Geçen hafta bu sütunda Cenevre’de tekrar başlayacak Kıbrıs görüşmelerinde kamuoyuna intikal eden konular arasında toprak, güvenlik ve garantilerle, mülkiyet ve tazminatlar, nüfus oranı meselesi, yönetim ve paylaşımla, vatandaşlık ve özgürlükler ve AB ile ilgili konuları bilgilerinize sunmuştum. Ancak Kıbrıs’ta sorunlar sadece bu kadarla sınırlı olmadığı gibi devamlı artıyor, yeni gelişmeler de oluyor. Yıllarca Kıbrıs’ı yakından takip eden ve Kıbrıs için hiçbir fedakarlıktan çekinmeyen milletimize, yeni gelişmeleri ve sorunları elimizden geldiğince anlatmaya çalıştık, bundan böyle de anlatmaya devam edeceğiz. 

Şimdi geçen haftadan kalan konuları yine ayrı ayrı başlıklarda sizlere sunmaya çalışacağım. 

1. İki Kesimlilik: 

1974 Kıbrıs Barış Harekâtı’ndan sonra Denktaş ve Makarios arasında imzalanan Nüfus Mübadelesi ve Zirve Anlaşmaları ile kabul edilen ve iki topluma dayalı federal yapının esası olan iki kesimlilik ilkesi; Rumlara Kuzey’e göç imkanı tanınması ve mesnetsiz gerekçelerle eski evlerine dönmelerinin kabulü ile ortadan kaldırılmaktadır. İki kesimlilik ilkesi, 7 Mart 2003 tarihinde TBMM’nin oy birliği ile aldığı kararla da tasdik edilmişti. TBMM bu kararında; “İki kesimliliği zedeleyecek bütün öneri ve girişimlerin bölgeyi bir çatışma ortamına sürükleyeceğini hatırlatır ve buna hiçbir şekilde müsaade edilmemesi gerektiğini önemle belirtir” şeklinde tavrını açıkça belirlemişti.  

Denktaş-Makarios anlaşmaları ve TBMM’nin oybirliği ile aldığı karara rağmen; duygusal bağ uydurması ve Ada’da serbest dolaşım, toprak edinme, ikamet gibi garantiler verilebilir ve göç teşvik edilebilir mi? 

En azından TBMM’nin yeni bir karar alması gerekmez mi? 

Sayın Akıncı ve müzakere heyetinin tavizlerine 29 Kasım’da Sayın Cumhurbaşkanımızın “O kadar şehit kanı var neyi veriyorsun?” sözleri, siyasi arenadan önce Kıbrıs sevdalıları ile kanını ve canını hiç esirgemeyen şehit ailelerini ve gazileri ümitlendirdi, heyecanlandırdı. Ancak CHP’nin Sayın Genel Başkanının geçenlerde kendisini ziyaret eden Sayın Akıncı’ya müzakereleri “son derece başarılı bir süreç” olarak değerlendirmesi, Sayın Genel Başkanın sayageldiğimiz tehlikelerden haberdar olmadığı ile izah edilebilir mi?

Oysa başta siyasi partilerimiz olmak üzere üniversitelerin, gençlik teşkilatlarının, sivil toplum kuruluşları ve kanaat önderlerinin, işçi ve işveren kuruluşlarının, yazılı ve görsel medyanın Kıbrıs’ta yaşanan bu süreci tartışması gerekmiyor mu?

İki kesimlilik malumları Kıbrıs’ta Rumların başlattığı anarşi ve teröre ve insanlık dışı katliamlara, uygulanan soykırıma karşı Kıbrıs Türk’ünün koruyucu zırhı değil miydi? 

İki kesimliliği ortadan kaldıracak her öneri ve girişimin, anarşi ve teröre davetiye çıkarmak olduğu, yakın geçmişte acı bir şekilde görülmedi mi? 

2. Nüfus Oranı, Türk Vakıf Arazileri ve Tazminatlar: 

Türk nüfusunun Rum nüfusunun 1/4’ünü geçemeyeceği konusunu kabullenen Sayın Akıncı’nın, nedense sadece geçen yıl Güney Kıbrıs’ta 20 bin kadar yabancının vatandaş yapıldığını gündeme getirmediği anlaşılıyor. Rumlar için bu oran uygulanmayacak mı? Rum nüfusunda olabilecek artışlar konusunda da bir tedbir akla gelmiyor mu? 

