Ünü olmayan sıradan vatandaşların yegane eğlence araçları olan televizyon, hemen hiçbir yayınında kendisinden beklenen hizmeti vermemekte ve tam aksi, Ünsüzlerin başlarındaki dertleri yetmezmiş gibi bir de olmadık mor haber, temsil vs. varsa, cümlesini Ünsüz seyircilerine aktarmaktadır!...

Haberler saatinde dahi “uzun reklâmlar” geçen TV’ler, tek kelime ile; ünsüz seyircilerine her ne program sunarsa, “Reklamlar arasında” adeta bir lütufta bulunuyormuşçasına lütfen sunmaktadırlar!...

Biz, TV’de reklam olmasın demiyoruz. Ancak, bizlere ait programları bölük pörçük duruma getirerek değil!... Mesela; TV-Dizisi, Haberler, aktüalite vs. Bütün bu programlarda, üç kare normal geçerken, en az 10 kare reklam devreye girmekte ve böylece neyi seyretmekte olduğunuzu dahi unutmakta ve zaten hemen hiçbir zevk almamaktasınız!...

Evlendirme programları, müzikal bölümler vs. alabildiğine, bizlere uzak gelen mesajlarla süslenmekte ve fakat buna rağmen onlar dahi “Reklamlar belasından” kendini kurtaramamaktadır... Hele, “Haberler Saatinde” spiker’in “Yorumla verdiği” haberleri dahi, “Reklamların dışında” tutabilmek adeta imkân dışı kalmaktadır...

Haberler saatinde yalan da olsa, yüreğimize ferahlatıcı su serpecek tek bir haber bulamazsınız. Gerçi bizlere yani, TV. seyircilerine haber saatinde haber yerine; “Aktüalite ve Magazin” arası uyduruk bir program sunulmaktadır ve de adı “TV-Haberleri” olarak geçen bu karmaşık yayında da reklamlar, her daim baş köşeyi işgal etmekte, saçma sapan sözüm ona esprilerle sözde ürün reklamı yapılmaktadır...

Amerikan sistemi yayın ağırlıklı TV-Dizileri ise, gerçekten içler acısı birer ucube yapımlardır... TV-Dizilerinde canlandırılan Türk insanı tiplerinin hemen hiç birisi bizlere yani, Türk insanına, Türk karakter yapısına, hiç mi hiç benzer bir tarafı olmamasına rağmen, bizlere bizmiş gibi gösterilmesi, cidden cümlemizi, daha doğrusu dizileri izleyenleri derin, derin düşündürmektedir: (Acaba biz böyle miyiz?...)

Entrikacı, sinsi, asla güvenilmez “Kadın ve Kızlar” bizlere Türk Kadını olarak yutturulmaya çalışılmaktadır!...

Hele, genç kız ve genç kadınlarımızın giyimleri gerçekten içler acısı olan birer zevksizlikten de öte soytarı kılığı olarak karşımıza çıkmaktadır...

Dahası; dizi ve bazı yerleri yırtık kot veya tayt giymiş kızlarımızın cemiyet içinde dolaşması, mini şortla rahatlıkla boy gösterebilmesi vs. bütün bu ucube modalar daha ziyade TV-Dizilerinden kaynaklanmaktadır. Zira, mezkûr dizilerde hemen her bölümde, bunların tümü imrendirici bir sistemle işlenmektedir...

Batı deniyor. Hayır “Batı diye bir şey yoktur.” Batı mevhumu, (1945’te ABD ve S.Rusya’nın) Avrupa’yı işgal etmeleriyle birlikte, Batı deyimi özelliğini yitirmiştir.

Günümüzde var olan, ABD kültürüdür. Hemen, hemen bütün dünyayı saran bu kültür, cihan milletlerini temelden sarsarcasına değiştirmiş, “Millet tabiri” asıl manasından uzaklaştırılmıştır.

Günümüz insanı, Avrupa Milletleri ile Hıristiyanlık mevhumunu, “ABD yorumlarına göre” değerlendirmekte, bir takım ucube inançları “Hıristiyanlık” sanmaktadır.

ABD Sinema ve TV yapımlarında işlenen “Zenci düşmanlığı” teması ise, diğer tarafta “ırken yok edilen” Kızılderili katliamlarını örtbas edebilecek boyuta hiçbir zaman erişememiş olmasına rağmen, üçüncü Milletleri kendine inandırmayı bilmiştir. Meselâ, meşhur TV-Dizisi, “KUNTA-KİNTE” düzeyinde bir propaganda yapımı, Kızılderililer için hiçbir zaman düşünülmemiştir. Gerçi, Kızılderililer ile alakalı bazı olumlu yapımlar Beyaz-Perde’ye aktarılmıştır. Lâkin, hemen hiç birisi “Kunta-Kinte” düzeyine erişememiştir.

