Günlerden pazartesiydi. Elif, sabaha karşı ortalık henüz aydınlanmadan evinden gizlice çıktı ve sokağın başında bekleyen Ahmet’ e doğru koşmaya başladı. Ayaklarının altında çiğnediği törenin korkusuyla sevdiği adamın yanına vardı. Alnını göğe dikti ve aniden Ahmet’in elinden sıkıca tuttu. Yaptığı şeyden tek bir an bile bir şüphe duymuyordu. Törenin soğuk, demirden namlusunu şakaklarında hissettiler ikisi de. Buna rağmen karanlığın arasında kaybolmayı seçtiler... Töre’ ye göre Elif ve Ahmet ölüme karşı elele tutuşmuşlardı şimdi. Biri Kürt’tü ve diğeri ise bir Türk... Elif’in aşireti, çıkardıkları bir kararla onu iki çocuklu dul bir adamla evlendireceklerini duyurmuşlardı. Ahmet’le kaçması durumunda ise tabi ki töre’ ye göre hareket edilecekti. Çünkü bu kaynayan topraklarda töreden daha üstünü yoktu! Sabah iki gencin kaçtığı çığları atılınca infaz da kesinleşmişti. Öleceklerdi! Elif ve Ahmet önce Urfa’dan İstanbul’a kaçtılar, sonra da ölüme karşı evlenmeyi başardılar. Ecel onları takip ediyordu, bunu biliyorlardı. Elif’in karnında ikisinden bir varlık belirmeye başlayınca daha da bir ürperiyordu geceleri. Çünkü düşündüğü kendisinden ya da aşkından daha önemli biriydi... Nihayet bir gece Elif’ in ağabeyi Ali, onları vurmak üzere belirmişti kapılarının önünde. Uzun zamandır istemsizce iz sürüyordu. Kapının zili kesik kesik çalarken, Elif gelinin içine bir bıçak saplanır gibi olmuştu. Kalkıp kapıyı açtı. Ağabeyiyle göz göze geldiğinde kafasında mezarlıkların soğuk, beyaz taşları belirdi. Ali, önce ne yapacağını bilemedi. Sonra içinden geleni yapmaya karar verdi ve kardeşine sarıldı. İçi titriyordu… Bir insanın kardeşi olması bambaşka bir şeydi, bunu şimdi daha iyi anlıyordu. Sarılıp, ağlaştılar ve bir süre sohbet ettiler. Kardeşiyle her geçirdiği saat Ali’yi dipsiz kuyularda gezindiriyordu. Yapamayacağını anlamıştı çünkü. Üç kişinin katili olamayacaktı o... Birkaç gün sonra Urfa’ ya geri döndü. Aşireti topladı ve onları bulamadıklarını söyledi. Fakat ağanın kararı kesindi. Töre en sonunda da olsa yerini bulacaktı! Ali çaresiz İstanbul’a geri döndü. Tekrar kardeşinin kapısını çaldı. Vakit gelmişti sonunda! Elif, son kez eliyle karnını okşadı. Kafasını çevirip yer sofrasında oturan kocasına baktı. Sonra kapıyı açıp ağabeyini içeri aldı. Bu sefer ağlayacak kadar zaman yoktu. Ali önce kardeşiyle karnındakine ateş etti sonra da Ahmet’ e… Ve en sonunda kendi kafasına dayadı katil silahını. Ölüm, o kanlı odada cirit atıyordu şimdi... Cenazeler Urfa’ ya geldiğinde herkes ağlıyordu.. Fakat hiç kimsenin gözyaşında Elif’e yer yoktu. Kadınlar dahi gencecik ölen iki yiğit’e ağıt yakıyorlardı. Elif’in ve karnındakinin acısına törede yer yoktu çünkü... Kadındı, önemsizdi, yitikti Elif... Öyle ya; Onun yüzünden katil olmuştu ağabeyi. Anaydı, suçluydu, aşıktı!. Kimse töre’ye karşı çıkmadı! Çünkü; Kanundu, kandı töre...