İnsan, ölecek ama ölmek istemiyor.

İnsan, yaşlanacak ama yaşlanmak istemiyor.

İnsan, etrafında ölenleri görüyor; sıranın bir gün kendisine geleceğini biliyor

Ama sıranın sanki kendisine gelmiyeceğini sanıyor.

İnsan, vücudunun her gün biraz daha eskidiğini, çöktüğünü, yıprandığını görüyor;

Ama keşke diyor, böyle olmasa, hep dinç ve zinde kalsam diye düşünüyor.

İnsan, yeni elbise giyse; tedirgin oluyor! Rahatsız oluyor! İstediği şekilde oturup kalkamıyor!

Çünkü elbisesi yenidir. İstiyor ki, hep yeni kalsın. Eskimesin, buruşmasın!

İnsan, pantolonunu ütülese istiyor ki, ütüsü bozulmasın!

İnsan, doyunca acıkmayacağını sanıyor. Acıkınca da doymayacağını...

İşte bu gerçeği halkımız veciz bir şekilde söyler durur:

“Aç doymam, tok acıkmam sanır!”

Memur, bütün bir hafta çalışır, çabalar ve yorulur. Hafta sonunu iple çeker.

Fakat pazartesi gününü, yani tekrar işbaşı yapacağını hatırlayınca, sevinci kursağında kalır.

Çünkü, lezzetin zeval bulacağı, biteceği düşüncesi, sevinci hüzne boğar.

Memur, senelik iznine çıkmayı da kurar kafasında. O günü heyecanla bekler.

Fakat onun sayılı günler olduğunu hatırlayınca, yine tam olarak sevinemez.

Çünkü, sayılı gün çabuk geçmektedir. Hem zaten durup dururken denmemiştir:

“Küllü âtin karibün.” Yani tüm gelecekler yakındır.

İnsan, biraz da şekline, şemailine bakarak beğenip evlendiği hanımının;

Yıldan yıla eski tazeliğini, eski güzelliğini ve eski kıvraklığını giderek kaybettiğini görerek

Üzülür. Bütün bunların büsbütün yok olacağını düşününce de,

Bir burukluk duyar içinde...Bir huzursuzluk hisseder benliğinde...

O günler gelmeden, gelmiş gibi sanır! Tüm huzuru kaçar.

Hayattan tad almaz, alamaz olur.

x

Bütün bunlar gösteriyor ki, sevgili okur!

İnsan, geçici şeyleri sevmiyor.

İnsan; fıtratı, yaratılışı gereği; sürekli olana talip olucu...

İnsan yaratılışı; bitmeyen, tükenmeyen ve eskimeyen şeylere karşı arzulu...

Kısacası insan; kalıcı, devamlı ve ebedî olanı seviyor, istiyor.

Bu istek onun ruhunda, kalbinde, içinde; artan bir iştiyak ve arzu ile dolup taşıyor.

İnsanın içine konulan ebed duygusu, devam arzusu, süreklilik hissi vb. gibi

Yerinde ve doğal istekler; şu veciz ifade ile kalıcı olacağının, kalıcı olması lâzım geldiğinin;

Hem varlığını gösteriyor, hem de isteğinin muhakkak karşılanacağı müjdesini taşıyor:

“Vermek istemeseydi; istemek vermezdi.”

Evet, Yüce Allah, eğer kuluna her şeyiyle birlikte kalıcılığı vermek istemeseydi;

Ona bu kalıcı olmayı istemek hislerini de asla vermezdi.

Nitekim şu dua, şu çağrı; tüm insanların, asıl ve yerinde isteklerine ışık tutuyor.

Onların duygularına tam bir tercüman oluyor:

“Ey bizi nimetleriyle perverde eden (besleyen) Sultanımız! (Ey bizim Yüce Rabbimiz!) Bize gösterdiğin nümûnelerin (örneklerin) ve gölgelerin asıllarını, menbalarını (kaynaklarını) göster. Ve bizi makarr-ı saltanatına (saltanat merkezine) celp et (çek). Bizi bu çöllerde (cennete göre çöl sayılan bu dünyada) mahvettirme (yok etme). Bizi huzuruna (bizi katına) al. Bize merhamet et (bize acı). Burada bize tattırdığın leziz (çok lezzetli) nimetlerini orada (da) yedir. Bizi zeval (yok olma) ve teb’îd (huzurundan uzaklaştırma) ile tazib etme (azaplandırma). Sana müştak (çok düşkün) ve müteşekkir (teşekkür edici) şu mûti (emre uyan) raiyyetini (kullarını) başıboş bırakıp idam (ve yok) etme.”