ABD’ye “Şehircilik ve Mimari” açıdan bakıldığı zaman, pek muhteşem “Gök-Delenler”, akla gelmedik cadde ve havuzlar TV’de izlediği zaman, ünsüzlerin rüyalarında dahi göremeyecekleri kapasitede bir şehir ve mimari şaheserin karşınızda yer aldığını görerek, küçük dilinizi yutacak gibi olursunuz?!...

Keza; ev eşyası, beyaz eşya vs. hemen peşinden boy göstermektedir... Küçük ve büyük çocukların, doymak bilmez bir iştahla arzuladıkları; akide-şekeri, karamel, gofret ve çikolata, reklamları ise, maddi imkansızlıklar sebebiyle babalarının alamadığı bu mamulleri TV’de seyrederek, iç geçiren nice fakir çocuğu hiç düşünüyor muyuz?...

Analar Günü, Babalar Günü” gibi, tüketicinin cebini terleten özel günlerin, nice çocuğu mutsuzlaştırdığını hiç düşündük mü?...

Hemen her çocuk; anasına ve babasına en ala hediyeyi almak ister. Bu tabiidir. Lâkin, hediye alabilmesi için yeterli harçlığı var mıdır?..

İşte bütün mesele bu noktada başlar ve boyut, boyut yayılarak, çoğu çocuğun mutsuzlaşmasına kadar uzar!..

Bu durum, ana-baba için de aynı boyutlarda dikkatlere çeker ve ebeveynlerin dar bütçeli olanlarının bu terletici günün nasıl geçirilebileceğini düşünürken, adeta morlaşmaya başlarlar...

Demem odur ki, “İktisaden zayıf ülkelerde” böylesi fantezilerden uzak kalınması hemen her bakımdan daha hayırlı olur inancındayız!...

Aslında, karşılıklı sevgi-saygı hislerinin daha da güçlü duygularla perçinlemesini sağlayan böylesi pembe günlerin, tek bir gül veya karanfille de kutlanabileceğinin bilhassa medya kanalıyla insanlarımıza duyurulması; hem günün manasını bozmaz ve hem de rahatlıkla kutlayabilmemizi sağlardı.

Ne var ki, öyle olmamış; büyük sermayedarların öncülüğünde günümüzdeki sistem işler hale getirilmiştir. Yânî, vatandaşın cebinin delinmek üzere olduğu hiç mi hiç düşünülmeyerek!...

TV’nin felaket tellallığına gelince. Dizilerdeki melankolik hava başta olmak üzere ki, lüks hayat yaşayan ailelerin, yek diğerine karşı duyduğu kıskançlık ve gayrı samimi hislerin meydana getirdiği karmaşık bir ortamda; yek diğerini ezip, yok edebilme mücadeleleri, nice entrika ve nice kumpas karşılığı niceleri batmakta ve niceleri de onların enkazı üzerinde yükselmektedir!...

Felâket tellallığı meselesine gelince. Tekrarına doymadığım bu ruh karartıcı haberlerin, bir takım sadist kimselerin denetiminde seyirciye sunulması ve zaten iş hayatında bütün bir gün bunalırcasına çile doldurmuş bir kimsenin evine geldiğinde TV haberlerini izleyip, değişik ortam içine girerek, yorgunluk alayım derken, haberden ziyade “Aktüalite ve Magazin” karması bir programda, duyduğu ve gördüğü birisi diğerinden berbat haberler, biri diğerinden melankolik dizilerdeki iç karartıcı senaryolar, zavallı kimseyi, yatmaya mecbur kılar. Familya’nın diğer fertleri ise, o ortama kapılmış olduklarından, donuk bakışlarla TV’yi sözde izlemektedirler....

Bilmem daha yazmaya lüzum var mı?...

Saygıdeğer okuyucularım yeni bir makalemde buluşabilmek ümidi ile cümlenize mutlu yarınlar diliyorum efendim Saygılarımla.

Not: Geçen hafta bu sütunlarda neşredilen yazımın sonunda bulunan cümle dizgi hatasından dolayı yanlış yazılmıştır. Doğrusu:

Aynen Şairin buyurduğu gibi:

(Vatan senin doyduğun değil, doğduğun ülkedir.)