Evet! “Vaatler ve Gerçekler” bu iki sözcük nevii, hangi alanda olursa olsun, dinleyenler açısından menfi bir tuzak görevi yapar ve böylece; “avcı ve avlanan” karşılıklı birbirini yoklar!... 
Hemen hiç kimsenin en ufak bir şüphesi olmasın kazanan taraf çoğunlukla vaad edenler olur. Zira, bilhassa yeterli eğitim alamamış halklar, böylesi tuzaklara pek çabuk düşerler.. Hem de bütün sene bu hususa devamlı kafa yormuş olmalarına rağmen!... 
Bilge kişi ne buyurmuş: 
(-: Öğrenmek için okumak lazım. 
Okuduğunu anlamak için de 
Kafa lâzım!) 
Hemen hepimizin de bildiği ama bazılarımızın işlerine gelmediği için bilmiyor görünmelerine rağmen, yine de tam olarak kamufle edilemeyen bazı acı gerçekler, sahipleri açısından her ne kadar gizlemeye çalışılsa çalışılsın; mızrak çuvala sığmaz misali; bazı baştan ve bazı da kıçtan görünmekte ve bir türlü tam olarak kamuflaj çuvalına sığmamaktadır!... 
Seçim propagandalarının her geçen gün biraz daha ateşli nutuklar atıldığı yarınlara doğru gidilmesine bakılacak olursa, önümüzdeki “Milletvekili Seçimlerinin” pek renkli manzaralar sunacağından asla şüphe edilemez!... Temennimiz odur ki, o renk cümbüşünde “mor renkler” muhtelif tonlarıyla ön planda olmasınlar!... 
Muhtelif vaatlerde bulunan parti Başkanları, seçmenlerine sunmayı tasarladıkları dört başı mamur bir yaşantının kaynağını ne gibi şartlarla bulup değerlendireceklerini, insan ister istemez merak etmektedir?... 
AK Parti’nin iktidarda oluşu, muhalefet Partilerini pek ziyade rahatsız etmekte ve hemen, hemen hep birlikte muhtelif karalamalarla devirmeye çalışmaktadırlar!.. 
Hareketlerinde haklıdırlar veya haksızdırlar. Bu husus ayrıca üzerinde durulması icap eden bir faktördür!.. Asıl üzerinde durulması icap eden ise şudur; “AK Parti nasıl iktidar oldu ve 13 yıldır nasıl oluyor da tek başına iktidar olabilmiştir?...” 
Evet! Asıl üzerinde durulması icap eden husus budur!... Ama, meselenin bu yönü üzerinde durmak kimsenin işine gelmemektedir. Zira, bu husus üzerinde durulacak olunsa, meydana çıkacak tablo şu olacaktır; “Şayet önceki iktidarlar verimli çalışmalar sergilemiş olsaydılar, AK Parti iktidar yüzünü kattiyen göremez ve belki de pek sanmıyorum ama, silinip gidebilirdi!...”
Şimdi kalkılmış olmadık vaatlerle iktidarı ele geçirebilme taktikleri uyguluyorlar. Acaba tutar mı? diye düşünecek olursak, Hayır tutmaz. Önümüzdeki seçimlerde meydana gelecek tablo büyük bir ihtimalle şu olacaktır: “Ana Muhalefet Partisi başta olmak üzere, muhalefet partileri, kısmen güçlenecek ve iktidar yine AK Parti’de olacak lâkin, gücünden hayli kayba uğramış olarak.” 
Ne var ki, bu durumu düzeltebilmek için harekete geçecek olan AK Parti, seçmenleri arasında bulunan bazı Cemaatlere zamanında yapmış olduğu iyiliğin karşılığını görmenin zamanının geldiğini hatırlatacak ve muhakkak ki karşılığını da görecektir. 
Bilhassa “Ana Muhalefet Partisi” böyle bir durumda hayli kayba uğrayabilecektir. Çünkü, CHP ön planda olduğu dönem içinde bir Cemaatin vakıflarına el koymuş ve haksız yere el koyduğu vakıflar, AK Parti iktidarı döneminde, mezkûr Cemaate iade edilmiştir. 
