Astana Süreci’nden, Türkiye Cumhurbaşkanı ev sahipliği yaptığı ve Rusya Cumhurbaşkanı Putin’in, Almanya Şansölyesi Merkel’in ve Fransa Cumhurbaşkanı Macron’un katıldığı İstanbul Zirvesi’ne uzanan süreçte, gerçekleştirdiğimiz Fırat Kalkanı ve Zeytin Dalı operasyonlarıyla, “Ortadoğu denkleminde biz de varız” diyebiliyorsak, bu sürecin kapısını aralayan “Uzaktaki Kardeşime”, Kazakistan Cumhurbaşkanı Nursultan Nazarbayev’e olan vefa borcumuzu unutmamamız gerekir. 

Vefa, Türk’ün en önemli hasletlerinden biridir. O nedenle, hepimiz adına, bir kez daha  “TEŞEKKÜRLER SAYIN NAZARBAYEV” diyoruz.  

M. KEMAL SALLI

İstanbul’da Suriye’nin geleceği konulu çok önemli bir toplantı yapıldı. Türkiye Cumhuriyeti Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın ev sahipliğinde, Sultan Vahdettin Köşkü’nde gerçekleştirilen bu buluşmaya, Rusya Cumhurbaşkanı Putin, Almanya Şansölyesi Merkel ve Fransa Cumhurbaşkanı Macron katıldı. İstanbul zirvesi, Suriye sorununa çözüm bulmaya yönelik en önemli uluslararası buluşma olarak niteleniyor. BM Güvenlik Konseyi kararları çerçevesinde oluşturulacak komite, Yeni Suriye Anayasası’nı hazırlayacak.

İstanbul Zirvesi’nin en dikkat çeken özelliği, Suriye’nin üçte birini kontrolü altında tutan ABD’nin ve Astana ortaklarından İran’ın katılmadıkları bu çözüm arayışının ne derece hayata geçirilebilir olduğudur ve ayrı bir yazı konusudur. Bizim burada vurgulamak istediğimiz, Türkiye’nin, ülkesini güney sınırları boyunca kuşatacak ve ulusal güvenliğini tehdit edebilecek bir terör kuşağına karşı uluslararası bir cephe oluşturma yeteneği ve zirve sonrasında yayınlanan sonuç bildirgesinin ruhudur.  

4 ülkenin Suriye’de siyasi çözüm için kararlıklarını ortaya koydukları İstanbul zirvesi sonuç bildirgesinin özü şuydu:

“Suriye’nin egemenliği, bağımsızlığı ve toprak bütünlüğü ile Birleşmiş Milletler’in amaç ve ilkelerine olan kuvvetli taahhüt teyit edilmiştir.” 

Zirve sonrasında yapılan ortak basın toplantısında Anayasa Komitesi’nin yılsonuna kadar kurulması çağrısında bulunan Cumhurbaşkanı Erdoğan, “Suriye halkının meşru talepleri doğrultusunda bir siyasi çözüme ulaşmasını ele alma fırsatını bulduk. Türkiye, terörle mücadele kisvesi altında emrivakileri kabul etmeyecektir. Fırat’ın batısında olduğu gibi, doğusunda da güvenliğimize yönelik tehditleri kaynağında bertaraf etmeyi sürdüreceğiz” diyordu.

 “Fırat’ın doğusu” konusu, Astana ortaklarının ortak sorunuydu ve İstanbul zirvesi sonuç bildirgesinde, “Suriye’nin toprak bütünlüğü ile komşu ülkelerin ulusal güvenliğine zarar vermeyi amaçlayan ayrılıkçı gündemleri reddetme kararlılığı ifade edilmiştir” şeklinde vurgulanıyordu. 

