VİCDAN, KALB ve AKIL
Muhsin BOZKURT
Vicdanın ziyası / ışığı din ve maneviyat ilimleridir. Aklın nuru / ışığı ise pozitif denen fen ve teknik bilimleridir.
İkisi birbiriyle kaynaştığı, yekdiğeriyle el ele verdiği takdirde, hakikat tecelli eder / gerçek yüzünü gösterir. Böylece çalışan, daha bir gayrete gelir.
Sadece din ilimleriyle uğraşıp da, fen ilimlerini ihmal eden kimse taassuba düşer. Yani körü körüne taraftarlık duygusuna kapılır. Mutaassıp olur. Bilinçsiz ve şuursuz bir taraf tutucu olur.
Sırf fen ilimleriyle meşgul olup da, din ilimlerini bir kenara koyarak onlara dudak büken kişi ise inkara sapar, dalaalete düşer, maanen sapkın olur.
Vicdanı besleyen maana bilgisi ile aklı besleyen madde bilgisi, yaani:
Vicdan akıl hele bir de yanı sıra kalp
İle yürünür ancak hakikate rap rap
Aklın nuuru / ışığı kalpten gelir. Çünkü kalp, ilahii hükme bağlıdır. Çünkü kalpte bir rey / bir görüş vardır. Fakat bu görüş ondan değil; Hakkın iradesindendir. İşte böyle bir kalbin ziyası / ışığı olmadan fikir nuuru; aydın ve
parlak olmaz.
Zira akıl denen süvari, kalple olan inanç çerçevesinde at oynatmalı.
Akıl; ancak kalbin terbiyesinden geçmiş olan nefse binmeli. Olacaksa ancak
böyle bir ata süvari olmalı. Yoksa kalbin eğitiminden mahrum bir at; süvarisini üstünden fırlatıp atar.
Çünkü terkip; belli ölçüler dahilindeki birleşimdir. Yoksa karışım olur. İşe yaramaz. Terkibin mayası kalpten; maddesi, çeşitli karışımlardan meydana gelir.
Kalbin mayalayıcı etkisi olmadıkça malumat; faydalı bir ilim olmaz.
O nur ile bu ziya mezc olmazsa; bir arada bulunmaz, kaynaşmazsa karanlıktır. Yani sonuç vermez. Karanlık giderilmez. Bilgisizlik yok olmaz. Tıpkı ilaç ile dozu birlikte sunulmadığı takdirde; ilacın, derde deva olamıyacağı gibi.
Evet kalpten gelen ışıkla beslenmeyen yani hikmet ve ilimle dolup taşan gönülden ve diline nice ilahi pınarlar akıtan kalbin feyzinden yoksun fikirler karanlıktır. Bir şeye yaramaz. Ne görünür ne de gösterir. Kendisine faydası olmayanın, başkasına nasıl yararı olabilir? Olsa olsa nurun elbisesini giymiş yalancı parıltılı bir karanlık olur. Daha doğrusu nurun elbisesini giymiş, uydurma / sözde ışıklı bir karanlık olur.
Nitekim gözünde bir beyazlık var. Beyaz ama karanlık. İçinde bir siyahlık var ki, aydınlık bir gece gibi. Gözün içinde o siyah nokta bulunmazsa; bir parça ete benzeyen göz; gözden sayılmaz Sen de bir şey göremezsin.
Aynen bunun gibi basiretsiz yani maddede manayı, görünende görünmeyeni görmeyen göz de bir işe yaramaz.
Eğer beyaz ve parlak fikirlerde kalbin ortasındaki gibi o siyah nokta yani basiret ve idraki sağlayan nokta yoksa; o fikirlerin beyindeki karışımı ilim olmaz. Feraset, basiret ve sezgi imkanını vermez.
Velhasıl Kalpsiz akıl olmaz. Olduğu takdirde, yapılmak istenenlerde asıl gaye ve hedef hesaba katılmaz. İstenenin ölçüsüz olarak gerçekleşeceği de işin cabası. Üstelik ilmin kötülüğe alet edilmesi, fenalıkta kullanılması gibi tehlikeler baş gösterir.
Çünkü kalp bakış açısı veriyor. Mesela akla hakim gözüyle bakmakla; hadim / hizmetkar nazarıyla bakmak; insanı iki farklı, iki zıt bakış, yorum ve anlayışa götürür.
Sanki biri ışık öteki yol. Işıksız yolda yürünemiyeceği gibi, olmayan yolda da; ışık olsa bile neye yarar? İkisi de olacak fakat birbirlerinin yerini almıyacaklar. Ne kalp aklın yerine ne de akıl kalbin yerine geçmeli . İkisi de lüzumlu ama kendi yerlerinde kalmak, kendi işlevlerini görmek şartiyle?
Zira her şeyi maddede arıyanların akılları gözlerindedir. Göz ise maneviyatta kördür.
Yorumlar