“Türban, çarşaf, gericilik ve de İran’a benzemek” gibi bir takım endişe verici iddialar ve senaryolar neticesi, bilhassa son yıllarda halkımızı adeta iki kutuba ayrılmış bir millet durumuna getirmeye çalışırken, diğer taraftan da “Kadınlarımızı” tamamen parmaklarına dolayarak, milletimizin ana damarını kesmeye kalkıştılar ki, en kötüsü de bu olmuştur!... Zira; “Örtülüler ve çıplâklar” olarak iki kutuba ayırmalarıyla birlikte, Türk Kadını’nın, siyaseten kullanılabilecek bir obje olduğu inancıyla hareket etmektedirler!... Ne bir kuruluşu, ne bir makamı veya ne bir ferdi itham etmiyorum. Benim üzerimde durduğum, bazı görünmezlerin yıpratıcı ve yıkıcı icraatlarıdır. O icraatlar ki, cümlemizin hayati unsurlarını kademeli şekilde adeta yoklara göndermektedir!.. Sorumlularımız başta olmak üzere hemen hepimiz ise, bu korkunç gidiş karşısında adeta donmuşcasına hareket etmekteyiz?!.. Hemen her daim: “Türk ahlâkından, Türk faziletinden ve Türk soyluluğundan” dem vurur ve haklı olarak övünürüz. Ancak, TV-Dizileri’ne baktığımız zaman (bizleri temsil eden diziler) hiç de öyle olmadığı imajı vermektedir ki, hiç mi hiç ses çıkmadığına göre, bir gerçek payı olsa gerek diye düşünmekteyim?... “Küçük Sırlar”, “Öğretmen Kemal”, “Lâle Devri” vs. Ne evlâtlar ne analar, ne babalar... Ve de ne acıdır ki, bunların hemen hepsi de bizleri temsil etmektedir. Yânî, bizlerin hayatından, bizlerin yaşantısından ilham alınarak yazılmış senaryolar!... Peki bizler bu muyuz?... Evet, muhakkak ki abartılmış yönleri vardır. Ancak, abartılmış olsa dahi, nihayet bizleri temsil etmiyor mu?... Peki etmiyorsa, niçin herhangi bir itirazımız olmuyor?!... Üniformalarının etekleri kalçalarında olan körpecik kızlarımızın, erkek arkadaşlarıyla ayak, ayak üstüne oturarak baldırları kalçalarına kadar açık sohbet etmeleri, “seksi açıdan gayet cömert” olmaları vs. Hemen hiç kimseyi rahatsız etmiyor mu?... Dahası, acaba gerçek okul hayatında kızlarımız böylesi kirli bir yaşam mı sergilemektedir?!... Millî Eğitim Bakanlığımız bu hazin gösterime karşı niçin tavır almamakta, niçin Türk ahlâkına ters düşen böylesi senaryolara fırsat verilmesine mâni olmamaktadır? Ya Öğretmenlerimiz! Onlar niçin mezkûr durumu protesto etmemektedirler?... Hele, hele o malûm “Kadın Hakları Savunucuları” ya onlar nerelerde?!... Niçin bu körpecik kızlarımızın ayaklar altına alınan iffet ve şereflerini koruyabilme eylemi göstermemektedirler?!... Mezkûr, dizilerde: “Ortaokul talebesi kızlar uyuşturucu satışlarında aracılık yapmakta, uyuşturucu için iffetini kaybetmekte vs.” Ana-baba kendi âlemlerinde, evlâtları ayrı âlemde... Sadece belden aşağı hitap eden sözde komedi dizileri ise sözde sanat eseri gibi huzurlarımıza çıkarılmakta ve de bizlerden alkış beklenmektedir?!.. Sıra “Haberler programına gelince”... Bizlere haber diye aktarılan iç karartıcı bir hava raporu ile başlar, zincirleme felâket haberleriyle son bulur ve de böyle sonuçlandığı yetmezmiş gibi bir de: (Hayırlı akşamlar) dilekleriyle sözde iyi temennilerde bulunulmaktadır?!.. Sorulmaz mı: (Böylesi uğursuz bir haber programından sonra, akşamın hayırlısı kalır mı?!...) Hükûmet’in icraatları, Muhalefet’in denetlemesi vs. gibi