Rusya Dışişleri Bakanı Sergey Lavrov, “Suriye’nin toprak bütünlüğüne dönük ana tehdit, ülkenin doğusundaki bölgelerden, ABD’nin doğrudan kontrolü altında bağımsız özerk yapıların kurulmakta olduğu Fırat’ın doğusundan gelmektedir” derken, İran Cumhurbaşkanı Hasan Ruhani, “Fırat’ın doğusunun düğümünü çözelim. Amerika’yı oradan çıkmaya zorlayalım. Çünkü bu krizin devam etmesinin arkasındaki en önemli etken Amerika’dır” diyordu. 

İstanbul zirvesinin en önemli sonuçlarından biri de, sonuç bildirgesine, Astana ortaklarının Fırat’ın doğusu konusundaki ortak görüşlerinin aynen yansımasıydı.

İSTANBUL ZİRVESİ’NİN ŞİFRELERİ VE UNUTMAMAMIZ GEREKEN VEFA BORCUMUZ

Suriye’nin geleceğini belirlemek amacıyla 4 ülkenin katılımıyla yapılan İstanbul zirvesi konusunda Fatih Çekirge’nin (20.10.2018) ve Sedat Ergin’in (30 ve 31.10.2018) kaleme aldıkları değerlendirmelerden söz etmek istiyoruz.

 Fatih Çekirge, “İstanbul Zirvesinin Türkiye Şifreleri” başlıklı yazısında, “Türkiye için ders çıkarılması gereken bir şifre bu. Çünkü… Diplomasi ve tarih derslerine konu olabilecek bir sonuç bu” diyordu, İstanbul zirvesi için. Nedenini de şöyle açıklıyordu:

Dikkat edin... Başından bugüne kadar olan Suriye krizi, diplomasi tarihimizde çok önemli bir yeri kapsayacak.

Niye?

Çünkü bir dönem “dışlandı” denilen Türkiye, dünkü zirveyle “çözümün merkezi” olmuştur.

Bu bir diplomatik başarıdır.

Peki nasıl oldu bu?

 Elbette birçok diplomatik cevabı vardır bu sorunun.

Bendeki cevap çok açık:

“Sahaya çıkmadan masaya oturamazsın...”

Türkiye, kendi güvenliği ve bekası için bölgede sahaya aktif olarak çıkmıştır.

Zeytin Dalı operasyonu sahadır...

Fırat Kalkanı sahadır...”

“SAHAYA ÇIKMADAN MASAYA OTURAMAZSIN”

Fatih Çekirge’nin çok önemli saptamalar yaptığı değerlendirmesinin bu noktasında sormak isteriz: 

Peki Türkiye, Suriye’de neden sahaya çıkamıyordu, neden sahada bayrak gösteremiyordu? Sınırlarımızın hemen güneyinden sınır güvenliğimizi, birliğimizi, bütünlüğümüzü hedef alan bu terör saldırılarına, obüs atışları dışında, neden yanıt veremiyorduk? Ülkemizi güney sınırlarımız boyunca kuşatmayı hedefleyen “Terör Koridoru”nun Akdeniz’e uzatma operasyonlarına neden karşı duramıyorduk?

Ne oldu da biz Suriye’de bayrak gösterebildik? Nasıl bir süreç işletildi ki, peşpeşe gerçekleştirdiğimiz Fırat Kalkanı ve Zeytin Dalı operasyonlarıyla Suriye’deki terör yuvalarını dağıtabildik ve ülkemizi güney sınırlarımız boyunca kuşatmayı hedefleyen “Terör Koridoru”nun Akdeniz’e uzanmasını engelleyebildik?

 Fatih Çekirge, Suriye’nin geleceği konulu İstanbul zirvesi hakkındaki değerlendirmesini, çok duyarlı noktada tarihe bırakıyor: 

“Bu operasyonlarda nice civan gibi çocuklarımız şehit oldu. Bu zirve onların şehadetinin boşuna olmadığının belgesidir. Çünkü bu harekâtlar askeri olduğu kadar çok ciddi diplomatik sonuçlar da yaratmıştır.

Bu kararlılık, Dışişleri Bakanlığı’nın “kuyumcu titizliğiyle” sürdürdüğü diplomasiyle birleşmiştir. 

