Türkiye IŞİD, PKK ve FETÖ eylemleriyle karşılaştıkça hükümet çevreleri isim vermeden bir “üst akıl”dan bahsediyor. Toplumsal olaylar “mevcut hoşnutsuzlukların istismarından” kaynaklandığından sorunu sadece dış güçlere havale ederek izah etmek çözüm olamaz. “Teşhisin, tedavinin yarısı olduğunu” düşünürek, yetkililer, etnik, dinsel, mezhepsel, siyasal taraflılıktan uzak kalarak, hukukun üstünlüğü temelinde, yasal çerçevede çözüm aramalı, ondan sonra üzerimizde hesap yapan dış güçlere karşı elbirliğiyle mücadele etmeliyiz.
Devletin tüm organları, iç kargaşa-terör-kalkışma vs gibi olaylara doğrudan mücadele ederken sorunun kaynağını kurutmak amacıyla kısa, orta ve uzun vadede yapılacakları belirleyip sosyal, kültürel, siyasi ve ekonomik tedbirler de alınmak zorundadır.
Bizim “dış güçler” dediğimiz üst akıl Türk toplumuna yabancı değil. Hepimiz biliyoruz ki 1071’de Malazgirt zaferiyle başlayan, 1453’te İstanbulun fethiyle Hristiyan alemini şoka uğratan, Viyana kuşatmalarıyla Orta Avrupaya uzanarak Roma’yı tehdit eden travmanın etkisi devam etmektedir.
20.nci yüzyıla gelinceye kadar kurgulanan oyunları, açık ve gizli saldırıları bir kenara koysak bile sadece geçen yüzyılda sayısız saldırıya, katliama, soykırıma maruz kalan ülkemiz ve insanımız, Mustafa Kemal ATATÜRK’ün önderliğinde tüm oyunları boşa çıkarmış ve halkını esaretten, vatanı düşmandan kurtararak Cumhuriyetimizi kurmuştur.
Günümüzde küresel güçler, bölgeyi yeniden dizayn ederken ateşten elini yakmamak amacıyla bir takım “maşa örgütlerle” iş görmektedir. Bunlara meşruiyet kazandırabilmek için de “demokrasi, insan hakları, hukuk, inanç ve ibadet özgürlüğü, vs” gibi geçerli argümanları kullanmaktadır. Ama gerçeğin bu olmadığını biliyoruz.
Sorunu temeline inersek, “etki ajanı” diyebileceğimiz bazı insanlar (siyasetçi, bürokrat, akademisyen, gazeteci, işadamı vs.) sözde Türkiye’nin veya müslümanların menfaatlerini savunur gözükerek göz boyarken, stratejik olarak dış güçlere hizmet etmişlerdir.
Aykırı fikirleriyle bilinen ABD’nin Başkan adaylarından  Lyndon LaRouche, “ulus devletlerin tasfiye edilerek Roma tarzı bir dünya imparatorluğuna teslim edilmesine zorlamaktan” bahsetmektedir.
Türkiye’nin dağılması üzerine tezleriyle bilinen Alman istihbaratının kurduğu Şark Enstitüsü’nün eski başkanlarından Steinbach “Sorun, ATATÜRK’ün bir Paşa fermanıyla kurduğu yapay bir ürün olan Türk Devleti ve Türk Ulusudur. Sorun, Kemalizm ve Kemalizm’in ulusçuluk ve laiklik ilkeleridir. Sorun, uyduruk ve yapay Türk Ulusudur. Böyle bir ulus yoktur...”  Adamlardaki fikri görüyormusunuz...
Samuel Huntington’un ortaya attığı “Medeniyetler Çatışması” tezi de dünyaya nizam vermek istiyenlerin oyunu yeniden kurgularken çok işlerine yarayacak olan iyi bir bahaneydi. İşte karşımızdaki üst akıl budur...
Medeniyetler çatışmasında haklılık elde edebilmek için de köktendinci veya radikal islami akımlar kurgulandı veya teşvik edildi. Ortaya çıkan vahşet tablosu zaten insan olan herkesi dehşete düşürerek yarattığı nefretle Küresel Efendilerin istediğini kendiliğinden veriyordu.
İşte bizim gibi ülkeler de büyük oyunun genel akışı içinde alnı secdeye değen adamların yarattığı devleti ele geçirme kumpasları ve okyanus ötesi talimatlı alçak darbe teşebbüsleriyle patinaj yapıp duruyoruz.  Tek çare aklın, bilimin, sosyolojinin ışığında hukukun üstünlüğüne dayalı ve liyakati esas alan bir yapılanmayla, toplum içi de var olan etnik, dinsel, mezhepsel, kültürel tüm ayrışmaları bertaraf edip, herkesi kucaklamak,  ATATÜRK ilke ve inkılapları ışığında sürarle Cumhuriyetin kuruluş ayarlarına dönmek ve birbirimize dört ele sarılmak olmalıdır.