Siz hiç lekenin resmini gördünüz mü?

Ben gördüm maalesef… 

Ölen çocukların, öldürülen kadınların suretinde yüzlerce Vicdan lekesi gördüm! 

Yani ölümü lekeleyenleri!

Yanlış secdelere baş koyarak, yanlış kıblelere dönerek, menfaati tavaf edenleri gördünüz mü sahi?

Bunlar nasıl sorular dediğinizi duyar gibiyim. Özellikle ülke gündemine ayaz gibi esen rüzgârlar hâkimken.

Ülke gündemini yoran onlarca çalkantılı konu üzerinde durmayacağım bile. Zira boyumu aşan konularda haddimi bilirim. Fakat konu insan olunca ve merhamet devreye girince, susturamaz kimse çığlıklarımı. Ölümün insanı şekillendirmediği bu dünya da cepkenlerine tamah edenler, vicdanlarını görmezden gelenler, akıllarının ucuz kahramanlarının ardına gizlenenler, iyiliğe dem vurup menfaat peşinde koşanlar öyle ucuza çıkardılar ki insanlığı ve öyle lekelediler ki vicdanı, s/özü erdemi ve dahi ölümü!

Hangi yanılgının ardına baksam, bir hüsran boy veriyor ne yazık ki!

“Ee yanılgı bu elbette hüsran olacak sonu” dediğinizi duyar gibiyim.  Hayır, o yanılgının öncesini eşeledikçe insana olan samimiyetim inciniyor. Pes etmek değil bu. Gerçeklerle yüzleşmek diyelim, yalancı aydınlıkların korkunç karanlığı diyelim bir yanılsamanın izdüşümü diyelim.

Dosdoğru olmaya inandırmak, sanki bir cesetle konuşmak gibi geliyor zaman zaman. İnsanın doğası gitgide çirkinleşirken, cevabı olmayan sorular birikiyor akıl hanemizde.

Başınızı yastığa koyduğunuzda ne kadar huzurlusunuz önemli olan bu değil mi?

Gün içinde olup bitenleri gözden geçirirken, yavan birkaç konu üzerinde duruyoruz bazen,

Önemsiz detaylara bata çıka uykuya teslim olurken bazılarımız, bazılarımız kulaklarını vicdanına tıkaç olarak kullanıyor. Ve yine iyi ki varlar dediğim azınlık ise inşirahla tevekkül halinde tek sermayesi olan İNSANlığıyla eksikliklerini arama telaşında. Dünyanın faniliğini hatmetmişçesine.

Uzun uzun düşünüyorum, gece tüm heybetiyle yüzümü gölgelerken. Eşyalar ve perdeler çekiliyorken bakışlarıma, aldığım solukta boğulmaktan korkuyorum. Fakat daha bir dost görünüyor gece yine de. İnsan uykusundan zaman çalmalı ve uğramalı mutlaka yürek hanesine. Vicdan kesesine diyorum usulca. Gece ve ben uzun uzun susuyoruz ucuza çıkan insan manzaraları karşısında. Kaldırıp kirpiklerimi siper edip göğe yıldızları seyrediyorum. Öyle ışıl ışıllar ki. Biz kirlettik itinayla evreni demekten kendimi alamıyorum, soğuk bir ürperti sarıyor o an ruhumu.  

Düş kurmayı oldum olası sevmediğimden olur olmaz hayallere takılmadım. Zamana yenilen insanoğlunun hırsları karşısında hayretle bakakalıyorum hayallerine sadece. Ölecek ve unutulacaksınız ardınızda varsa hoş seda ne ala. Yoksa eyvahlar ola. Kötülüğün simgesi olacak dünyevi telaşlarınız öyle ya. 

‘Başkasının yarasıyla kanadıkça insan olunur’ diyen atamın dağ başı kederini derinden algılıyorum bu saatlerde. Yolum yordamın olan bu deyişin sınırları içinde kalmayı yeğliyorum incelikle.

Kibir ile hemhal olanlara bakınca, aslında özenle kapatmaya çalıştıkları yaralarını görmemek mümkün değil. Sindirilmiş bir ruhun var olma telaşı kendini ancak kibir ile muhafaza eder etmesine de, kendi hapishanelerini inşa etiklerinin farkında değiller ne yazık ki.  “kibirliye karşı kibir sadakadır” hadisi ile demleniyor, amenna diyorum inşirah tadında teselli makamında usulca.

Onurun eğreti durduğu bu devirde, mezarlıkların fısıltısını duyumsuyorum. Kibrinden, Kaf dağından inmeyen burunlarından kıl aldırmayanlarla dolu toprağın altı.

 Peki, bunca öğrenilmiş acı bilgi ve bunca gerçek varken, neden insanoğlu kör ve sağır olan bitene!

Ben umudu öksürmek istiyorum dostlar her şeye ve herkese rağmen. Söndürüp gecenin ışığını avazım yettiğince bağırmak istiyorum “ uyanın ey insanlar ölüm var”

Sahi mezarlıklar kahkaha atmıyor yaşayanlara!