 “ …Eğer bugün İstanbul’da Rusya Başkanı Putin’e, Almanya Başbakanı Merkel’e ve Fransa Cumhurbaşkanı Macron’a, Cumhurbaşkanı Erdoğan ev sahipliği yapıyorsa... Yani bugün masada söz sahibiysek...  Sahadaki kararlılığın masaya yansımasıdır bu.

Burada önemli olan Türkiye’nin kararlı duruşudur.” (28.10.2018 Hürriyet)

TÜRKİYE’NİN ŞAHLANIŞI VE ASTANA SÜRECİ

Sedat Ergin de, 30 Ekim 2018 tarihli yazısında, “Türkiye’nin bu kararlı duruşunun” arka planında Astana Süreci olduğunun altını çiziyordu: 

“İstanbul zirvesini Suriye sorununun çözümüne dönük uluslararası çabalara ilişkin formatlar açısından değerlendirirsek şu saptamayı yapabiliriz:

Öncelikle, BM Güvenlik Konseyi kararlarının yetkilendirdiği Cenevre eksenli bir çerçeve söz konusu. Suriye’nin yeni anayasasının hazırlanması görevini yürütecek olan komite, BM’nin gözetiminde faaliyet gösterecek.

Bir de çözüm sürecini etkilemek isteyen, sürece müdahil aktörlerin oluşturduğu çokuluslu birliktelikler var. Türkiye, İran ve Rusya’nın bir araya geldiği üçlü Astana formatı bunlar arasında en etkili olan mekanizma. Son ‘İdlib Mutabakatı’ -İran dahil olmasa bile- yine de Astana bünyesindeki çalışmaların bir doğal uzantısı olarak şekillendi.

Astana mekanizmasının ön plana çıkması, Suriye’de rol oynamak isteyen bu sürecin dışındaki diğer aktörleri alternatif bir örgütlenme arayışına itti. Bu kez Fransa’nın öncülüğünde ABD, Almanya, Britanya, Suudi Arabistan, Mısır ve Ürdün’ün yer aldığı ‘Küçük Grup’ alarak adlandırılan format ortaya çıktı. Bu grup kendi içinde belli bir danışma süreci işletmekle birlikte, sahada Astana grubu kadar elle tutulur bir rol üstlenemedi.

 Aslında İstanbul zirvesindeki çerçeve, Astana formatından iki ana oyuncu (Türkiye, Rusya) ile Küçük Grup’tan iki oyuncunun (Fransa, Almanya) bir araya gelmesiyle vücut buldu. Bir anlamda bu ülkelerin kurdukları köprü üzerinden birbirine iki rakip format ilişkilenmiş oldu.

 (…) Burada dikkat çekilmesi gereken bir nokta, iki önemli aktörün bu fotoğrafta eksik olmasıdır. Bunlardan birincisi ABD. İstanbul zirvesi, bu yönüyle Trump liderliğindeki ABD’nin uluslararası alanda uğradığı bir zemin kaybına işaret ediyor.

İran da fotoğrafın içinde değil. Buna karşılık, hem Erdoğan hem Putin, yaptıkları açıklamalarla İran’ı sahiplenerek Astana’daki ortaklarının gönlünü alma çabasında göründüler. Yakın bir zamanda Türkiye, İran ve Rusya arasında üçlü bir cumhurbaşkanları zirvesinin düzenleneceğinin duyurulmuş olması, Astana formatının gözden çıkarılmayacağını gösteriyor.”  (İstanbul Zirvesinden Herkes Kazançlı Çıktı- 30.10.2018 Hürriyet)

VEFALI OLMALIYIZ

Bu noktada, vefa adına, kardeşlik ilişkileri adına, bir hakkın teslimi adına bir hatırlatma yapmak, bir süreçten ve tarihin akışını değiştiren bir bilge devlet adamından söz etmek isteriz. 

