ABD. Hollywood’un ağırbaşlı jönlerinden, Musevi asıllı bir Alan Ladd vardı: (1913-1964) Uzun yıllar pek değişmeyen partneri, Amerikan Sineması’nın unutulmaz afetlerinden, Veronica Lake (1919-1973) ile birlikte çevirdiği, “This Gun For Hive – Kiralık Kâtil” (1941) filmi ki, bizde “SİLÂHLAR KONUŞUYOR” adıyla gösterime girmiş ve hayli de rağbet görmüştü. Yıllar sonra cüz’i de olsa ondan söz edeceğim, hiç mi hiç aklıma gelmemiştir!...

Ne var ki, makaleme yukarıdaki başlığı koyunca, mezkûr film aklıma takıldı ve böylece cüz’i de olsa makaleme katmayı uygun buldum. Ve zaten aslına bakılacak olursa; senaryoları farklı olmasına rağmen, bilhassa TV yapımlarımızın Amerikan filmlerinin birer kopyası olduğundan asla şüphe edilemez!...

Denecektir ki, bu hepimizce malûmdur, zahmet etmişsin. Doğrudur ama benim üzerinde durduğum ayrı bir husustur ve bu hususun seyircilerimiz üzerinde ne gibi yıpratıcı izler bıraktığı ayrıca tetkike değer. Zira, belki abartıyor diyeceksiniz ama, “Millî yapımızı yıpratabilecek” güçtedir.

Konu aynen şudur: TV-Dizi’lerimizin hemen hepsinde de her daim silâhlar konuşmakta, kadın da erkek de elini silâha atmaktan geri kalmamakta; “Yoğun bakım ve kabristan sahneleri adeta baş plato olarak yer almakta. Saray gibi villalarda ikamet edenlerin yek diğerini boğazlamaya hazır bir durum arz etmesi vs.” İnsan hayatını adeta kaosa çevirmeye yönelik senaryoların pek ziyade(!) revaç görmesi, devamlı verilen “Reklamlar arasında” birer lokma seyredilebilen dizilerden, seyircinin ne anladığı da ayrıca merak konusudur diyebiliriz!... Her ne ise, biz tekrar asıl konumuza dönelim;

Haberler saatinde orada, burada silâh patlatan “magandalardan” söz ederken, acaba, bizim dizilerimizde seyirciye nasıl bir mesaj verdiğimizi hiç düşünmekte miyiz?...

Bence, “maganda olan” o sokaklardaki hödükler değil. Bizzati TV-Dizileri’dir. Ayrıca, kılık kıyafet durumu da içler acısıdır. Dizleri yırtık kot pantolonlar, vücudun muhtelif yerlerine yapılmış dövmeler, eskiden ayılara takıldığı gibi buruna takılan halkalar... Tıraşı gelmiş de çoktan geçmiş sözüm ona erkekler. Orta ve lise çağındaki körpecik kızların rol icabı da olsa, “aşk-meşk” oyunları. Kız veya erkek fark etmez ablaları ile ağabeylerinin aşk hayatlarına bir şekilde katkıda bulunmaları vs. Bizim toplum yapımıza acaba herhangi bir şekilde zarar vermemekte midir?...

Dünya ve dolayısıyla biz de akıl almaz akımlara gebe bir yarına doğru sürüklenmekteyiz... Bunun ilk işaretlerini: “18 yaşını doldurmuş bulunan gençlerin kendi başlarına ev tutma hakkına haiz olması ve böylece her nevi tehlikeye açık bir hayat yaşamaya başlamaları.” Ne gibi yarınlara doğru sürüklendiğimiz açıklıkla görülebilmektedir!...

Propaganda aracı olarak dikkatlere alınacak olursa, televizyon en başta gelir ve bunun böyle olduğunu cümlemiz bilmekteyiz. Ne acıdır ki, bildiğimiz halde hiç de umursadığımız yoktur. Niçin bu böyledir? Böyledir çünkü, halkımızın büyük bir ekseriyeti, yarı cahil, diğer kesimi de cahil olarak, hayallerini devam ettirmeye çalışmaktadırlar.

Hâl böyle iken, vatandaşlarımızı okumaya ve bilgi edinmelerine imkân arayacağımıza, bilhassa “Futbol karşılaşmalarının” hastası etmekte ve zavallı gençlerimiz; “Futbolla yatıp, futbolla kalkmaktadırlar”: (Hüsrana uğradık, hüsran gecesi) gibi tabirlerle, gençlerimizi hayata küskün bakmaya teşvik eden sözde “Spor Gazeteleri” aslında nasıl büyük bir hata işlediklerinin farkında dahi değillerdir!...

Yanlış anlaşılmasın sporu, spor dünyasını ben de severim. Ancak, mezkûr aleminin temel direğini teşkil eden unsurun, “Siyaset alemi” olduğunu öğrendikten sonra, tabii olarak tavrım da görüşüm de temelden değişmişti!...

Futbol statlarında var güçleriyle tezahürat yaparak, deşarj olan gençlerin, daha başka konularla meşgul olmaya mecalleri kalmazdı. İşte Futbol Sporu’nun gerçek yüzü budur.

Ve lâkin, gençleri esir alan sadece futbol sporu olmayıp, ayrıca “Metal Müzik, Disko, Kafeterya, vs.” bütün bu mekânlarda uyuşturucu bulunabilir. İlk-Okul son sınıf ile lise öğrencilerinin uyuşturucu kullandıkları medyaya kadar intikal etmişti.

İNTERNET aracılığı ile porno yapımlar izleyebilmek gayet kolay olmasıyla birlikte, muhtelif taktiklerle sizi abone etmeye çalışmaları en tehlikeli olanıdır. Zira sizi bağımlı hale sokmaktadır!... Meselenin en acı ve hazin tarafı da mezkûr kanalların, velilerinden gizli olarak körpecik gençlerin izlemesi olmaktadır!...

