UZLET, DÜNYA’DAN VAZGEÇMEK BÖYLE OLUR!.. (2)
- Sevgili Peygamber’imiz bir hadis-i Şerif’lerinde, “Benden sonra hilâfet otuz sene devam edecektir. Ondan sonrası, melik’ler ve emir’ler dönemidir,” buyurmuştur.
Gerçekten, bu mu’cize-i Nebî tahakkuk etmiş, sırasıyla, Haz.Ebû Bekir, Haz.Ömer, Haz.Osman ve Hazreti Ali rıdvânu’llâhi aleyhim Ecme’în Hazrâtı’nın, toplam hilâfetleri, 29 yıl, 6 ay kadar devam etmiş, Haz.Hasan bin Ali’nin 6 aylık hilâfeti de ilâve edilince, Peygamber’imizden sonra hilâfet, tamı tamına, otuz yıl devam etmiş, Haz.Ali ve Haz.Hasan Efendilerimizden sonra, melikler ve emirler dönemi başlamıştır. Dört Büyük Halife ve 6 ay kadar çok kısa bir müddet halifelik yapan Haz.Hasan Efendimizin, hilâfet dönemlerinde tam bir uzlet ve dünya’dan vazgeçme hali üzerinde bulunduklarında hiç şüphe yoktur.
- Birinci Halie Haz.Ebû Bekir radiyallahu anh Efendimiz, Peygamber’imizin ebediyyete intikâli üzerine meydana gelen ba’zı irtidat (dinden dönme), hareketleri ve zekât gibi, çok önemli bir Mâlî ibadet’in, Yüce İslâm Dini’ne pamuk ipliği bağlı, ba’zı kabile reisleri ve Bâdiye’de yaşayan, koyun ve deve sürüsü sahiplerinin ihânet’lerine rağmen, halktan birisi gibi çok mütevâzî bir hayat sürdürmüş, dünya malına, makam hırsına koltuk sevdasına asla meyletmemiştir.
İrtihaline yakın günlerinde, kızı Âişe Vâlidemize küçük bir kese vermiş, “Kızım Âişe, bu kese’nin içinde, hilâfet makamını işgal ettiğim için, adıma tahakkuk ettirilen ve Beytü’l-Mâl’den bana verilen ücretler vardır, bir tek kuruşunu bile harcamadım, aynen burada duruyor. Vefatımdan sonra bu parayı fakirlere, ihtiyaç sahiplerine verirsin.” demişti.
2. Halife Haz.Ömer radiyallahu anh Efendimiz, uzunca devam eden halife’lik döneminde, İslâm Ordusu, nîce fetih’lere ve zafer’lere mazhar olmuş, çok ganîmet’ler elde edilmiş olmasına rağmen, halifelik’ten önceki hayatında herhangi bir değişiklik olmamıştır;
- İslâm-Medine Devleti’nin işleriyle meşgul olduğunda, devletin, şahsî işleriyle meşgul iken, bizzat parasıyla aldığı mum’u yakması dillerde destandır. Özellikle de bunu hep taht’a geçenler, riyâset makamlarına oturanlar ve Hubb-u Câh (makam ve mevki sevgisi ile) yanıp tutuşanlar dile getirirler. Ve fakat bu güzelliği çirkinleştirenler de, ilk kendileridir.
- Haz.Ömer radiyallahu anh’in hilâfeti zamanında bir harb’de, mücâhid’lerin tamamına, ancak, bir salta yapılabilecek kadar kumaş ganîmeti elde edilmişti. (salta, astarsız, basit dikiş’li, kollu veya kolsuz ceket). Mücâhid’lerin çoğu, bu kumaşlarla ancak kendilerine birer salta (üstlük) diktirebilmişlerdi.
Haz.Ömer radiyallahu anh Efendimiz, Halife olarak Mescid-i Nebeviyye’de Cum’a hutbesini okurken görüldü ki, üzerinde, dizlerine kadar inen, uzunca bir ceket vardı. –Osmanlı Devlet-i Aliyye’miz zamanında, bilhassa, ilmiye sınıfı mensupları bu kabil uzun ceketi giyerlerdi. Nitekim, Sahib-i Zaman, Mürşid-i Kâmil ve Mükemmil, Müceddid ve Medâr Mürşid, Süleyman Hilmi Silistrevî Efendi Hazret’leri de diz kapaklarına kadar inen bu kabil uzun ceketi giyerlerdi.
Cum’a Hutbe’sini bitirdiğinde, Ashab-ı Kirâm’dan birisi ayağa kalktı, “Ey Resûlüllah’ın Halifesi Ömer! Ganîmet olarak elde edilen ve bütün gazilere müsâvî olarak taksim edilen kumaş’lardan bizler ancak, birer salta diktirebilmişken, nasıl oldu da sen diz kapaklarını bile örtecek kadar uzunca bir giysi yaptırabildin?
Demek ki, ganîmet kumaşların taksimi sırasında, sen bizden en az iki kat fazla almışsın ki, böyle uzun bir ceket diktirebilmişsin!”
