Uluslararası Ceza Mahkemesi'nin (UCM) Sudan Devlet Başkanı El-Beşir'i tutuklama kararı üzerine adeta siyahlar ve beyazlar diye ikiye ayrıldık. Halbuki konunun o kadar ara tonları var ki, hukuku haykırdığını söyleyen niceleri nedense sadece bir boyutuyla ilgilenmeyi tercih ediyor. Bir milletlerarası hukuk kurumunun aylarca süren çalışmalardan ve ulaştığı delillerden sonra vardığı kararın çifte standartlı olduğunu söyleyenler kadar, ne pahasına olursa olsun el-Beşir'in tutuklanması, Türkiye'nin bu konuda derhal harekete geçmesini savunanların da tek boyutluluk hatasına düştüğü görülmektedir. Hukuki bir görevi, uluslararası hukukun özellikle insan hakları alanında yerleşip gelişmesi yolunda herkesin üzerine düşeni yapmasını hafifsemek gibi bir hataya düşmememiz gerektiğini de belirtmeliyim. 1998 Roma Statüsü ile kurulan UCM 2003'de faaliyete geçti. Temmuz 2008'de 139 devlet sözleşmeye taraf olup, Türkiye kabul etmemiştir. Bu mahkemenin kuruluşunu en çok savunan ülkelerden ABD, suçluların tutuklanıp yargılanması yaptırımından kendi vatandaşlarının istisna tutulması talebi kabul edilmediğinden taraf değildir. Mahkeme, başta soykırım olmak üzere, savaş suçları, insanlığa karşı suçlar ve saldırı suçlarına bakmaktadır. Bunları suçu işleyenler öncelikle kendi ülkesinde yargılanması gerekip, kendi ülkesinde yargılanmadığı veya yargılamanın yetersiz kaldığı hallerde konu UCM'ye gelir. UCM savcısının harekete geçmesi için mağdurun veya ailesinin şikâyeti ve verdiği bilgiler yeterli olup başka yollar da bulunmaktadır. Bu çerçevede bazı gerçekleri belirlememiz lazım. UCM, kuruluşundan sonra işlenen suçlara bakmaya yetkili olup, mesela Hocalı katliamını soruşturmak yetkisi dışındadır. Boşnaklara karşı katliam ve tecavüz suçu işleyen Sırpların yargılanması için Eski Yugoslavya Savaş Suçları Mahkemesi kurulmuştur. Bu mahkeme önde gelen Sırp yetkilileri tutuklamıştır. Benzer mahkeme Ruanda'daki savaş suçları için de kurulmuştur. Milletlerarası Adalet Divanı'nın birçok savaş suçu işlediği tespitine karşın Sırbistan'ın soykırım yapmadığı şeklindeki kararı bizde çifte standart olarak karşılandı. Belirtmek gerekir ki bu durum soykırım tanımına girecek şekilde bir belge bulunmamasını ifade etmektedir, ancak soykırım dışında birçok savaş suçu işlenmiştir. UCM'nin el-Beşir hakkında verdiği tutuklama kararının gerekçesinde de soykırım suçu işlendiğine dair delil bulunamadığı, diğer savaş suçları ve insanlığa karşı suçların işlendiği iddiaları vardır. Sivil halkın katledilmesi, tecavüz, işkence, imha, talan ve yurtlarından kovulma suçları sayılmaktadır. International Criminal Court'un resmi sitesinde görüleceği gibi, tutuklama kararında, el-Beşir'in bu suçlarla doğrudan ilgisi olmadığı, fakat devlet başkanı olarak sorumluluğu olduğu belirtilmektedir. Bu gerçeğe karşın ülkemizde de birçok yorumcu el-Beşir'i soykırım suçlusu olarak daha yargılanmadan mahkûm etmiş durumdadır. Mahkemeler, önüne gelen delillerle bağlıdır. Bu durum UCM için de geçerlidir. Savcının tutuklama talebine dayanak oluşturan belge ve iddialar ile aylardır bu