareket edilmesinin söz konusu dahi olmamasına üzülmemek elde olmasa gerek!... 
TBMM çatısı altında milletimize ibret teşkil edebilecek seviyede; görüşmelerin icra edilmesi icap ederken, bazı münferit olayların zuhuru, böylesi hayırlı misallerin olabilmesine de mani teşkil etmiştir. 
Gayet enteresandır özellikle büyük şehirlerde gün yoktur ki, bir cinayet işlenmesin, gün yoktur ki, bir kadın bıçaklı veya tabancalı saldırıya uğramasın, gün yoktur ki, silâhlı soygun vs. olmasın... 
Bu neyi göstermektedir? Gösterdiği şudur; Türkiye’nin insanları büyük çoğunlukla cehalete sürüklenmiş ve kültür seviyesi her geçen gün daha da düşmektedir... 
Bu tatsız durumun yegane çaresi ise, bir an evvel toparlanıp bu dehşetengiz gidişe bir son verebilmektir!... Parlamentomuzdaki yumruklaşmalar, küfürleşmeler vs. bizlerin millet olarak bir takım yanlış hesaplar içinde bocaladığımızın resmidir... 
Konuşmakla, sözlü hitaplarla haklı olduğunu anlatamayıp, işi sokak kavgalarına kadar götürebilen bir Parlamento, kendi milli benleğini çoktan yitirmiş demektir!... Çünkü, sözle savunduğu fikri kabul ettiremediğinde, işi zorbalığa döken insanların sokak adamı olmaktan gayrı hiçbir yönü kalmaz ve böylesi insanların da bir milletin “milli harslarını” koruyabilmesi zor değil, imkânsızdır!.. 
TBMM çatısı altında bulunanların ilk başta niçin ve hangi maksatla o mukaddes çatının altında bulunduklarını bilmeleri lâzımdır!.. Gelin görün ki, bunun tam aksi hareket edilmekte, gayr-ı medeni davranışlar sergilemekle, koca bir milletin itibarıyla oynayan bir takım insanların varlığı sergilenmektedir!... 
TBMM çatısı altında “birlik ve beraberliğin” nefis numuneleri sergileneceğine, tam aksi; hasımlıklar ve düşmanca davranışların muhtelif modellerini sergileyerek milletimize kötü örnek teşkil edilmesi, bu meselede daha şeytani ve bizlerin aklının pek ermediği bir takım kumpasların varlığını hissettirmektedir!.. 
Acaba öyle midir? Öyle sanıyoruz ki, maalesef öyle görülmektedir!... 
Ana-muhalefet Partisi Başkanının her kürsüye gelişinde Sayın Başbakanımıza çok ağır hakaretlerle veryansın etmeleri, haklı dahi olsa, onun haklılığını tamamen siler atar. Zira, ağır şekilde hakaretlere maruz bırakılan zat, sıradan bir vatandaş değil, tam tersi, 76 milyon Türk’ü temsil eden bir şahsiyet olduğunu hiçbir zaman unutmamak lazımdır!.. 
Anlayamadığımız bir önemli husus da şudur; ağır şekilde eleştirilen; Başbakan mı, Hükümet mi, yoksa AK Parti’ye oy vermiş olan insanlarımız mıdır? Bu sırrı bir türlü çözemedik?... 
Vurdulu, kırdılı bir dünyada yaşadığımız için, şiddet hareketleri bize normal gibi gelmekte ve böylece ülkemizin neler yitirmiş olduğunu görememek gibi telafisi pek zor olan hatalara düşmekteyiz... 
Bizde ezelden beri aydın bilinen ve fakat aydın olmaktan ziyade, yıkıcı yapısıyla her daim kendinden bahsettirmesini bilen bir zümre var ki, canım vatanımızı tarihimizin her döneminde Türkiye’nin ilerlemesine mani teşkil etmiştir. 
Hemen hiç kimse gocunmasın, 1939’lardan sonraki “Cumhuriyet Halk Partisi” böylesi bir ortamın bizzat uygulayıcısı olmuştur; CHP demek Türkiye’nin yegane sahibi, yegane efendisi demekti ve öyle olduğunu da muhtelif vesilelerle ortaya koymuştur... 
CHP’nin Genel Başkanı ve “Millî Şef” unvanı ile her daim ön planda görülen Merhum İsmet Paşa (İnönü) aslında CHP’nin geri planındaki görünmez güçlerin - ki, günümüzde bu güçler bir meçhul değildir- ellerinde bir araçtı. Nitekim, çok partili dönemle birlikte CHP muhalefete geçtikten sonra, bu tarihi şahsiyet kademeli şekilde eritilme taktiği ile yalnızlığa doğru itilmiş; CHP Genel Sekreteri Merhum Kasık Gülek, görevinden uzaklaştırılıp, yerine bizzat İnönü tarafından seçilen, “Bülent Ecevit”in Genel Sekreterliğe atanmasından sonra, “sen de mi Brütüs!” misali, Ecevit tarafından harcanan İnönü, zaman içinde tamamen yalnızlığa itilmiş ve “10 Kasım”larda herkesten evvel Anıt Kabir’e giderek, silâh arkadaşı Gazi Hazretleri ile başbaşa kalarak huzur duymaya çalışmaktaydı!... 