Haz.Ömer, Mescid-i Nebeviyye’de Cemaatin arasında bulunan, oğlu Abdullah bin Ömer radiyallahu anh’i işaret etti.
Abdullah bin Ömer, ayağa kalktı ve bütün cematin dikkatli bakışlarına karşı şöyle dedi:
- “Allah’a yemin ederim ki, ganimetten benim hisseme düşen bir parça kumaşı babama verdim. Babam benim kendisine verdiğim ve kendi hissesine düşen kumaşları birleştirdi ve görüldüğü gibi uzunca bir elbise diktirdi. Aslâ ganimet taksimi sırasında kendisi için diğer gazilerden bir santim bile fazla kumaş ayırmamıştır.” dedi.
İ’tirazda bulunan sahâbî, “Belî” (Evet! Şimdi oldu Yâ Ömer!) diye memnuniyetini beyan etmiştir.
Haz.Ömer’in hilâfeti zamanında İslâm Futûhatı, Kur’ân-ı Kerim’de “Edna’l-Arz” (yeryüzünün en aşağıları) diye, tavsif edilen bölgelere, Bizans sınırlarına dayanmıştı. İslâm Ordusu’nun öncü birlikleri Suriye içlerine girmiş, Şam-ı Şerif fethedilmişti. Halife Haz.Ömer de, Ordunun geri hatlarında herhangi bir nefer gibi öncü kuvvetleri ta’kip ediyordu. Halife Haz.Ömer, sefer boyunca devesine kölesiyle birlikte nöbetleşerek biniyordu. Tam da Şam-ı Şerif girmek üzere olduklarında, deveye binme nöbeti Haz.Ömer’in kölesine gelmişti.
Köle, “Ey Halife-i Müslimîn! Kısa bir müddet zarfında; Şam-ı Şerif’e girmiş olacağız. Her ne kadar nöbet benimse de, ben hakkımı size veriyorum. Hem sonra, yeryüzünün önemli şehir’lerinden birisi İslâm Ordusu tarafından fethedilmiş, Müslümanların Halifesi’nin deve’nin üzerinde, kölesinin o deveyi çeken olması çok daha münâsiptir.” dedi. Fakat, Haz.Ömer kabul etmedi. “Ben de Allah’ın kuluyum, sen de. Halife olmam bana herhangi bir üstünlük sağlamaz. Mâdem ki, nöbet senindir, öyleyse deveye sen bineceksin, ben çekeceğim, Şam-ı Şerif’e öyle gireceğiz,” buyurdu.
Köle’nin ısrarları bir şey değiştirmedi.
Köle devenin üstünde, Halife Ömer deveyi çekerek Şam-ı Şerif’e girdiler.
Haz.Ömer’in Şam-ı Şerife girdiğini gören İslâm Ordusu’nun öncü kuvvet’leri koşuşturdular ve “Ey müjdeler olsun, Müslüman’ların Halifesi Ömer geliyor!”
Şam’daki Bizanslıların ileri gelenleri koşuşturdular.
Deve’nin üzerindeki Haz.Ömer’in kölesi’nin eline ayağına sarıldılar, yerlere kapandılar. “Ey Müslüman’ların halifesi, Şam ahâlisi olarak bugün senin adaletine sığınıyoruz,” dediler.
Köle ısrarla kendisinin halife olmadığını, Halife’nin deve’yi çeken Haz.Ömer olduğunu söyledi. Fakat, bir türlü inandıramadı.
Bunun üzerine, Halife Haz.Ömer, Şam ahâlisine “Eman” vererek, “Evet, Müslüman’ların Halifesiyim. Fakat, ben de sizler gibi Allah’ın bir kuluyum. Benim Halife olmam, sizlerden daha üstün olduğumu göstermez. Canınız, malınız, ırzınız, bizim te’minatımız altındadır. Kimse’nin canına, malına, ırzına, işine hiçbir şekilde tecâvüz edilmeyecektir,” buyurdu.
- “Hiçbir kimse yok ki, ölümü Allah’ın iznine bağlı olmasın, (Ölüm), belli bir süreye göre yazılmıştır. Her kim, dünya ni’metlerini isterse, kendisine ondan veririz; kim de âhiret sevabını isterse, ona da bundan veririz. Biz şükredenleri mükâfatlandıracağız.” (Âl-i İmran 3/145)
- Allah, Rahman sıfatının tecellisi olarak, bu dünya’da her kim, esbabına tevessül eder, dünyalık isterse Allah ona dünya’daki nasibini verir. Her kim de, dünya’da uzleti seçer, dünya’dan vazgeçer, ebedî hayatı seçerse Cenab-ı Hakk da onu âhiret sevabıyla mükâfatlandırır.
- Bu dünya’da, saltanat, servet, makam-mevki, şöhret peşinde koştukları ve Hubb-u Câh ile dolu oldukları halde, “dünya’da dikili bir ağacım yok, bir lokma, bir hırka ikfaf-ı Nefs ediyorum,” diyenlere “takiyyeci” deniliyor. Bundan bir sonraki yazılarımızda, takiyyecilerin iç yüzlerini irdelemeye devam edeceğiz. İnşâ Allah!..