YAZIK DEĞİL Mİ?

Küresel ısınmaya paralel olarak değişen iklim koşulları geçmişte yaptığımız hataların bedelini ödetiyor bizlere.. 

Kim verecek bunca can ve mal kaybının hesabını?

Şöyle ya da böyle, bu felaketin yaşanmasında rolü, ihmali olanların vicdanları rahat mı?,

Öncelikle kendi vicdanlarına hesap verebilecekler mi?

Hiç, “Takdir-i İlahi”ye sığınmaya kalkışmayalım; Allah hepimize düşünelim diye akıl vermedi mi?

Giresun ilçelerinin özellikle Dereli’nin çamurlu sel sularıyla haritadan silinişini izlerken, bölgenin kaderini özetleyen, “Çarşamba’yı sel aldı” türküsünün hüznü çöktü içimize. Selin sürüklediği sel deryası içinde kaybolmuş arabalar, balçık deryası içinde görünmez olmuş yapılar, yitip gitmiş canlar, umutlar, birikimler…

Kim yerine koyabilecek bu yitirdiklerimizi? Kim ayağa kaldırabilecek Dereli’yi?

Hiç, “Takdir-i İlahi”ye sığınmaya kalkışmayalım; Allah hepimize düşünelim diye akıl vermedi mi? 

Verdi.. O zaman, bu felakete dolaylı yoldan neden olanların “Takdir-i İlahi”ye sığınma hakları yoktur. 

“Çarşamba’yı sel aldı” türküsü Dereli felaketi üzerine yakılmış bir türkü değil, bölgesel bir gerçeği haykıran ve yıllardır söylenen bir türküdür. 

Demek ki, felaketlerden ders çıkarmayı unutmuşuz. Günlük heveslerimize ve hırslarımıza yenik düşerek, aklımızı, izanımızı duvara asmışız. 

Ekranlara yansıyan görüntülere bakıyoruz, sellerin sürüklediği çamurla 2-3 metre yükselen ana caddenin iki tarafına sıralanmış olan yapılar, o kadar eski değil. Demek ki buraları, pek de uzak olmayan bir geçmişte yerleşime açılmış. Evvelce boş olan caddenin iki yanına 5-6 katlı binalar üstüste sıralanmış. Binalarda hasar yok, ama sürüklenen çamur nedeniyle cadde 2-3 metre yükselmiş, binaların alt katları kaybolmuş. 

Evler, işyerleri kullanılamaz durumda. 

Kim telafi edecek bu kayıpları? 

Kim sorumlu bu kayıplardan? 

Elbette evrenin bir sahibi var, ama Dereli faciası karşısında, bizim, “Takdir-i İlahi” demeye hakkımız var mı?

“Çarşamba’yı sel aldı” diye türkü yakan insanlarımızın uyarısına neden kulak vermedik? Dereli’nin dere yataklarına bina yapmayan insanların aklı yok muydu?

Anlaşılan o ki, toplumsal hafıza onların dere yataklarına bina yapmalarına izin vermemiş. 

Siyasi çekişmeler aklımızı, izanımızı emekli edince, plansız, programsız şehirleşme, arazi talanı başlamış. Her seçim sonrasında da izinsiz yapılara tapu verilince, talan giderek büyümüş; Dereli felaketine zemin hazırlayan boyutlara ulaşmış. 

KİM NE VERİYORSA…

Oy kaygısıyla hareket eden yerel yönetimler, vatandaşların çarpık yapılaşma yarışını frenleme ya da yönlendirme gereği duymamışlar. “Kim ne veriyorsa ben beş fazlasını veriyorum” modası, gelecekte yaşanacak felaketlerin temellerini atmış. 

Günlük çıkar hesapları akılları ve izanları perdelemiş, yarınları düşünmemizi engellemiş. 

Bir belediye başkanı, oy kaygısıyla dere yataklarını yerleşime açar mı?

Açmış; üstelik izinsiz, rushatsız yapılara, ilan edilen imar aflarıyla tapu da verilmiş.

Yaşam kalitesi kaygısı gütmemiş, yağmaya göz yummuş olanların, Dereli felaketi konusunda vermeleri gereken bir hesapları yok mudur?

Bir taraftan rant peşinde koşan mafya, diğer taraftan oy peşinde koşan belediye başkanları ve adayları, çarpık, sağlıksız yapılaşmanın önünü açmış oldular. 

FELAKETE DAVETİYE ÇIKARIRSAK…

Küresel ısınmaya paralel olarak değişen iklim koşulları geçmişte yaptığımız hataların bedelini ödetiyor bizlere.. 

Kim verecek bunca can ve mal kaybının hesabını?

Şöyle ya da böyle, bu felaketin yaşanmasında rolü, ihmali olanların vicdanları rahat mı?,

Öncelikle kendi vicdanlarına hesap verebilecekler mi?

Prof. Dr. Orhan Şen, Deleci felaketini değerlendirirken, “Yağıştaki şidetin artması iklim değişikliğinden olabilir, ama afete dönüşmesi insan eliyledir” diyor. 

Haksız mı?

“Dere yatağına ev yaparsan, yapılmasına izin verirsen, olacağı budur” diyor.

Yanlış mı?

“Siz derenin önüne engel koyarsanız, o da ne var, ne yoksa alır götürür” diyor. 

Kehanet mi?

Giresunlu vatandaşlarımıza, Karadeniz şeridinde yaşayan bütün yurttaşlarımıza geçmiş olsun diyoruz. Allah hepimizi her türlü afattan korusun.