Henüz çok gençler, taşı sıksalar suyunu çıkartırlar ama bir o kadar da umutsuz, yorgun, bezgin bir ruh hali içindeler. 

Ortayaş çağına gelmiş ve geçmiş bir çoğumuz gibi onları çevresindeki olan bitenlere karşı biraz duyarsız, biraz apolitik, biraz asosyal, güçlü ve anlamlı ideallere sahip olmayan, mekanikleşmiş, biraz da robotlaşmaya eğilimli buluruz. Dahası çağını sorgulamaktan uzak, vizyon sahibi olma kaygısı duymayan, geleceğe yönelik sağlam hedefleri olmayan. 

Evet, böylesi genelleşmiş yargımız mevcut yeni kuşaklara ilişkin. Ve bu gözlem ve deneyimlerimize dayalı bir yargı. 

Onlar ki, televizyon kültürüyle bizden oldukça farklı yetişmiş çocuklar.

Her şeyi bilirler. Her şeyi, ancak sadece teoride. Pratikleri ise sıfıra yakın.

Peki düşünebildik mi hiç?

Onlara geleceğini hazırlaması gereken bizler. "bugüne dek ne yaptık, neler verebildik?" diye sorduk mu? 

Peki ya devlet politikalarını belirleyenler sorabildiler mi kendilerine.

Özverili olma konusunda, tamam evet, olumlu çabalarımız olmuştur kuşkusuz, ancak yeterli mi?

Kimseye muhtaç etmedik, iyi beslenmeleri için çoğumuz yemedik yedirdik, içmedik içirdik.

Erişkinlik öncesi çok önemiydi. "Ağaç yaşken eğilir" derdi atalarımız.

Örneğin aile içi eğitimimizi tam verebildik mi, geleneklerimizi, sevdirebildik mi?

Bu koskoca bir soru işareti aslında.

Fakat diğer eğitim konusunda, herkes maddi olanakları çerçevesinde hep bir şeyler yaptı eminim. Çok gerekliyse özel öğretmen, gerektiğinde kursa da yolladı çocuğunu.

Peki, onlarla arkadaş olabildik mi öncelikle?

Ya da nerede hata yaptık ki biz? diye mi sorsak. 

Mesela babalar, bir arkadaş gibi konuşabildiniz mi? Sorunlarını öğrenip çözüm önerileri getirebildiniz mi? Kaygılarını anlayıp o kaygıları en aza indirgeyebildik mi?

Sosyalleşebilmeleri konusunda onlara o çok gerekli desteği verebildik mi?

Ya, kendi ayakları üzerinde sapasağlam durabilmesini sağlayacak o özgüveni? 

Bir başka açıdan da görüp, irdelemeliyiz konuyu.

Diyelim ki, tüm bu işlevleri yerine getirdik ve şu olumsuz koşullara rağmen çocuğumuzun iyi bir eğitim almasını sağladık. 

İyi bir okulda eğitimini aldı, mezun da oldu sonunda. Vatani görevini de tamamladı. İş aradı kendisine, CV'si de iyi olduğundan, eş dost da yardımlarını esirgemedi. Bir iş bulundu.

Edindiği özgüven ve sosyal rahatlığı da devreye girince bu sayede tutundu iş yerinde ve iki elle satıldı işine. 

Bitti mi?

Hayır.!

Bu genç, maaşı iyice ise, yani ev geçindirmeye olanak tanıyorsa, hazır hissediyorsa kendisini evleniyor. İlk yıllarında evliliğin, eşler ikisi birden çalışıyor diyelim. Özverili ancak umutlu bir çaba başlıyor. İkisi de yoruluyor, evliliklerin de özel zevklerini, sosyal yaşamlarını ikinci plana itmeye başlıyor yavaş yavaş. İkisi de yoruluyor. Yorgunluk bitkinliğe, umutlar umutsuzluğa dönüşmeye başlıyor.  Sevimli bebekleri de evliliklerinin 2'inci yılında dünyaya geliyor.

İşini daha iyi yapabilmek üzere kendisini geliştirecek desteklere, daha fazla çabaya gereksinim duyuyor. Nedeni basit: alttan gelen yeni kuşaktan donanımlı genç çalışanlar onları zorluyor. Onlar sayıca daha çok, daha hırslı ve bilenmiş geliyor çünkü. 

Bu yarışta ipi göğüslemek için daha fazla çalışmaya başlıyor. Fazla mesai de yapıyor.

Düşünüyor: 30 yaşında ve iş yaşamında 5'inci yılını doldurmuş, ama final için önünde daha uzun yıllar var. "Şu an gerekli enerjim ve hırsım var, peki ya sonra. Ben nasıl emekliliğe kadar bu tempomu koruyacağım?" diye soruyor kendine. O an dönüp bakıyor geriye, o 5 yıl ona zaten 5 asır gibi geliyor. Yıllar iyice büyüyor gözünde ve uykuları kaçıyor.

Şu ana kadar çalıştığı sürenin 6 katı çalışması gerektiği gerçeği, kaygısı uykularını da huzurunu da kaçırıyor. 

Bedeninin ve kalbinin buna dayanıp dayanmayacağı konusunda hiç emin olmadığını da biliyor.

O anda o artık bir yaşlı genç oluyor. 

Evlenmekte acele davrandıklarını bile düşünüyor. Evinde, evliliğinde önemli bir sorun yaşamasa da eşiyle, çocuk sahibi olma kararlarını çok çabuk aldıkları düşüncesine kapılıyor ve geleceklerini yeniden gözden geçirmeye başlıyor, baştan sona herşeyi. 

Bu sorgulama sırasında işinde gösterdiği başarının bile artık yetmediği, onu maddi manevi tatmin etmediği kanısına varıyor. 

Depresyona girmemek için takviye ilaçlar bile kullanıyor.

En çok da okulu bitirdikten sonra bazı sınıf arkadaşlarının yaptığı gibi yapamadığına, yani şansını yurt dışında da denemediğine hayıflanıyor.

Onların artık orada çoktan bir statü sahibi olduklarını, geleceklerini garanti altında aldıklarını da düşününce tuhaf bir pişmanlık canını acıtıyor. 

Bu kendisiyle hesaplaşma anlarında, çalışma yaşamındaki ucube sistem geliyor aklına. Ahpab-çavuş ilişkilerini, dalkavuk müessesesini, biat ederek konumunu korumayı iğrenç bulduğunu itiraf ediyor kendisine.

Gecenin kör vaktinde, bu düşüncelerin resmi geçidiyle kafası iyice karışıyor.

Yaşlı genç, yarın yine çalışmak için erken kalkması gerektiğini hatırlıyor ve omuzları düşmüş halde kuruyor saatini, çaresiz yatağına kıvrılıp yatıyor.