Okuyucularımız hatırlayacaklardır; Teşekkürler Sayın Nazarbayev (04.07. 2016),  İki Kardeş Ülke Her Zaman Elele (05.07. 2016), Nazarbayev’i Unutamayız (07.11.2017), Bir Kez Daha Teşekkürler Nazarbayev (11.08.2016) Tarihin Akışını Değiştiren Bilge Lider-Astan Süreci ve Nazarbayev 1-2 ( 11-12.10.2018), Uzaktaki Kardeşimle Yakın İlişkiler (22.09.2018) başlıklı yazılarımızda “tarihin akışını değiştiren bilge devlet adamı”na olan vefa borcumuzu yerine getirmeye çalışmıştık. 15 Temmuz darbe girişimi öncesinde Ortadoğu tarihinin ne yönde zorlandığını öngörebilen bilge devlet adamı, Kazakistan Cumhurbaşkanı Nursultan Nazarbayev’in, bir zirve toplantısı için gittiği Taşkent’te, ekibiyle birlikte uykusuz kalarak, Ankara-Taşkent arasında, gece yarılarında oluşturduğu hava köprüsünden günümüze, İstanbul zirvesine uzanan süreçte yaşananları hiçbir zaman unutmamamız gerekir.

 

23 Haziran 2016’da, Şanghay İşbirliği Örgütü Devlet Başkanları Zirvesi’ne katılmak için gittiği Özbekistan’ın Başkenti Taşkent’te yaptığı ikili temaslar sırasında, Rusya Cumhurbaşkanı Viladimir Putin’le yaptığı görüşmede edindiği bir izlenimi değerlendirerek, herkesin uykuya daldığı geç saatlerde, Ankara Büyükelçisi Canseyit Tüymebayev’i harekete geçiren Nursultan Nazarbayev, Cumhurbaşkanı Sözcüsü Büyükelçi İbrahim Kalın’ın özel uçakla getirdiği Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın ıslak imzalı mektubunu aynı gece Putin’e ulaştırmıştı. 

Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın mektubunun Rusya Cumhurbaşkanı Putin’e ulaştırılmasıyla birlikte, 24 Kasım 2015’te yaşanan bir uçak krizi nedeniyle kopma noktasına gelen iki komşu ülke ilişkileri normalleşme sürecine girmiş oluyordu. Nazarbayev’in bu girişimi, uluslararası ilişkiler açısından olağanüstü bir diplomatik başarı, Türkiye-Kazakistan ilişkileri açısından minnetle anılması gereken bir kardeşlik dayanışmasıdır.

Bu sürecin başlaması sayesinde Türkiye Astana’da Rusya, İran ve muhaliflerle birlikte masaya oturabilmişti. Türkiye, Astana Süreci sayesinde, 15 Temmuz savrulmasına rağmen, Fırat Kalkanı ve Zeytin Dalı operasyonlarını gerçekleştirmiş ve “Ortadoğu denkleminde ben de varım” diyebilmişti. 

Türkiye, bu iki operasyonla sayesinde, kendisini güney sınırları boyunca kuşatmayı hedefleyen “Terör Kuşağı”nın Akdeniz’e uzatılmasını önleyebilmişti. 

Astana Süreci’nden, Türkiye Cumhurbaşkanı ev sahipliği yaptığı ve Rusya Cumhurbaşkanı Putin’in, Almanya Şansölyesi Merkel’in ve Fransa Cumhurbaşkanı Macron’un katıldığı İstanbul Zirvesi’ne uzanan süreçte, gerçekleştirdiğimiz Fırat Kalkanı ve Zeytin Dalı operasyonlarıyla, “Ortadoğu denkleminde biz de varız” diyebiliyorsak, bu sürecin kapısını aralayan “Uzaktaki Kardeşime”, Kazakistan Cumhurbaşkanı Nursultan Nazarbayev’e olan vefa borcumuzu unutmamamız gerekir. 

Vefa, Türk’ün en önemli hasletlerinden biridir. O nedenle, hepimiz adına, bir kez daha  “TEŞEKKÜRLER SAYIN NAZARBAYEV” diyoruz.