VEFATININ 83. Yıldönümünde

İman Ve Mücâdele Adamı MEHMET ÂKİF ERSOY’u

Prof. Dr. İSMAİL LÜTFİ ÇAKAN ile Konuştuk.

Oğuz Çetinoğlu: Muhterem Hocam, Millî Şairimiz Mehmet Âkif Ersoy için; ‘İnançlı bir Müslüman’dı, büyük bir şairdi, değerli bir insandı.’ Diyoruz. Hakkında bu sözlerin söylendiği insan, hangi ölçülere göre değerlendirildiğinde bu methiyelere/övgülere lâyık olur?

Prof. Dr. İsmail Lütfi Çakan: Bize göre, bir Müslüman’ın değeri, büyük hadisçi Süfyân b. Uyeyne’nin (v.197/813) işaret ettiği gibi, yüce Peygamberimize benzerlik durumuyla ölçülür. İbn Uyeyne diyor ki: ‘En büyük ölçü/mizan, Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellemdir. Eşyâ/nesneler ve işler onun ahlâk, yaşayış ve yoluna arz edilir. Ona uyanlar haktır/gerçektir; uymayanlar bâtıldır/boştur.’ Biz de bu kurala uygun olarak, iman ve mücadele adamı olan Âkif’in, Peygamber Efendimizin ‘Müslüman’ tariflerine uygunluk derecesini, şiirlerinden örnekler vermek, hayatından sahneler nakletmek suretiyle araştırmayı, en doğru bir yol ve yöntem olarak benimsemiş bulunmaktayız. Âkif merhum, 622 senelik Osmanlı yönetiminin temellerinin sarsıldığı, sosyal hayatın tam bir karmaşa hâlini aldığı, daha kötüsü, dehşetli mağlûbiyetlerin devam ettiği bir dönemde yetişmiştir. Buhranlı zamanlar, insanı mânevi değerlere sarılmaya yöneltir. Yâni korku, insanı dindar yapar. Acaba, bazılarının zan ve iddia ettikleri gibi, Âkif’in imanı da böyle bir zorlama ve korkunun sonucu mudur? Yoksa yakîne/derin bir bilince dayanan, köklü, içten gelen, olayların, sâdece kuvvetini artırdığı bir iman mıdır?

Çetinoğlu: Şüphe edilebilir mi?

Çakan: Âkif’in hayatını kaba-taslak bilen bir kimse bile, bu ‘acaba’ kelimesine kesinlikle ‘hayır’ diyecektir. Zira böyle zoraki imanlıların çoğu, tehlikeler atlatılınca, dine, imana hücum etme derekesine düşmekten kurtulamamışlardır. Âkif ise, gittikçe artan bir iman şahlanışıyla her zaman her yerde ‘imanının adamı’ olmasını ve kalmasını bilmiş ender şahsiyetler arasındaki mümtaz yerini almıştır.

Çetinoğlu: Bunu hangi mısralarından anlıyoruz?

Çakan: Âkif merhum, memleket ufuklarının karardığı, ümit ışıklarının söndüğü o günlerde; ‘İmanım, sînemde müebbed fecr-i sâdıktır.’ diye haykırarak durumunu, özgüvenini ve duruşunu ilân etmiştir. Müslümanız, Hakk’a tapan Müslüman’ ‘İmansız olan paslı yürek sînede yüktür.’ mısralarıyla da millete, ne olmasının, nasıl olmasının ve ne şekilde davranmasının gerektiğini hatırlatmıştır. Zira o, milletin varlık, yaşayış ve mutluluğunda İslâm’ın vazgeçilmezliğine inanıyordu. Çünkü ‘Bir millet kendi öz değerlerini değiştirmedikçe, Allah onlara bozgun vermez.’ âyet-i kerimesi, değerlerine sâhip çıkmak isteyen toplumlara yeterli garantiyi veriyordu. Bu sebeple, Kur’an-ı Kerîm’e yürekten inanmış bir insan olarak Âkif, milletin tehlikeleri atlatabilmesi ve kalkınabilmesi için iki büyük kuvvetin, kişilerin ruhunda yer etmesini gerekli görüyordu: Bilinçli ve güçlü bir iman, tükenmez bir mücâdele azmi ve aksiyon.

Çetinoğlu: Ölçünüz/miyarınız İslâmiyet olduğuna göre, konu ile ilgili kaynaklardan da söz eder misiniz?

