Mevsimin hep yaz olduğu bölgeler, sıcaklığı sevenler için hiç bitmeyen bir senfonidir. Ancak yağmurun, güçlü rüzgârların, gök gürültüsünün, gri bulutların tutkunuysanız, bu şiir gibi havaları özlersiniz. Hayatın hangi dilimi özlem duyacağımız kadar geride kalıyorsa, evrenin dengesi de onu kıymetli kılıyor böyle. 

Aslında neye sahip olduğumuz değil mesele, sahip olduklarımızla ne kadar tatmin sağladığımız. Özellikle, mutluluk demiyorum çünkü oldukça önemli erdemler de vardır ki icra ederken mutluluktan bahsetmek söz konusu değildir. Ancak hayatımızın en güzide yerini kapsıyor olabilir, uğruna yaşıyor olabiliriz belki de. Bu sebeple tatmini, mutluluktan daha farklı değerlendiriyorum. Ve inanıyorum ki mutsuzluk da mutluluk kadar telaş da sakinlik kadar hoşgörü de kızgınlık kadar hayatımızın bir parçası. Mesele, tüm bu parçalardan oluşan tablodan tatmin sağlayabiliyor muyuz? Yoksa sadece bir kısmında seçicilik yapıyor, resmin bütününü görmeyi kaçırıyor muyuz?

Bir kısımda seçicilik yapanlardansanız özellikle de özlem çektiklerine takılı kalanlardan, bilmenizi isterim ki her birimizin var özlem duyduğumuz bir şeyleri. Kimimizin eski varlıklı günleri, kimimizin çocuklarının dizinin dibinden ayrılmadığı yılları, kimimizin “böyle bitmeseydi” dediği ilişkileri, kimimizin yarın sofraya konacak lokması, kimimizin bir gün daha ciğere dolacak nefesi, kimimizin “hâlâ yanımda olsaydı” deyip rahmetle andıkları, kimimizin başında, sağlığı için dua ettikleri sevdikleri, daha da yokluğunu yaşamadan özlemini tezahür etmemizin mümkün olmayacağı neler neler… Üstelik, hangi birimizi de seçsek, diğerinin özlem duydukları ile ilgili neler yapılması gerektiğine dair felsefi görüşleri, durumu basite indirgeyecek bilgelikleri (!) de vardır. Oysa kendi özlemimiz sorulduğunda öyle mi? Yeryüzünün en ulaşılması imkânsızı, en güzide parçasıdır o…

Böyle seçici günlerde unutulan bir şey varsa o da umut -tüm özlem tarlalarının üzerinde beliriveren yedi renkli gökkuşağı-. İşte o, ‘her mevsim yaz’ sıcaklıklarında, şakır şakır yağmurun da bir gün yağacağını bilerek yaz ile dalaşmama gücü. Ne yapış yapış “sıcak hava da severim” sahteliği ne de sırılsıklam “nerede o yağmurlar” sızlanıp durmaları. Umut durağan… Umut pasif… Sanırsınız ki güçsüz, korunaksız, sessiz… Ama değil, işte! Öyle güçlü ki, yaşamı o taşıyor omuzlarında. Öyle korunaklı ki, en büyük yıkımların, kayıpların depreminden o çıkıyor göçük altından, susuz ve yemeksiz saatlere rağmen. Öyle naif öyle ipek ki sesi, neye ulaşsa canlandırıp çiçeklendiriyor.

Yaşam geçip giderken mevsim mevsim döngüler içinde; her şeyi barındırarak, eşsiz bir denge ve sentezle. Biz modern dünyada sömürürken ve değerini her geçen gün unuturken, evren derinlerde hâlâ emek üzerine işlemeye devam ediyor. Ne kadar iyilik görüyorsak çevremizde ne kadar beklentisizce ve sevgiden verebiliyorsak o kadarını da alıyoruz. Aldırmayın siz, başkalarının emeklerine, yüreklerini sağaltamayanlar, hep ‘şans’ derler. Ne kadar kirlilik kaplamışsa aklımızı, ağzımızı; biz başkalarınınkileri bile konuştuğumuzu sanırken, o kadarını da alıyoruz. 

Hayatımızda ne varsa, seçeninin biz olduğumuzu bilerek ve bu nedenle dışarıyla değil içeriyle ilgilenerek; seçimlerimizi değiştirerek ya da sahiplenerek, ayaklarımızın üstünde, her defasında -kendimize de şefkatle- daha güçlü emek vererek özlemlerimizin doğru zamanda yolculuğumuza katılıp doğru zamanda yeniden ayrılacağına olan inancımızın kısa adı umut. Ve umut, evrenin kimseyi seçmediğini ve de kayırmadığını bilenlerin, onu hatırlamasını bekliyor.