Kıbrıs’ta 1571’den beri 700 kadar vakıf kurulduğu ve bu vakıflara ait arazilerin toplamının da Ada’nın %30’unu kapladığı bilinmektedir. Bu vakıf arazilerinin önemli bir bölümüne İngiliz Döneminde yasa dışı yollarla el konulmuştur. Bunlardan mesela Kapalı Maraş bölgesinin %90’ının Lala Mustafa Paşa ve Abdullah Paşa vakıflarına ait olduğu mahkeme kararı ile de belirlenmiştir. 

İngiliz İdaresinden sonra da vakıf arazileri ile ilgili kayıt ve evraklar Rumlar tarafından tahrip ve yok edilmiş, vakıf arazileri yağmalanmıştır. 

Kaba bir hesaplama ile sadece arazi olarak vakıf mallarının değerinin 100 milyar doları aştığı ve 100 yıllık kullanım bedelleri ile 1 trilyon dolara ulaştığı KKTC Vakıflar İdaresince hesaplanmıştır. 

Bu gerçekler ortada iken nedense ta başından beri tarafımızdan tazminat meselesi hiç gündeme getirilmemektedir. 

Bir başka örnek de vereceğim. 15 Kasım 1967’de Rumlar tank ve toplarla taarruz ettikleri Boğaziçi ve Geçitkale Köylerini yakıp yıkmışlar, 10’u yaşlı ve kadın 23 mücahidimizi şehit etmişlerdi. Bu şehitlerden biri de üzerine gazyağı dökülerek yakılan 85 yaşındaki Mehmet Emin’di. 

Bu vahşet üzerine Türkiye ayağa kalkmış, TSK müdahale için çok süratli bir şekilde yığınağını tamamlamış, Türkiye ve Yunanistan savaşın eşiğine gelmişlerdi. 

ABD araya girdi. Yunanistan’ın verdiği tavizlerle savaş önlendi. 

Bu tavizlerin birine göre de Yunanistan ölen Türklere tazminat verecekti.

Ancak bugüne kadar bu tazminat tahsil edilip ilgililere dağıtılmamıştır. 

3. Karasuları, Kıta Sahanlığı ve Münhasır Ekonomik Bölge: 

Lozan’da 3 mil olarak kabul edilen kara suları, Yunanistan tarafından 1964’te 6 mile çıkarılmış, bu kararı, Türkiye de kabul etmişti. 

Daha sonra Yunanistan, Türkiye’nin itirazına rağmen kara sularını 12 mile çıkarmaya kalktı. 

Bugünkü durumda Ege Denizi’nde Yunan kara suları % 43.6, Türk kara suları % 7.5 uluslararası suların oranı da % 48.9 dur. 

Karasuları 12 mile çıktığında Türk kara sularının oranı pek değişmemekte, Yunan karasuları Ege Denizi’nin % 71.5’ini kapsayacaktır. Bu durumda gemilerimiz Marmara Denizi’nden Akdeniz’e, Yunan karasularından geçerek ulaşmak zorunda kalacağı için Türkiye, Yunanistan’ın bu kararını tanımayacağını ve savaş nedeni (casus belli) sayacağını ilan etti.  

Bunun yanında Yunanistan Ege Denizi’ndeki adaların kıta sahanlığı olduğu iddiasını da ortaya attı. Tabii Türkiye Anadolu karasının kıta sahanlığında bulunan adaların kıta sahanlığını kabul etmedi ve kararlılığını göstermek için 1976 yılında Ege’de petrol aramaya başladı. Yunanistan’ın tepkisi Türkiye ile Yunanistan’ı bir kere daha savaşın eşiğine getirse de savaşmak yerine taraflar sorunu buzdolabına kaldırmayı yeğlediler. 

Ancak Kıbrıs açıklarında doğalgaz kaynaklarının bulunmasından sonra Yunanistan kıta sahanlığı sorununu münhasır ekonomik bölge (MEB) şeklinde bu defa Akdeniz’e taşıdı. GKRY, Mısır ve İsrail ile MEB sınırlarını belirleyen anlaşmalar yaptı. Ve halen de KKTC’nin uluslararası hukuktan doğan haklarını gasp etme gayreti içindedir. 

Yunanistan da Akdeniz’deki Türkiye ile MEB sınırını Rodos’tan Meis Adası’na, oradan da, GKRY ile Mısır’ın anlaştığı Kıbrıs Adası batısına kadar uzatarak Türkiye’yi Akdeniz’de dar bir şeride hapsetmek çabası içindedir. 

