Aynı zamanda hatıra kitabı okuyarak Türk tarihini çok iyi öğrendiğimi, millî bilincimi tahkim etme imkanına kavuştuğumu söyleyebilirim. Kendince kendini savunma da olsa, öznel yargılar da içerse farklı kişilerden farklı bakış açılarını okuyup kendimce bir terkibe vararak sağlıklı bir tarih kurgusu oluşturduğumu düşünüyorum. Belli bir alt yapı olduktan sonra seçme ve eleme yapma konusunda çok fazla sıkıntı çekilmiyor. O yüzden hatıra kitapları yanlıdır, özneldir, tek taraflı savunmadır, eksik ya da yönlendirme amaçlıdır gibi yaklaşımları çok fazla önemsemiyorum.
Bu yazımda zevkle okuduğum bir hatıra kitabından bir metin parçası alıp yazımı onun üzerine bina edeceğim.
Emekli kütüphaneci, hasbî kültür adamı, halis bir Müslüman Türk evladı olan Mehmet Serhan Tayşi, yayınladığı hatıralarında bir olay nakleder. Yazar, İzmir’de Karataş Ortaokulu’nda okurken okulun müdürü Garra Sarmat adında yaşlı bir Musevî vatandaşıdır. Sözü Mehmet Serhan Tayşi’ye bırakalım:
“Garrâ Bey yine bir gün unutamadığım şu hikâyeyi anlatmıştı:
İstanbul'un işgali yıllarında müttefikler, İstanbul halkı nın sempatisini kazanabilmek için, Noel'de çocuklara yöne lik bir sergi düzenlemişler. Hazırladıkları büyük salona, top lar, bisikletler, türlü oyuncaklar koymuşlar. İşgalcilerin amacı, Müslüman halkın çocuklarının gelmesi. Ama serginin kapa nışına kadar, Rum, Ermeni, Yahudi çocuklarından başka ge len olmamış. Son gün, güneş batarken, başında fesi, ayağında şalvarcığıyla bir Osmanlı çocuğu kapıdan girmiş. Herkes me rakla ne yapacağını izlerken, o bütün oyuncaklara göz gezdi rip, en sonunda kenarda duran bir ahşap tüfekte karar kılmış. Emin adımlarla onu almış, kimseye bir şey söylemeden, geldi ği gibi çıkıp gitmiş.
Bu hadiseyi Garrâ Hocamıza, oradaki bir Fransız komutan anlatmış daha sonra. Komutan şöyle demiş: "O zaman anla dım ki, bu millet esir olmaz. Bu millet cesurdur. Çocuğu bile, istiklâline (bağımsızlığına) böylesine düşkün..."
Benim üniversitede okuttuğum derslerimden biri, “Millî Mücadele Edebiyatı” adını taşıyor. İtiraf edeyim ki şimdiye kadar okuduğum en etkileyici Millî Mücadele edebiyatı metni budur. Bütün bir Millî Mücadele sürecimizi, bütün bir millî Türk ruhumuzu ve yapımızı bu kadar veciz ifade eden başka bir metin görmedim. Bu parçanın tekrar tekrar, düşüne düşüne okunmasını tavsiye ediyorum. Günümüz Türk gençliğinin bir muska gibi bu parçayı koynunda, kalbinde, ruhunda taşımasını istiyorum.
Çocuğunun bile esir olmamak için istiklaline bu kadar düşkün olduğu bu cesur milletin bir bölümü, bu gün maalesef emperyalist batının önümüze attığı oyuncakları kapışma zilletine sürüklenmekte, onları nimet bellemekte ve bu oyuncaklara bütün kutsallarından vazgeçerek sahip olmayı tek dava yapmaktadır.
Millî Mücadele sürecimizde bizi fiilen işgal eden İtilaf Devletleri, bugün ad değiştirmiş, Avrupa Birliği ya da Amerika Birleşik Devletleri olarak bizi oyuncaklarıyla oyalanmaya davet edip durmaktadırlar. Bu iki kanat, bir bütün olarak Batıdır. Daha doğru bir tabirle bunlar, tarihsel Haçlı kinlerinden vazgeçmeyen, Türk’ü tarihten silme sevdasına tutkuyla yapışmış Emperyalist Batıdır.
O gün bizi aldatmak, avutmak, uyutmak, oyalamak, âdeta alay eder gibi ayaklarına çağırıp ıvır zıvırla, oyuncakla, şununla bununla mankurtlaştırmak için uğraştılar. Ama bir kararlılık abidesi olan asil bir Türk çocuğu, fıtratındaki soylu bir içgüdüyle kendisini yok etmek için gelmiş olan küstah, zalim, iğrenç, sahtiyan suratlı emperyalist Haçlıya karşı tahta tüfeğe talip olarak bu toprakların tekrar ve kıyamete kadar Türk vatanı olarak kalması iradesini ortaya koymuştur.