Ana Muhalefet Partisi CHP, bu “ırkçı tutumunu” değiştirmedikçe ki, değiştirebilmesine imkân yoktur. Çünkü, mayasında mevcuttur. İster AK Parti ve ister aşka bir parti, her daim, CHP’ye iktidar yolunda nal toplatabilir!... 
Görülüyor ki, önümüzdeki seçimler pek zorlu geçecektir. Çünkü, bu seferki seçimde, sıradan vatandaş da kendi çapında mücadeleye girecek ve kendi sesisini duyurmaya çalışacaktır!.. 
Son seneler içinde meydana getirilen “Kadın Hakları ve Kadın Erkek eşitliği” gibi sosyal sahalardaki mücadeleler, siyaset dünyamız açısından da alaka görmüş ve muhalefet Partileri de, İktidar Partisi de seçim listelerine “Kadın adaylar”a birinci sıradan yer vermişlerdir. 
Bu durum, ne olur, nasıl neticelenir, şimdiden kestirilemez? Ancak, Milletvekili seçilmiş olan Hanım siyasilerimiz, Milletvekili olarak Parlamento’da pişmeden, herhangi bir Bakanlık makamına getirilecek olurlarsa, ortaya çıkacak tablo, yeni bir Tansu Çiller modeli olacaktır ki, böyle bir durumda olumsuz gelişmeler olabilecektir. Zira, Sayın Çiller Hanımefendi şayet doğrudan Başbakanlık koltuğuna oturmayıp, Parlamento’da en az 3-4 sene kalarak siyaset aleminde pişmiş olsaydı, Başbakanlık koltuğunda daha verimli hizmetler sunabilirlerdi diye düşünmekteyim!... 
BİR MAYIS NEYİN BAYRAMIDIR?...
Gazi Hazretleri ve Sayın İsmet Paşa dönemlerinde “BAHAR VE ÇİÇEK BAYRAMI” olarak kutlanan mevzubahis “İŞÇİ BAYRAMI”, bilhassa son yıllarda, bayramdan ziyade, “Halk ayaklanmasına” sokulmak istendiği, her geçen “1 Mayıs’ta” daha rahat görülebilmektedir!... 
Özellikle Taksim Meydanında toplanmak isteyen “İşçi Sendikalar” mensupları, miting pankartlarına bir de (Orak-Çekiçli) kızıl bayraklar ilave etmeleriyle, neyi anlatmak istediklerine, bizler akıl erdiremedik?!.. 
İlk şu hususu belirtmek isterim. Dünya tarihinin hemen hiçbir döneminde “İşçi hakları” başta olmak üzere “fakir halk tabakasının” hakları, samimi şekilde aranmış değildir. Olsun işçiler ve olsun fakir halk tabakası sadece alet olarak kullanılmış, iş bittikten sonra da, suyu sıkılmış limon çöpü gibi savrulup atılmıştır... 
Fakir halkın, İşçinin ve Gladyatörlerin yer aldığı esaret yıllarında, Roma’nın mutlak hâkim olduğu dönem içinde meydana gelmiş veya getirilmiş olan “Sportakist Hareket” dahi sadece esirler ve Hıristiyanların mahvı dışında hiçbir işe yaramamıştır ki, bu hareket “Birinci Enternasyonal” olarak değerlendirilmiştir. 
İkinci Enternasyonal ise, “Büyük Fransa Devrimi”dir. Üçüncüsü ise, “Rus Kızıl Devrimi”dir. Bilhassa son devrimde, yani Rusya Devriminde, İşçi tabakası hemen her açıdan istimar edilmiş ve ayrıca Rus Köylüsü, Çarlık Devletine karşı kullanılmış daha sonra ise, sadece Çar’ın değil, köylünün de başı ezilmiştir. 