Böylesi son derece zararlı yayınlar hakkında gençlerimizi uyarabilecek özel programların yapılmasının şart olması icap ederken, bu konuda tek bir program dahi yoktur!...

Şimdi sormak lâzım değil midir: (Hey kadın hakları savunucuları. Bu nasıl bir savunmadır ki, kadın da değil, “körpecik kızların” bu iğrenç alanda kullanılması karşısında sessiz kalabilmektesiniz?!...)

Seks Yıldızı”, “Porno Yıldızı” tabirleri kullanılmaktadır. Sorarım: Fahişelik, ne zamandan beri itibarlı bir meslek olmuştur ki, yıldızı olsun?...

Biliyorum, bütün bu yazdıklarım “küçük meselelerdir.” Seçim olmuş, kahir ekseriyetle AK Parti tekrar iktidara gelmiş ve muhalefet partileri adeta küplere binmektedirler ve de esas meşgul olunması icap eden bu meselelerdir.

Bu doğrudur. Ancak koca İmparatorlukları dahi batırıp yoklara gönderen tarih boyunca “Küçük Meseleler” olmuştur ve de bu kural değişmemiştir. Çünkü, asırlar ilerledikçe teknolojik değişmeler olur. Lâkin, sosyal hayattaki değişimler pek etkilenmez. Zira, insanoğlu nasıl yaratılmışsa, öyle kalmış ve fazlaca bir değişime uğramamıştır.

En büyük ideali de; “ferdi başarı, ferdi kazanç”tır. Kalanı onun için hiçbir değer ifade etmez. Dikkat edilecek olunsa; bu bencil inanç, “Vatan ve millet sevgisi” üzerinde de hayli etkili olduğundan, “Faşizm” denen illet, aynen sarih bir hastalık gibi ülkeleri içten kemirip, zaman içinde yoklara göndermede başlıca rol oynar.

Alternatifi “Komünizm” ise “Troçki”ye rağmen, tam anlaşılamamış ve doğrudan Devletçliğin esas alınıp, Ruslar tarafından bir Sovyet İmparatorluğu kurulmuştur.

Bütün bu yazdıklarım, sizler için bilinen meselelerdir. Yanî sizlerce boşa kafa yormuşum denebilir!...

Ben diyorum ki, sizler yanılıyorsunuz. Çünkü en az ve çapraşık olarak bildiğimiz “Dünya meseleleri”dir. Çünkü bizdeki mezkûr bilgiler tek kelime ile “ABD patentli ithal malı bilgilerdir.”

Dünya’nın başlıca propaganda silahı konumundaki (Beyaz Perde ile Beyaz Cam) bizlerde hâlâ birer eğlence vasıtası olarak görülmekte ve ona göre değerlendirilmektedir.

Halbuki, sinema henüz emekleme döneminde iken, Enver Paşa, <bilahare Gazi Hazretleri ülkemiz idarecilerini uyarmışlar ve Sinema’ya> olağanüstü değer verilmesinin şart olduğunu bilhassa dikkatlere çekmişlerdir.

ATATÜRK VE SİNEMA’YA BAKIŞI!..

İlim ve tekniğin meydana getirdiği yeni, yeni icatlarla birlikte, Cihan milletlerinin “Millî Bünyesinde” can damarı teşkil eden: “Ekonomik, Askeri ve Siyasi” alanlarda meydana gelebilecek kaçınılmaz değişikliklerin müspet ve menfi yönlerini önceden en isabetli olarak değerlendirebilen Yüce Önderimiz Atatürk, eşsiz dehasıyla, 20. Yüzyıl’ın harika icadı Sinema’nın henüz emekleme döneminde olduğu yıllarda; milletler arası münasebetlerin hemen her alanında tasavvurların fevkinde rol oynayabilecek pek müessir bir silâh teşkil edebileceğini, emsalsiz zekâsıyla tespit edebilmiş ve sinema hakkındaki intibalarını, bilhassa yeni nesillerin uyarılması açısından, kesin bir ifadesiyle aziz milletinin dikkatlerine çekmişlerdir:

(-: Sinema öyle bir keşiftir ki, bir gün gelecek barutun, elektriğin ve kıta’ların keşfinden çok, dünya medeniyetinin cephesini değiştireceği görülecektir.

Sinema dünyanın en uzak köşelerinde oturan insanların birbirlerini tanımalarını, sevmelerini temin edecektir.

Sinema, insanlar arasındaki görüş ve düşünüş farklarını silerek, insanlık idealinin tahakkukuna en büyük yardımı yapacaktır.

Binaenaleyh, Sinema’ya lâyık olduğu ehemmiyeti vermeliyiz.)

<ATATÜRK>

Evet! San’attan ziyade “Siyasî propaganda” açısından milletler üzerinde gayet kuvvetli bir güç kaynağı teşkil edeceğini, önceden tespit etmiş bulunan Gazi Hazretleri; aziz milletimizin bu sahada diğer milletlerden geri kalmaması endişesiyle bizzat uyarıda bulunmuşlardı.

Ne var ki, Yüce Önderimizin son derece sarih bir ifadeyle dile getirdikleri uyarılarına rağmen, sinema bizde lâyıkıyla değerlendirilememiş ve böylece bu kuvvetli propaganda silâhından kendi umursamazlığımızla mahrum kalmışız.

Televizyon öyle değil mi? Hâlâ “SİLÂHLAR KONUŞUYOR” da değil miyiz!...

Saygıdeğer okuyucularım, inşallah yeni bir makalemde buluşabilmek umudu ile cümlenize mutluluklar dilerim efendim. Saygılarımla.