önemli haberler hakkında bilgi edinebilmek gayesiyle TV-Haberlerini izleyen vatandaşlar, duya, duya Sayın Başbakan Tayyip Erdoğan ile Ana Muhalefet Partisi Başkanı Sayın Kılıçdaroğlu ve MHP Başkanı Sayın Bahçeli’nin hemen her gün aralarındaki söz düellosu; sözde ülke meseleleri olarak; temcit pilavı gibi önümüze sürülmektedir.. Hele basın adeta iki kutuba ayrılmış, yangına körükle gidercesine davranmakta olup, malûm görevini icra etmektedir. Aslında haber aracı olan ve günümüzde “Medya” adıyla icra-i san’at eden beynelmilel bir ekol olması hasbiyle ondan daha başka bir davranış tabii ki beklenemez. Ancak, biraz insaf denebilir!... Efendim sanatçı sıfatı altında yarı çıplâk umumi yerlerde arz-ı endam etmenin medeni anlayışla bağdaşır hiçbir yönü yoktur ve bunun tek bir adı olabilir: “hayasızlık!” Çarşafdan değil “türban”dan söz ediyorum: (Müslüman bir Hanımın) zarif başlığı sözde “gericiliği” temsil ediyor(!) da, Acaba yarı uryan olan bir kadın veya kız, neyi temsil etmektedir?... Sakın ola: (Bu düşünce, bu inanç lâikliğe aykırıdır, lâikliğin karşısında olmaktır!) nevi teranelerle konuyu örtbas etmeye kalkışmayalım. Zira, bu meselenin lâiklikle değil: Âdab-ı muaşeret, yânî ahlak kurallarıyla alâkası vardır. Dahası Atatürk’ümüzün şanlı, şerefli adını da bu mesleye karıştırmayın. Zira Yüce Önderimiz kıyafet mevzuunda: “Gidin de yarı uryan karşıma dikilin” buyurmamış ve de kıyafet mevzuunda bilhassa erkekleri uyarmış, erkek giyimi ile alâkadar olmuşlardı. Biz ne yaptık? Tam aksi yırtık kot pantolon, kulakta küpe, pis görünümlü bir sakal veya keçi sakalı vs. gibi bir sürü zırvalığı moda diyerek benimsedik?!... Dahası günümüzde moda listesine ilâve edilen, aynı zamanda kadınların da benimsedikleri: ABD sığır çobanlarının taktıkları meşhur kovboy şapkası. Gerçekten de pek yakışmaktadır(!). Hem de öylesine yakışmaktadır ki, sormayın gitsin... Sanki bizler hür ve bağımsız bir millet değil de “Amerikan uydusu” bir toplumun zavallı fertleriyiz!.. Efendiler! Hanımlar! Bir sefer olsun da silkinip kendimizi görebilelim! Görelim de yarınlarımıza nelerin miras bırakılacağını açıklıkla görelim!... Yüce Önderimizin (Yeni Çeri kıyafetli resmi vardır ama, kovboy şapkalı tek bir tane dahi yoktur. Çünkü Atatürk neyin, neyi temsil ettiğini gayet iyi bilmekteydi!...) TV haberlerinden öğreniyoruz: “Silâh taşıma ruhsatı, (18. yaşındakilere de verilecekmiş.) Hemen hiçbir yoruma lüzum yok. Her şekliyle durum meydanda?!... Bir başka haber: (bilim adamları küfür etmeyi öneriyor! Sinirlendiğiniz zaman ağzınızdan çıkan küfürler için suçluluk hissetmeyin. Bilimsel araştırmalara göre; küfür stresi ve acıyı azaltıyor. “Middlesex Üniversitesi”nden, “Yehuda Baruch”, işyerlerindeki stres seviyesini küfür etme oranları ile karşılaştırdı. Daha çok küfür edilen işyerlerinde çalışanların daha az stresli olduklarını gözlemleyen Baruch küfür etmenin agresif davranışları engellediğini belirtti. “Dış Haberler Servisi”.) (Ulan Yehuda! Senin....) Adam yalan söylemiş; rahatlamadım utandım!... Saygıdeğer okuyucularım, inşallah yeni bir yazımda buluşmak dileğiyle mutlu tatiller diyorum efendim. Not: (Bu makale, “13 Aralık 2010 Pazar” günü yazılmıştır.)