Çakan: Mümini çeşitli yönleriyle tanıtan âyet-i kerime ve hadis-i şerîflerin sayısı bir hayli kabarıktır. Hepsini ayrı ayrı zikretmemizin imkânı yoktur. Bu sebeple, ‘ilâhî vahyin hareket hlindeki göstergesi diyebileceğimiz Peygamber (sallallahu aleyhi ve sellem’in nezih ve temiz hayatından çıkardığımız altı özelliği esas alacağız.. Bu özellikleri şöylece sıralayabiliriz: 1- İman, ma’rifet, yakîn ve ilim ister. 2- İman, Allah ile beraber olma şuuru, rıza, kanaat ve sabır ister. 3- İman, dünya ve dünya nimetlerine tapmama anlamında bir zühd ve sürekli Allah’a kulluk edilmesini ister. 4- İman, yaratıklara karşı sevgi, samimiyet ve dürüstlük ister. 5- İman, mücâdele /cihad ister. 6- İman, ma’şerî bir vicdan, sosyal bir çile, insanî bir düşünce ve hareket (aksiyon) ister.

Çetinoğlu: Hocam bu sözleri açıklamanız mümkün mü?

Çakan: 1- İman, ma’rifet, yakîn ve ilim ister. Ma’rifet, derûnî bilgidir. Yakîn, şüphe ve tereddüt korkusundan uzak olmak demektir. Âkif’te bu iki özelliğin varlığını, Safahat’ı okurken hissedilen derûni/samîmi zevk ve açık ifadelerden anlamak mümkündür.

2. İman, Allah ile beraber olma bilinci, rıza, kanaat ve sabır ister: Allah’ı anmak, mümini dînî disipline ve kendini denetleme (murakabe) bilincine sâhip kılar. Yâni mümine, sonsuz bir ümit ve dipsiz bir korku telkin eder.

Öte yandan, sınırsız bir ümit ışığını sürekli korumak gerektiğini bilen Âkif, her şeye rağmen ye’se / ümitsizliğe düşmemenin bir borç olduğunu hatırlatır:

Ey, Hakk’a taparken şaşıran, kalb-i muvahhid!

Bir sîne emelsiz yaşar ancak, o da: Mülhid.

Birleşmesi kâbil mi ya tevhîd ile ye’sin?

Hâşâ! Bunun imkânı yok, elbette bilirsin…

Âtîyi karanlık görerek azmi bırakmak…

Alçak bir ölüm varsa, emînim, budur ancak.

Ye’s öyle bataktır ki: Düşersen boğulursun.

Ümmîde sarıl sımsıkı, seyret ne olursun!

‘İş bitti.. Sebâtın sonu yoktur!’ deme; yılma.

Ey millet-i merhûme, sakın ye’se kapılma!

3- İman, yaratıklara karşı sevgi, samimiyet ve dürüstlük ister.

Âkif, Yaradan’dan ötürü herkese, her şeye karşı sevgi duymuş ve samîmi/dürüst davranmış, her hal ve şartta doğruyu, doğrusunu söylemiştir:

Şudur cihanda benim en beğendiğim meslek:

Sözüm odun gibi olsun, hakîkat olsun tek!

O, her şeyden önce dinine, imanına karşı samîmi idi. Bütün hayatı boyunca aynı imânın sâhibi olarak kalmıştır. Bukalemun meşreblierden asla olmamış ve onlardan hiç mi hiç hoşlanmamıştır.

4-İman, dünya ve dünya nimetlerine tapmama anlamında bir zühd ve Allah’a kulluk edilmesini ister.

Kalabalıklardan uzak kalmak, tefekkür ve ibâdete devam etmek büyük insan olmanın şartlarındandır. Zira ‘ilham perisi, yalnız yaşayan ruhların ziyaretçisidir.’

Âkif, tâ küçük yaştan beri hep yalnızlığı seven bir ruha sâhiptir. Hatta onun Çengelköy’de bir-iki dönümlük bir arsa aldığı, oraya bir ev yaptırıp yalnız yaşamaya hazırlandığı, fakat bunun kendisine nasip olmadığı bir gerçektir. O’nun hayatını anlatan yazarların hemen hepsi ‘sükûn adamı’ olduğu noktasında birleşirler. Bir veya iki kişi ile sohbetleri neşeli geçtiği halde, topluluklarda devamlı sustuğu çok görülen hatta göze batan bir özelliği idi. Nurettin Topçu merhum bunun için, ‘Âkif’in inzivası, halk içinde bir idi.’ der. Hele son yıllarını Hilvan’ın bir köşesinde yapayalnız geçirmiştir.

5-İman, mücâdele /cihad ister: Âkif, yaşadığı müddetçe imanın bu gereğini yerine getirmek için çırpınmıştır. Cihad, aslında iman kelimesinin özünde bulunmaktadır. Âkif, imanın en modern târifini şöyle yapar:

Yumuşak başlı isem, kim dedi uysal koyunum.