iddiayı araştıran mahkemeye kim daha kabul edilebilir belge verdi ise, mahkeme ile uyumlu, işbirliği içinde çalıştı ise kararda o tarafın etkisi daha ağırlıklı olacaktır/olmuştur. Batının her olayda olduğu gibi burada da çifte standart uyguladığı iddialarının gerçek payı olsa bile, karara karşı çıkanların mahkemeyi suçlamaları, hukuk ve siyaset alanındaki tembelliğe teselliden başka bir şey değildir. Mesela Ermeni soykırımı yaptığı iddiasıyla tutuklanan Türkler aleyhindeki belgelerin uydurma olduğunu, hukuki bir anlamı olmadığını ileri sürerek hepsini beraat ettiren Malta'daki mahkeme üyelerinin de İngilizler olduğunu hatırlatalım. Türkiye'nin veya Afrika yahut diğer İslam ülkelerinin "biz mahkemeye taraf değiliz, karar bizi bağlamaz" şeklindeki beyanlarının hukuki anlamı olmakla birlikte, bu tutum uluslararası ilişkiler ve prestij bakımından son derece yanlıştır. Bu beyan, iddiaları peşinen kabul etmek ve suçlara ortak olmakla aynı anlama gelmektedir. Ermenilerin Azerilere karşı uyguladığı katliam ve tecavüzler ile İsrail'in Gazze'de yaptıkları, Cancavitlerin Hıristiyanlara karşı vahşet uygulamasını meşru kılmaz. Hukuk mantığı bunu gerektirdiği gibi, kültürümüzün temel harcında da bu saygı bulunmaktadır. DSP milletvekili Hüseyin Pazarcı'nın Uluslararası Hukuk kitabında belirttiği ayetlere bakmak yeterlidir. Bu ifadelerim ile tutuklama kararındaki iddiaların kesin olduğu anlamı çıkarılmamalı, fakat "madem onlar yaptı biz de yaparız" mantığının sakatlığına işaret ediyorum. Afrika'nın coğrafi ve ekonomik bakımından son derece önemli bir ülkesi olan Sudan'ın kendi ayakları üstünde durmasını, sorunları kendi içerisinde halletmesini eski sömürgeciler hiç istemiyorlar. İngiliz akademisyenlerin, eski sömürge şehvetiyle Sudan'daki yönetimin mutlaka yargılanması gerektiği yönünde uluslararası kongrelerde hiçbir fırsatı kaçırmadıklarına şahidim. Aynı hassasiyeti niçin Azeriler için göstermediklerini sorduğumda onu da siz yapın demişlerdi. UCM'nin yetkisini kabul etmeyen Afrika Birliği ile İslam Konferansı Örgütü üyeleri ve Türkiye, çifte standart iddiaları yerine mahkeme kararında belirtilen delilleri dikkate alarak ortak soruşturmaya gitmeleri, suçluları cezalandıracak süreci başlatmaları yolu açıktır. Eski sömürgecilerin arzusu, Sudan'daki istikrar ve demokrasiyi bir an önce yıkmak, bunun Afrika'ya yayılmasını önlemektir. Afrika'nın gayr-i Müslim devletlerinin de mahkemenin kararını kabul etmemelerinin sebebi eski sömürgecilerin emperyalist tezgâhıdır. Ülkemizin değerli hukukçuları, gerekirse UCM yetkilileri ve diğer milletlerarası hukukçular ile işbirliği içerisinde, mahkeme kararının dayandığı delillerden hareketle, varsa suçlular için yargılama süreci başlatılmalıdır. Halkı silahlandırarak birbirine kırdıran batılı şirket ve misyonerler de bu süreçte yargılanmalıdır. Sudan'ın bugünkü istikrarı elbette muhafaza edilmeli, ancak zaten doğrudan suçlu bulunmayan el-Beşir ve onu savunanlar, sivilleri katleden, Hıristiyan kadınlara tecavüz edenleri koruyucu pozisyonu bırakarak, adaletin gerçekleşmesi sağlanmalıdır.