Daha sonraları muhtelif kademelerden geçen CHP’nin idarecileri her şeye rağmen hiç mi hiç değişmedi ve her daim, kendilerinin herşeyin sahibi ve efendisi olduklarına inandılar ve de hâlâ aynı inancı taşımaktadırlar. 
Kendileri iktidar olamadılar mı, dünyaları öylesine kararmaktadır ki, bu zifiri karanlık, milletimizin ruhunu da adeta karartmaktadır!... 
1977 Milletvekili Seçimlerinde doğrudan kendilerinin kazanacağına inanmış bulunan Halkçılar, kendi saflarında yer alan bazı yüksek tirajlı gazeteler tarafından da sonsuz destek görmekte ve öylesine inandırıcı makaleler yazılmakta, baş sahifelerde öylesine inandırıcı haberler neşredilmekteydi ki, yazdıklarına kendileri dahi inanır hale gelmekteydiler. 
Mesela: “6 Haziran 1977” tarihli “Milliyet Gazetesi” şöyle buyurmuştu: 
(-: CHP 210’un üstünde, AP 200’ün altında sandalye kazanabilir.) 
Seçim gecesi sabaha karşı ise: Baş sahifesini külliyen Ecevit portresine ayırmış: (ECEVİT BAŞBAKAN!) diyebilmiş ve bilahare de okuyucularından özür dileyen bir itirafta bulunmuştu. 
İşte bizlerin böylesi komplekslerden bir an evvel kurtulması ve CHP için acı da olsa gerçekleri görmesi ve inkâr yoluna sapmaması lâzımdır!... 
Çok enteresandır, CHP, DP için de çok ağır ithamlarda bulunmuş ve fakat hemen hepsi de boş çıkmış, ama üç masum insanın asılarak idam edilmesi de ne yazık ki önlenememiştir!... 
CHP Genel Başkanı Sayın Kılıçdaroğlu, hep aynı iddia üzerinde durduğu müddetçe, daima kayıp’a uğrayacak ve zararlı çıkan her zaman partisi ve kendi olacaktır. 
Şayet hırsızlık gibi durumlar var ise, bu devletin yargıçlarının bakacağı bir iştir. Onlara havale eder ve siz memleket işlerine bakarsınız. Ve zaten TBMM böylesi görevlilerin ocağıdır, zabıta ve hukuki işlerin değil. 
Medya’dan öğrendiğimize göre, CHP Genel Başkanı, yumruk hadisesi için: (-: Annesinin bana bir çağrısı var, oğlumdan şikayetçi olma diye bir çağrı yaptı, ben o çağrıya uydum. Ama sonuçta kamu davası yürüyecektir. Çocuktan çok azmettirenleri bilmemiz ve öğrenmemiz gerekiyor.) buyurmuşlar. 
Hadise sıradan bir zabıta vak’ası değildir. Sabıkalı bir fert basit bir kılıkta TBMM’nin halk’a ait girişine gelmiş ve kontrolden geçtikten sonra rahatlıkla içeri girebilmiş ve de olan olmuş... 
CHP bölümüne rahatça girebildiğine göre, ya evvelden bir çok defa TBMM’ne girmiş veya içeriden yardım görmüştür!... Dahası, hazret AK Parti üyesi çıkınca derhal parti’den ihraç edilmiş!... Bütün bu olaylar tek bir hedef göstermektedir ki o da şudur; Ülkemiz devamlı olarak, yabancı kumpaslarına her daim birinci derecede hedef teşkil etmektedir!... 
Bütün bu hususlar dikkate alınmadan, ülkemizin Belediye Seçimlerini, siyasî çekişmelere muhatap kılmanın, Türkiye’nin yarınları açısından hiç de olumlu işaretler vermemektedir!... 
CHP yılların tecrübesiyle böylesi kördüğümlerde kilit parti olmakla birlikte, kilitleri açmak yerine, bir de pranga vurmaktan geri kalmamakta ve böylesi siyasî istikrar elde edilememektedir!... 
Sayın Kılıçdaroğlu, ülkemizin böylesi kumpaslara, muhtelif entrikalara gelmemesi, istikrarlı bir düzene sahip olabilmesinde, birinci derecede rol oynayabilirler. CHP için iktidar kavgasından ziyade; ülkemizi her açıdan huzura kavuşturabilecek bir muhalefeti tercih etmesi, en isabetli hizmet olacaktır. 
Söz, MHP Genel Başkanı Sayın Bahçeli Bey’e gelince, muhalefette ikinci siyasi parti konumundaki MHP, Merhum Başbuğ Türkeş’in vefatından sonra mezkûr parti, “Milliyetçi ve Mukaddesatçı” olma ilkesinden istemeyerek de olsa kısmen uzaklaşarak; “Irkçı ve Mukaddesatçı” bir görünüme bürünmüş ve böylece, sadece bir kesimin partisi olmaktan ileri gidememiştir. 