1974’ten beri Kıbrıs meselesi ile irtibatlandırılan bu sorunlara şimdiye kadar ne Annan Planı’nda yer verilmiş ne de son görüşmelerde ele alınmıştır.
Kıbrıs’ın güneyindeki doğalgaz yataklarının hızla işletme faaliyetleri devam ederken; KKTC’nin payının acilen belirlenmesi ve GKRY’nin konu ile ilgili yaptığı anlaşmaların iki taraf arasında görüşülmesi konusunda hiçbir bilgi alınamamış, Sayın Akıncı’nın bir talebi de kamuoyuna açıklanmamıştır. 

4. Federal Devlet ile KKTC ve GKRY işbirliği ve uyumu:

1974’ten beri ikiye ayrılan Kıbrıs’ta KKTC ve GKRY farklı kurum ve kuruluşlar ve farklı usul ve yöntemlerle idare edilegelmektedirler. Ayrıca KKTC ve GKRY farklı ülkelerle farklı alanlarda anlaşma ve işbirliği halinde olduklarına göre; farklılıklar belirlenmiş ve anlaşma, paylaşma ve uyum için usul ve esaslar görüşülmüş müdür? 

Tarafların olmazsa olmazları, rezervleri var mıdır? 

Örneğin Federal devlet çatısı altında uyum ve işbirliğinin zorunlu olduğu haller (doğal kaynakların paylaşımı, borçlar, ekonomik ve ticari ve benzeri taahhütler gibi) hakkında kamuoyuna hiçbir bilgi intikal etmemiştir. 

Bütün bu mülahazaların yanında Kıbrıs Adasının Türkiye’ye 70, Suriye’ye 112, Mısır’a 416, Yunanistan’a da 960 km mesafede olduğu unutulmamalıdır. Ve Ada Anadolu’nun eşiği, aynı zamanda ileri karakolu durumundadır. 

Kıbrıs bu hali ile bilinen stratejik değeri yanında Anadolu’nun güvenliği açısından fevkalade önemlidir. Hiçbir sebep ve bahane ile başka ülkelere ve kullanımlara terk edilemez. 

Yakın tarihimizde önemli bir örnek var. 

Çanakkale. 

İngiliz ve Fransızlar binlerce km öteden gelip Çanakkale’ye, Limni Adası’nı üs olarak kullanarak çıktılar. 

Balkan Harbi’nde Limni Adası’nı Yunanistan’a kaptırmasa idik, bölgede donanmamız bayrak gösterebilse idi, İngiliz ve Fransızlar Çanakkale’ye çıkabilirler miydi? 

Çıkamazlardı. 

Kıbrıs’ta 70 km güneyimizde, Anadolu’nun yumuşak karnı Batı Akdeniz’de tam bir atlama taşı, bir eşik gibidir. 

Hiçbir sebep ve bahane ile ne AB’ne, ne de başka bir ülkeye, hele Megalo İdea peşinde koşan bir Yunanistan’a terk edilemez. 

Megalo İdea Yunanistan için bugünden yarına bir hedef değildir. Yunanistan’ın 200 yıldır adım adım uyguladığı, bugün için hayal olsa da yeni fırsatlar bekleyen bir hedeftir. 

Türkiye Kıbrıs’ta tarihten gelen ve Kıbrıs Barış Harekâtı ile elde ettiği hak ve menfaatlerinin ve soydaşlarımızın kazanımlarının gasp edilmesini önlemek ve Anadolu’nun güvenliğini sağlamak için, bugüne kadar bütün gücü ile Kıbrıs’a sahip çıkmış, bundan sonra da sahip çıkmak zorundadır. 

21nci yüzyılın başında Kıbrıs, Büyük Türkiye için bir dönüm noktasıdır. 

Bugünlerde başta siyasi partilerimiz olmak üzere üniversiteler, sivil toplum kuruluşları, yazılı ve görsel medya ve kanaat önderlerimiz endişe verici bir suskunluk içindedir. 

Oysa Kıbrıs’a sahip çıkma zamanıdır. 

Değerli okurlarım, 

Beşiktaş’ta hain ve kalleş terör örgütünün alçakça düzenlediği saldırı, hepimizi derinden üzmüş, ciğerlerimizi dağlamıştır. Alçak ve hain bu zavallıları yüksek perdeden kınıyor ve lanetliyorum. 

Şehitlerimize Ulu Tanrı’dan rahmet yaralılara acil şifa, yakınlarına ve aziz milletimize geçmiş olsun dileklerimi sunuyorum. 

Başımız sağ olsun.