Uzlaşacağız!
Rauf DENKTAŞ
Uzlaşacağız!
Uzlaşmadan yana olmak ve bunu dünyaya duyurup kanıtlamak yerinde ve takdire lâyık bir davranıştır. Ancak uzlaşabilmek için bazı “ehliyetler” veya kabul edilebilir kapasite gereklidir. Kişiler arası bir anlaşmazlıkta uzlaşma kapasitesi anlaşmazlığa düşmüş olan iki eşit kişidedir (iki eşit insandadır). Bunlardan biri diğerine şartlarını zorlayacak konumda ise varılacak sonuç uzlaşma değildir, zayıf tarafın güçlünün şartlarına boyun eğmesidir. Atatürk “ülkede barış, dünyada barış” derken “muradım bağımsızlığımdır” da demiştir. Lozan’da Türk Delegelerin savundukları karşılarındakiler kadar bağımsız ve eşit olduklarıydı. Ben masada eşitliğimize, egemenliğimize sahip çıktım. Her tavize hazırdım yeter ki eşit egemenliğimize, devletimize, garantilere dokunulmasın. Hâlbuki karşı tarafın bütün derdi bunları ortadan kaldırmaktı. Bugün de ayni saldırı karşısındayız. Kıbrıs’ta 43 yıl iki taraf arasında uzlaşmaya varılamamışsa bunun başlıca nedeni arabuluculuğa soyunanların önce “uzlaşmazlığa teşhis koymamaları” ve “kimin kiminle müzakere ettiği konusunda tarafsız davranmamaları”dır. Bugüne kadar bu “yardımcılar” (Güvenlik Konseyi dâhil) Kıbrıs meselesi nedir, bu mesele 1960’ta halledilmişken 1963’te neden, nasıl ve kimin tarafından çıkarılmıştır sorularını sormaktan kaçınmışlardır. Meseleyi çıkaran Rum kanadını “meşru hükümet” olarak kabul etmekle 1960’da varılan dengelere dayalı, üç ülke tarafından garantilenmiş bir ortaklığın varlığını bile göz ardı ederek Kıbrıs’a üniter bir devletmiş gibi bakmışlar ve eli kanlı, toplu mezar yapımcılarını bu devletin meşru hükümeti olarak başımıza kakmağa çalışmışlardır. 43 yıllık bu deneyin sonuç vermeyeceğini hâlâ görmek istememektedirler. Hâlâ kim kiminle hangi statüde konuşacak ve tarafların müşterek vizyonları var mı yok mu sorularını sormuyorlar. Onlara göre (Rum yıkmış olsa da) Kıbrıs Cumhuriyeti vardır, (Anayasaya ve 1960 Antlaşmalarına göre Rum meşru hükümet olamazsa da) meşru hükümet de vardır ve (1960 Antlaşmalarına göre kurucu ortak olan, eşitliği vetolarla, ayrı cemaat kuruluşları ile, ayrı oylama hakları ile belgelenmiş olan Türk kanadı) meşru hükümetin dediği gibi azınlıktır ve vetolara, özel haklara, garantilere gerek yoktur. Hal bu merkezdedir. Annan Planına EVET demekle (ve bu EVET’imize Weston ve diğerlerinin getirdikleri kabul edilmez yorumlara rağmen) biz “uzlaşma istiyoruz, bütünleşme istiyoruz” edebiyatının ötesine geçerek uzlaşmanın adını söylememekle, anlaşmanın parametrelerini gün ışığına çıkarmaktan kaçınmakla arabulucuların bu çarpık bakış açılarını güçlendiriyoruz. Böylelikle eli kanlı Rum’u meşru hükümet olarak görenler bizim bu “uslu çocuk” tavrımızdan yararlanarak Rum’a yamalanmamız için yardımlarını(!) esirgememektedirler. Bu nedenledir ki bugüne kadar bunlar (Garantör İngiltere dâhil) 1960 Antlaşması’nın Rum ortağına “sen Türk ortağına azınlık diyemezsin, onları Ermeni ve Maronit toplumlarının sınıfında mütalaa edemezsin” dememişlerdir. Gerçekten uzlaşma istiyorsak Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti’ni tanımayanların yaklaşımlarını ve yardımlarını bir kenara iterek istediğimiz uzlaşmanın adını ve bunu kim olarak istediğimizi açıklamak zorundayız. Bunu yapmazsak marjinal kırıntılarla zaman harcanacak ve bu gecikmeden Rum yararlı çıkacaktır. TEK HALK-TEK DEVLET-TEK EGEMENLİK formülü toplu mezarlarla gömülmüştür. Kıbrıs’ta İKİ EŞİT EGEMEN HALK VE ONLARIN DEVLETLERİ VARDIR. 1960 Antlaşmalarının meydana getirdiği “state of affairs”a ters düşmeyen bu gerçeği göz ardı ederek hiçbir sonuç elde edilemez. Cumhurbaşkanımızdan ve 2. Soyer Hükümeti’nden bu gerçeklere çekinmeden sahip çıkmalarını bekliyoruz. Zaman diplomatik sözlerle ve nezaketle geçirilecek zaman değildir. Zaman bağımsızlığımıza dört elle sarılmak ve masada Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti olarak yerimizi alacağımızı dünyaya duyurmak zamanıdır. Alnımıza yeniden “uzlaşmaz taraf” yaftası yapıştıracak olsalar da. Bu açıdan bakıldığında Gambari prensiplerini benimsemiş olmakla başlatılan ve “millî davamıza” ters düşen “iki kesimli, iki toplumlu federasyon” tezinden derhal vazgeçilmeli ve millî davanın, millî formülüne sahip çıkılmalıdır. Bunun adı İKİ HALK, İKİ DEVLET ve Anavatan’ın garantisidir!
Yorumlar