Kesilir belki, fakat çekmeye gelmez boyunum.

Müslüman’ın şahsiyeti işte bu beyitte en ince anlamına kavuşmuştur. Bir noktaya kadar susan, hoş gören iman, iş imânî gerçekleri ilgilendirince var gücüyle er meydanında, mücâdele sahnesinde aksiyon halindedir.

6-İman, ma’şerî bir vicdan, sosyal bir çile, insanî bir düşünce ve hareket (aksiyon) ister: Esasen her Müslüman, biraz da din kardeşleri hatta insanlık için yaşayan insandır. Peygamber efendimiz, ‘Müslümanların dertlerini dert edinmeyen, onlardan değildir.’ buyurur. Bu bakımdan her Müslüman ister istemez bu mânâda ümmetçidir.

Çetinoğlu: Mehmet Âkif Ersoy, aynı zamanda bir dâvânın adamı idi. Uğruna mücadele ettiği dâvâsı neydi?

Çakan: Âkif’in arzusu, Müslümanların tevhid dâvâsında birleşmeleri idi. Bu ise, bir siyâsî arzu olmaktan çok, imanî bir gerek olarak değerlendirilmeye lâyıktır. Bu tür düşünüş, Peygamber Efendimizin metoduna da uygun düşmektedir. Zira Peygamber Efendimiz, akide/inançbirliğini temin edecek ve böylece insanların vicdanlarına yerleşecek olan Tevhiddâvâsıyla işe başlamış, tam on bir buçuk yılını sâdece tevhid/Allah’ın birliği inancını yerleştirmeye ayırmıştı.

Çetinoğlu: ‘İslâmcılık’ kavramı, günümüzde, batılı ve batıcı çevreler tarafından zararlı bir cereyanmış gibi gösteriliyor. Mehmet Âkif Ersoy, ‘İslâmcılık’ kavramını nasıl yorumluyordu?

Çakan: Ersoy’a göre İslâmcılık; Müslüman fert ve toplumları, İslâmiyet’in gerçek iman ve amel esaslarına döndürmek, İslâm’ın ruhunu anlamaları ve İslâm ahlakı ile yaşamalarını sağlayacak duygu ve bilgilerle donatmak ve İslâm dünyasında, din kardeşliğinden doğan birliğin gerçekleştirdiği maddî ve manevî yardımlaşmayı sağlamak için çalışmaktır.

Şu halde, ‘panİslâmist’, ‘ümmetçi’, ‘İslâmcı’ gibi tanımlamalarla Âkif’i tenkide kalkışanlar, aslında O’nu ‘Müslüman’ olduğu için tenkit ediyorlar demektir. Oysa iman ve aksiyon şâiri olmak, Mehmed Âkif için aslâ bir nakîsa değil, bir meziyettir. Çünkü iman, Allah’a mutlak teslimiyet ve ma’şerî bir vicdan ister.

Prof. Dr. İSMAİL LÜTFİ ÇAKAN

1945 yılında Samsun’un Ladik ilçesine bağlı Küçükkızoğlu köyünde doğdu. İlkokulu bitirdikten sonra hafızlığını ikmal etti. 1966’da Kayseri İmam Hatip Lisesi’ni, 1970’te İstanbul Yüksek İslâm Enstitüsü’nü bitirdi.

1977’ye kadar Diyanet İşleri Başkanlığı merkez ve taşra teşkilatında çalıştı. Ankara-Yenimahalle Vaizi iken İstanbul’da açılan Haseki Eğitim Merkezi’ne kursiyer olarak katıldı. Kursun bitimine altı ay kala 5 Aralık 1977’de İstanbul Yüksek İslâm Enstitüsü’ne hadis asistanı olarak göreve başladı. 1982 yılında Erzurum İslâmî Bilimler Fakültesi’ne sunduğu ‘Muhtelifu’l-Hâdis İlmi: Doğuşu, Muhtevası ve Çözüm Yolları’ adlı teziyle doktor oldu. Yüksek İslâm Enstitüsü’nde kısa bir süre kültürel işlere bakan Müdür yardımcılığı görevini yürüttü. 1987’de doçentliğe, 1993’te de profesörlüğe yükseltildi. 1994-1997 öğretim yıllarında Marmara Üniversitesi İlahiyat Meslek Yüksek Okulu Müdürlüğü görevinde bulundu. Çakan, hâlen Marmara Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Hadis Ana Bilim Dalı öğretim üyesi olarak görevine devam etmektedir. Üçü erkek biri kız dört çocuğu vardır.