Halbuki, gönül isterdi ki, MHP en azından “ana-muhalefet Partisi” olabilecek konuma gelmiş olsun!... Gelin görün ki, mezkûr Parti’nin “ırkçılığa kayan” yönü ile böyle bir şans elde edebilmesine asla imkân olmayacaktır. 
MHP Genel Başkanı Sayın Bahçeli, meselenin bu yönünü düşünmek mecburiyetindedir ve meselenin bu yönünü dikkate alarak, millî harslarda sadece Türk ırkından olanların değil, aynı zamanda Türkiye Cumhuriyeti Devletine tabi diğer insanların da hakkı olduğunu kabullenip, ülkemizin diğer kavimlerini de kendinden sayması, Türkiye’nin bütünlüğünde; “Birlik ve beraberlik” ilkesinin temel taşını bizzat koymuş olacak ve Türkiye istikrarlı bir hayata kavuşacaktır. 
Türkiye insanı ne demokrasi ve ne de bir başka siyasî doktrin arayışındadır. Türkiye’nin muhtaç olduğu yegane unsur; birlik ve beraberlik içinde hep birlikte huzur içinde yaşayabilmektir!... 
MHP, bu hususu dikkate aldığı an, hilafsız birinci parti olma yolunu bizzat açmış olacaktır. MHP’nin bir hususu kabullenmesi ve bu yönde gerçekleri görmesi lâzım da değil, elzemdir!... 
Bir husus var ki, hiçbir zaman unutulmamalıdır ve şudur; Türkiye bir İmparatorluktan kalan kavimler tarafından tesis edilmiş bir ülkedir. Türk adı, sadece bir ırka değil, umum Türkiye’ye şamil bir bütünlüğün adıdır. Yanî, Türkiye Cumhuriyeti Devleti vatandaşı olan her fert Türk’tür. MHP’nin işte ilk bu faktörü görüp, dikkate alması lazımdır!... Ve ancak o zaman “Demokrasi”den dem vurabilir. 
MHP’ye son sözüm şu olacaktır; şayet bütün bu hususları görüp, uygulamış olsaydı, günümüzde değil ana-muhalefet, iktidar partisi olurdu! 
Evet! Ey Türkoğlu! Titre ve kendine dön! 
CHP’ye gelince! Cümlemizin bildiği gibi, onun yegâne hasmı, bizzat kendisidir! 
“Haber Türk Gazetesi” köşe yazarlarından Sayın Serdar Turgut: (CHP’nin EZİKLİK KISIR DÖNGÜSÜ) başlığıyla sunduğu tarihli (11 Nisan 2014 Cuma) köşe yazısında: (Gençlerin çok kullandıkları bir kavram ezik. Amerika’da bunun yerine “loser-kaybeden” kullanılır. Maalesef ikisi de bugün CHP’nin durumunu anlatmaya çok uygun. 
Bu devamlı seçim yenilgisi almalarından değil. Yenilgiler çok sürpriz, beklenmedik gelişmeler değildi. Ama onlara oy veren bir insan olarak beni asıl şaşırtan, bir türlü yenilgilerden ders çıkaramamalarıdır. Oy verenler olarak artık alıştığımız yenilgiler değil, bir türlü analiz yapamama durumu, bizim geleceğe yönelik umudumuzu azaltıyor. 
Halbuki yapılması gereken zor bir analiz değil; çünkü, ezik olmalarının asıl nedeni, onların gözlerinin önünde adeta yüzlerine haykırmakta... Ama onlar, neredeyse suratlarına vurulmuş olan bu asıl nedeni bir kenara iterek, sürekli farklı açıklamalar yapma hayali peşinde koşuyorlar. 
Neredeyse suratlarına çarpmış olanı göremiyorlarsa, o zaman hiç olmazsa sürekli kazanmayı sürdüren AK Parti’nin neyi doğru yaptığına bakarak ders çıkarabilir. 
CHP bir türlü dindarlara, inançlı insanlara nasıl konuşacağını, onları nasıl kendine çekeceğini bilemiyor. Dindarlarla konuşulmadığı taktirde bu ülkede seçim kazanma ihtimali yok; AK Parti en azından bunu göstermiş olmalı!...) 
Bütün bunlara paralel olarak ele alınması icap eden bir husus daha var: Medyamızda, TV’lerimizde hemen her gün; felâket haberleri, vurdulu kırdılı diziler, samimiyetsiz insanların bir arada yaşayıp, birbirlerinin kuyularını kazmaları: “Hastane, yoğun bakım, hapishane, mezarlık vs.” Aziz milletimize sunulan hemen her gün bunlardır. Türk adına, Türklüğe toz kondurmayanlar acaba bu yazdıklarım hakkında ne düşünüyorlardır?... 
Nasipse gelecek makalemin başlıca konusu bu olacaktır. Sevgi, saygı ve dualarımla, cümlenize hayırlı ve sıhhatli yarınlar diliyorum efendim.