Cihan tarihini bir nebze olsun gözden geçirmiş olanlar bu özetimizin içinde neyi endişe ettiğimizi gayet iyi bilirler!...
NİÇİN TAKSİM ANITI?...
Taksim Anıtında yer alan figürler arasında iki de Sovyet Generali yer almıştır ki, çoğu insanımız bunun farkında değildir. Sözüm ona Sosyalist, aslında ise Komünist cenahın mezkur Anıtı tercih etmesindeki başlıca sebep bu olsa gerek?... 
Komünist diyorum, zira kullandıkları bayrak, komünizm sembolü olan (Orak-Çekiç)i taşımaktadır. Ülkemiz içinde böylesi hareketlerin zuhuru hiç de iç açıcı değildir!... 
Hemen her ülkede böylesi hareketlerde ilk ordu hedef alınır. Çünkü, devletin birinci derecede müdafaa silâhı veya güçü hiç şüphesiz Ordudur. Meselâ, bu durumu gayet iyi bilen ve kendi lehinde bir Askeri güç meydana getirmeye çalışan İttihat ve Terakki Fırkası, durumu gayet iyi değerlendirmiş ve Ordu’dan Subay elde etme işlemi dışında hareket ederek, kendisi Ordu içine sızmayı tercih etmiş ve böylece muvaffak olmuştur. 
1960 Askeri İhtilalini tasarlayıp yürürlüğe sokanlar ise daha değişik bir yöntem uygulayıp; “Orduyu dolaylı şekilde halktan uzaklaştırmayı” uygun görmüşler ve böylece uzun vadede kademeli olarak Ordu, içinden doğduğu Milletinden uzak tutulmaya başlanmıştır ki, hâlâ öyledir. 
Devletimizin baş teminatı “Türk Silâhlı Kuvvetleri” günümüzde “Ergenekon” vs. gibi ithamlarla hayli olumsuz badirelerden geçerek, günümüze gelene kadar bir çok açmazla karşı karşıya kalmıştır. 
Bu karmaşık hadiselerin cereyan ettiği dönem içinde adına “Medya” dediğimiz sesli ve yazılı basın, meselelerin daha ziyade aktüel yönü üzerinde durmuş ve böylece ciddiyetini kavrayamamış görünmeyi uygun bulmuştur. 
Bu iddiamızın doğruluk derecesi üzerinde durduğumuz zaman, yüz yıl gerilere gittiğinizde acı gerçekle karşılaşarak, endişemizde ne derece haklı olduğumuzu, açıkça görebilirsiniz. Buyurun okuyun: 
(Meşrutiyet’ten önce, siyasî faaliyetler ve fikir cereyanları bakımından “Selânik”, İstanbul’dan çok daha elverişli bir merkezdi. Bunun başlıca sebepleri şunlardı: Büyük devletlerin zoru ile Makedonya’daki Osmanlı Jandarma Kuvvetleri; yabancı Subayların kumandası altında bulunduklarından, Sultan II.Abdülhamid Hân’ın cenahı, burada çok faal değillerdi. 
Türkler’den başka, Selânik sakinlerinin büyük kısmı: “Yahudi, Rum, Bulgar, Sırp ve bir miktar Avrupalıdan ibaretti” Burada, bir çok yabancı konsolosluklar, şirket ve ticarethaneler, temsilcilikler açıldığı gibi, “Farmasonluk Locaları” da faaliyet halinde idiler. Böylece, Avrupa ile sıkı münasebetler sağlanması; Yahudi, Rum, Bulgar aydınlarının “Sosyalistlik ve Komitacılık” faaliyetlerine sahne olması bakımından Selânik, gerçekten çok canlı ve hareketli bir manzara arz ediyordu.) 
Görülüyor ki, Türkiye’ye musallat olmuş bulunan yabancı cereyanların faaliyeti yeni bir şey değildir ve nasipse bu makalenin ikinci bölümünde durumu daha sarih gösteren alıntılar siz değerli okuyucularıma sunulacaktır. 
<devam edecek>