Çakan, İmam-Hatip Okulu’ndaki öğrencilik yıllarından beri mahalli ve ulusal gazete ve dergilerde yazılar yazdı ve yöneticilik yaptı. Özellikle Kayseri Hâkimiyet Gazetesi, Yeni İstiklal, Sebil ve Yeni Sabah Gazeteleri, Diyanet Gazete ve Dergisi, İslâm, Toprak, Tohum, İslâm Medeniyeti, Hakses, Nesil, Din Eğitimi, Altınoluk, Bilim ve Hikmet, Yeni Ümit ve M.Ü. İlahiyat Fakültesi Dergisi gibi dergilerde çok sayıda yazıları yayımlandı. İslâm ve Tohum dergilerinin açtığı makale yarışmalarında birincilik kazandı.

Çakan, ayrıca Yüksek İslâm Enstitüsü’nde öğrenci iken Türkiye Yüksek İslâm Enstitüleri Federasyonu’nda sekreterlik görevinde bulundu ve İslâm Medeniyeti Dergisi’nin idare ve yayın müdürlüğünü yaptı. 1974-1975 yıllarında Türkiye Din Görevlileri Federasyonunda yönetim kurulu üyeliği görevlerinde bulundu. Hakses Dergisi’nin Yayın müdürlüğünü yaptı.

İsmail Lütfi Çakan, İSAV adına ‘İslâm’da Kılık-Kıyafet ve Örtünme’, ‘Hz. Peygamber ve Aile Hayatı’, ‘Sünnetin Dindeki Yeri’, ‘Yeni ve Çağdaş Bir Tebliğ Metodolojisi’ gibi tartışmalı ilmî toplantıların organizatörlüğünü ve bu toplantıların kitaplaşmasında editörlük yaptı. ‘Gençliğin Kaleminden Üç Cephesiyle Âkif’ ve ‘Hadislerle Ahlâkî Davranışlar’ adlı anonim eserlerde belli bölümleri yazdı. Sünen-i Ebû Davud Tercüme ve Şerhi’ne mukaddime yazdı ve eserin ilk sekiz cildinin redaksiyonunu yaptı. Türkiye Diyanet Vakfı İslâm Ansiklopedisi’nin kuruluş çalışmalarına katıldı ve ansiklopedinin ilk on cildine yetmiş kadar madde yazdı. İslâm Medeniyeti ve Ensar vakıflarının kurucuları arasında yer aldı.

Yurt içinde düzenlenen birçok sempozyuma tebliğci ve müzakereci olarak iştirak etti. Son üç yıldır İstanbul-Göztepe Gözcü Baba Camii’nde Pazar günleri öğle namazından önce Mişkâtü’l-Mesâbih’ten Hadis dersleri yapmaktadır. Bu dersler Dost Tv. tarafından yayımlanmaktadır.

Yayınlanmış Eserleri:

Çakan’ın, bir çoğu bir çok kez basılmış olan eserlerini basım yer ve târihlerinden arındırılmış olarak ismen şöylece sıralayabiliriz:

Hakkı Tavsiye Metod ve Vasıtaları, Dinî Hitabet, Kur'an’ı Kerim’e Göre Peygamberler ve Tevhid Mücadelesi (M. Solmaz ile birlikte), Hadislerde Görülen İhtilaflar ve Çözüm Yolları, (Doktora tezi) Anahatlarıyla Hadis, Hadis Usulü, Hadis Edebiyatı, Eyüp Sultan Hazretlerinden Kırk Hadis, Hadislerle Gerçekler, Müslüman Kimliği, Müslümanca Yaşamak, Sırat-ı Müstakim ve Yolcuları, Riyâzü’s-salihin Tercüme ve Şerhi (8 cilt, M. Yaşar Kandemir ve Raşit Küçük’le birlikte), Ashâbının Dilinden Peygamberimiz, Hurafeler ve Bâtıl İnanışlar, Olay ve Ölçü Olarak Hicret, İyi Müslüman, Örnek Kul Son Resul, Sahâbe Kıvamı, Sıra Bizde, Onlar Böyleydi (piyes), Gizli Armağan (Çocuk kitabı), Hadis Öğrenimi,-Târihî ve Güncel Boyut), Hadis Nasıl Okunur/Okutulur? Âkifçe, Seçme Hadisler (33 Hadis 33 Yorum), İslâmî Yapılanmada Siret ve Sünnet

Hocanın, bir çoğu sonradan yayımlanmış sempozyum bildirileri ve çok sayıda makaleleri bulunmaktadır.