Türkiye genelinde üniversitelerimiz birbiri ardınca 2006-2007 akademik yıllarının açılışlarını tamamladılar. En içten duygularımla tüm devlet ve vakıf üniversitelerinin yeni eğitim ve öğretim dönemlerini kutlar; ülkemize, milletimize, akademik camiaya ve bütün üniversite çalışanlarına, öğrencilerimize ve velilere, hayırlı ve uğurlu olmasını dilerim. İlkokuldan üniversiteye varıncaya kadar her kademedeki eğitim-öğretim kurumlarındaki her öğretim yılı başlangıcı, yeni doğan bir gün gibi, büyük umutlarla dolu, daha doğrusu, öyle olması gereken yeni ve taze bir başlangıç, yeni bir beyaz sayfadır. Üniversitelerimizin sorunlarının en başında gelenlerinden birisi, hiç kuşkusuz, akademik personel başta olmak üzere tüm üniversite çalışanlarının ücretlerinin iyileşmek bir yana, daha da kötüleşmiş olması gelmektedir. Hiç kimsenin, bir öğretim elemanının önce bir bilim adamı ve sonra da bir öğretici ve eğitimci olarak, tam bir başarı ile hizmet verebilmesi için, geçim sıkıntısı gibi bir dert içinde bulunmaması gerekir. Yine hiç kimsenin, öğretim elemanlığı gibi üstün vasıf gerektiren bir mesleğe girenlerin, bu mesleği bir ticaret kapısı gibi görüp zenginlik peşinde olduğunu düşünmesi de mümkün değildir; ama bunun yanında, yine hiç kimsenin, ülkemizin geri kalmışlık çemberinin kırılmasında ve geleceğin mutlu, güçlü ve müreffeh, daha saygın Türkiye'sinin inşa edilmesinde bir numaralı belirleyici faktör olan bilim yuvalarının ve mütevazı bilim insanlarının, nasıl geçineceklerini düşünmeyi ön plana çıkarmak zorunda bırakılmaları durumunda ülkemiz ve milletimiz adına beklenenlerin tam olarak karşılanacaklarını düşünmeleri de mümkün değildir. İşte şimdi akademik personelin durumu tamı tamına bu vazıyettedir: Mesleği bilim üretmek ve bilim öğretmek olan, ülkemizin en iyi yetişmiş beyinleri, sürekli olarak düşük tutulan ücretleriyle mahkûm edildikleri geçim sıkıntıları dolayısıyla mutlu değillerdir; bu da onların hem bilim üretmelerinde ve hem de gençlerimizi yetiştirmelerinde tam verimli olmalarını çok ciddî surette engellemektedir ki bunun sonucunda kaybeden sadece ve sadece Türkiye olmaktadır ve bu durumun böyle sürmesi halinde Türkiye ve Türk milleti de daha fazlasını kaybetmeye devam edecektir. Bugüne kadar akademik personele adetâ kasıtlı olarak düşük ücret politikası uygulayan iktidar, profesörler dışındaki bütün öğretim elemanlarını yoksulluk sınırının altında ücretlere mahkûm etmiş bulunmaktadır. Türk Eğitim-Sen'in gündemde tuttuğu ve hâlâ giderilmeyen bir başka adaletsizlik de, üniversite içerisinde 2002 yılından bu yana uygulanan ücret dağılımı dengesizliğidir. Zamanın DSP-MHP-ANAP koalisyon hükümetince alınan bir kararla, yalnızca profesörlere ve birinci derecedeki doçentlere verilmesine başlanan ek ödenekten diğer öğretim elemanları mahrum edilmiş; yoğun şikâyetler üzerine bu durumun düzeltileceği vaadinde bulunulmuş ve fakat bu vaat de tutulmamıştı. Ondan sonra gelen AKP iktidarları da bu haksızlığı dört yıldan bugüne dek aynen devam ettirmişler ve düzeltilmesi istikametinde en ufak bir teşebbüste dahi bulunmamışlardır. Ayrıca, o zamandan beri geçen sürede hâkimlere, savcılara, askerlere ve emniyet mensuplarına birkaç defa ilâve zam verildiği halde üniversite mensuplarına hiçbir şey verilmemiş olması da bu vazıyetin vahim bir hal almasında büyük bir rol oynamıştır. Bunların yanında, YÖK'ün de geçtiğimiz aylarda bu durumun düzeltilmesi için başlattığı girişimin arkası gelmemiştir. Üniversitelerimizle ilgili bir başka baş ağrısı sorun kaynağı da, öğrencilerimizin yetişmesindeki imkân ve ortam yetersizlikleri olup, bunların içinde en önemlileri de, öğrenci kredileri, kütüphane ve lisans ve araştırma laboratuarları, bilgisayar ortamları, spor tesislerindeki yetersizlikler gelmektedir. Ancak en az bunlar kadar hatta bazı hallerde daha da önemlisi olarak, öğrencilerin kalacağı sağlıklı yurtlar da hâlâ çözülememiş bir başka sorun oluşturmaktadır. Yurt sorunu özellikle kız öğrenciler için daha da büyük bir sıkıntı anlamına gelmektedir. Öğrencilerden gelen talepler ile bu taleplerin karşılanabilirlik oranları arasındaki açığın büyüklüğü ürkütücü boyutlara varmış bulunmaktadır. Bu durumda başka kanallardan yurt sorununu çözmeye çalışan öğrencilerimizin çoğu ya yüksek ücretler ödemek zorunda kalmakta, ya da buna imkânı olmayan büyük çoğunluk, hem sağlıklarını hem de tahsillerini risk altına atan yerlerdeki olumsuz şartlarda barınmaya çalışmaktadırlar. Konuyla ilgili olarak bir açıklama yapan Türk Eğitim-Sen İstanbul Bölge Başkanı Yrd. Doç. Dr. M. Hanefi Bostan şu önemli konuları haklı olarak altını çizmektedir: "Türkiye elbette laik bir ülkedir ve elbette laikliği hazmedemeyenler de vardır; ancak, ülkemiz bölücü PKK terörünün açık hedefi halinde iken, hemen her gün bir askerimiz veya emniyet mensubunuz şehit edilirken, ormanlarımız yakılır, yollarımıza mayın döşenirken; sivil bölücüler federasyon yahut otonomi pervasızca, gözlerimizin içine baka-baka, bağıra-bağıra dile getirir ve aynı pervasızlıkla Güneydoğu Anadolu'muzun tamamına ve Doğu Anadolu'muzun büyük bir kısmına "Kürdistan" derken; bir kısım etkili medya organları ve karanlık paralarla beslenen sözde, sahte sivil toplum kuruluşları Türklüğe hakaret etmenin serbest olmasını savunur ve tarihin en büyük sahtekârlığı olan "soykırım" çamurunun avukatlığını alenen yapar ve Ermenistan devletinin ve diasporasının lobiciliğine soyunurken, üniversitelerin açılışında laiklikten başka bir konuya vurgu yapılmaması, üniversitelerimiz adına, utanılacak bir durum olduğu kadar, tehlikeli gidişâtın ayak seslerini de oluşturmaktadır."