Merhume Münevver Ayaşlı hanımefendi diyor ki: “Biz içinde yaşadığımız devri, gördüklerimizle, tanıdıklarımızla, işittiklerimiz veya işitenlerden işittiklerimizle, nüktesiyle, rivayetiyle...bizden sonra gelecek nesillere nakletmek istiyoruz. Biz tarih yazmıyoruz amma, belki tarihçi(ler) bizim ‘documents’larımızdan istifade edecek(ler)dir.” (Münevver Ayaşlı, İşittiklerim...Gördüklerim...Bildiklerim, İstanbul-1973 s. 3)

X

     Bugün köşemi, tam bir Osmanlı hanımefendisi olarak yaşamış olan, merhume Münevver Ayaşlı’ya bırakıyor; Vahideddin Han’ın İstanbul’u terk edişiyle ilgili bir hatırasını naklediyorum:

X

     Refet Paşa, bir ara bize çok gelip giderdi. Hemen hemen her pazar günü çaya gelir, akşam yemeğine kalır gece saat 11-12 sularında avdet eder (döner)di.

     O zamanlar bu günkü gibi Boğaziçinde vasıta bolluğu yoktu. Çoğu zaman hava müsait ve deniz sakin olduğu akşamlar sandalla karşıya geçilirdi.

     Sonraları silâh, ideal arkadaşı ve en yakın dostlarından Ali Fuad Cebesoy Paşa, Münakalat Vekili / Ulaştırma Bakanı olduğu zaman, sadece Refet Paşa’nın kolayca avdeti / dönmesi için, Pazar günleri gece saat 11’de Boğazdan Köprü’ye inen bir vapur koymuştu.

     Çok sübjektif, çok hislerine mağlup, çok enaniyetli, yani benliği olan Refet Paşa, bu beşerî zaafları yanı sıra, çok zeki, dünya görüşü kuvvetli iyi asker ve iyi kumandandı. Kendi deyişine göre: “Kumandan yetişmez, yetiştirilemez, insan kumandan doğar.” derdi.

     İstiklâl Harbi’nde Dumlupınar’da ondan evvel Birinci Cihan Harbi’nde Gazze’de, iyi askerliğini ve kumandanlığını göstermişti. İyi ve talimli Anzak’ların karşısına  (Refet Bey) yarı aç, yarı tok Mehmetçiklerle çıkıyor ve Anzakları püskürtüyordu.

     Refet Paşa, yakın tarihimizin 50 - 60 senelik mes’elelerini ve hadiselerini iyi bilirdi. Hepsinin değilse bile, hemen bir çoğuna şahit olmuş, bir çoğunun da içinde bulunmuş, hadiselere karışmıştı.

     İstiklâl Harbi’nde ve Büyük Millet Meclisi Hükümeti zamanında, zirvede değilse bile, hemen ondan sonra gelen kademelerde yer almış, sırasıyla Kumandan, Vekil, hattâ üç ay kadar Başvekillik bile etmişti.

     Buna işaretle, kendisi “Ben Sadrazamlık etmiş insanım”, “Ben bin sene yaşamış insanım.” derdi.

     Ankara’dan işgal altındaki İstanbul’a gelen ilk Kumandan yine Refet Paşa idi. İstanbul Refet Paşa’yı nasıl karşılamıştı. Onu bir Allah, bir de o karşılamayı görenler bilir.

     Yalnız Refet Paşa’nın İstanbul’a gelişinin, Sultan Vahideddin’in kaderi üzerinde meş’ûm tesirleri olmuştur. Daha Dolmabahçe’de ayağını İstanbul toprağına atar atmaz, kendisini Padişah namına selâmlamaya gelen Yaveri (zannedersem Tevfik Paşazade Ali Nuri Bey olacak) Refet Paşa hiç de hoş karşılamıyor. Sonra, Padişahla olan bütün temaslarında, Padişahı çok ürkütücü sözler söylediğini ve tavırlar takındığını yine kendisinden dinlemişimdir.

     Hattâ “Padişahın önünde ayak ayak üstüne attım ve koltuğa o kadar yaslandım ki nerede ise pabucum Padişahın burnuna değecekti” demiştir.

X

     Ankara’nın tayin ettirdiği, Padişahın genç bir yaveri, zannedersem bir Deniz Subayı, gece geç vakit koşa koşa Refet Paşa’nın kaldığı Babıali’ye geliyor, telaş içinde ve ağlarcasına:

     “Padişahı, İngilizler yarın sabah kaçırıyorlar!” demesine mukabil / karşılık, Refet Paşa:

X

     “Budala, ne üzülüyor, ne ağlıyorsun? Padişahı İngilizler kaçırırsa, Türk Milleti hiç bir gün, Vahideddin’in bu hareketini affetmiyecektir. Biz tutar ve yakalarsak, bu sefer, Millet bizi affetmiyecektir, bırak gitsin, Vahideddin işimizi kolaylaştırıyor” demiştir.

X

     Evet, mes’eleyi bildiği halde, bilmemezlikten gelmesi ve hiç bir harekete geçmemesi, İngilizlerin işini kolaylaştırmış(tır). (a. g. e.,  s. 7 - 8)