Esir olmama, tam bağımsız ve bağlantısız bir devlet hâlinde, kendi vatanında kendi değerleriyle ördüğü millî dünyasını yaşama azmini gösterecek bir Türk çocuğu çıktı ve emperyalizmin büyük oyununu bozdu. Millî Mücadelemizi hiç mübalağasız söylüyorum, o oyuncak tahta tüfeği kapan Türk çocuğu kazanmıştır.
Bu büyük milletin bugünkü çocuklarının aynı millî hassasiyete sahip olmaması için büyük ölçekli bir proje uygulanıyor. Bugün Türk çocukları, tahta tüfeğin simgelediği millî bilinçten uzak tutulup mankurtlaşmayı netice verecek ıvır zıvır oyuncaklarla oyalanıyor. Dışardan Batının, içerden yerli işbirlikçilerinin gayretiyle bugün Türk çocuğu vatan, bayrak, dil, din, tarih, kültür bilincinden mahrum ediliyor.
Bazı çevreler tarafından evrensellik, kozmopolitizm, liberalizm adına Türk çocuğu vatanını, milletini, dinini, dilini savunmayacak bir duyarsızlığa itiliyor. Batı emperyalizmine gönüllü teslimiyet, küreselcilik adına en büyük gaye olarak belletiliyor. Türk çocuğu bugün maalesef büyük çoğunluğu itibariyle millî kimliğini kuşanarak şahsiyetini bulma konusunda savunmasızdır, sahipsizdir.
Çocuğunun tahta tüfeğe talip olma bilincini yok etmiş bir millet, kendi idam fermanını imzalamış demektir. “Tahta tüfek”in Millî Mücadelemiz zamanındaki simgesel karşılığı silahtı, savaştı, mücadeleydi. Bugün ise “tahta tüfek” simgesinin karşılığı bilimdir, kültürdür, sanattır, millî siyaset, millî ekonomi, millî toplumsal yapı bilincidir. Bugün tahta tüfeğe talip olmamız demek, bu değerlerle donanmamız demektir.
Bugün Avrupa Birliği ve Amerika’nın gönüllü sömürgesi olmayı en büyük politika bilen teslimiyetçi milliyetsizler, millî bilinç yoksunu ruhsuz kozmopolitler, millî kimliğine sahip çıkan hakiki vatan evlatlarına demokrasi adına en zalim baskıları reva gören liberal faşistler, tatlı kişisel menfaatlerini korumak adına her şeyden kolayca vazgeçebilmeyi ve Türk düşmanı etnik, kavmiyetçi ırkçıların güdümünde olmayı Müslümanlık zanneden zavallılar, harıl harıl Türk çocuğuna tahta tüfek dışındaki tuzak oyuncakları kapma becerileri kazandırmaya çalışıyorlar.
Türk çocuğu, Millî Mücadele sürecimizde Haçlılar tarafından fiilen kuşatılmıştı; bugün ise onların içerdeki hizmetkarları tarafından zihnen kuşatılmıştır. Ama biliyorum ve inanıyorum ki Türk çocuğu, soylu fıtratının dürtmesiyle bu kuşatmayı yaracaktır. Kuşatıldığı bütün Ergenekon dağlarını eritip yeniden özgürlüğüne kavuşacak ve kimliğine, kişiliğine, tarihine, dinine uygun bir dirilişi gerçekleştirecektir. Daha her şey bitmedi. Biz, her şeyin bitti zannedildiği noktadan başlayan bir milletiz.
Bugün Türk halkı nın sempatisini kazanabilmek için, ülkemiz bir Noel sergisine döndürülmüştür. Sinema ve televizyon filmlerinden gazetesine dergisine, teknolojik oyuncak aygıtlarından giyimine, aksesuarına, gündelik hayat tarzından bütün meşgalelerine kadar âdeta Noel oyuncaklarıyla oyalanmaktayız. Emperyalist Batı ve iç uzantıları, hazırladıkları vatan sathındaki büyük salona, top lar, bisikletler, türlü oyuncaklar koymuşlar.
Amaçları, Müslüman Türk halkının çocuklarının bunlara gelip talip olması. Açık söyleyelim gelen ve talip olan çok. Bunları suçlamıyorum. Ruhu yok edilmiş, zihni esir alınmış, şahsiyeti iğdiş edilmiş, iradesi törpülenmiş insanların başka bir seçeneği yoktur. Seçeneksiz bırakılmış insanın gideceği başka bir yer yoktur. Ama biz bitmedik. Türk milleti ölmedi. Kış uykusuna yatırıldık. Uyuşturulduk. Son ölüm iğnesini henüz yemedik. Son gün, güneş batarken, tamamen kendi değerleriyle donanmış bir Türk çocuğu kapıdan girecek.
Herkes me rakla ne yapacağını izlerken, o bütün oyuncaklara göz gezdi rip, en sonunda kenarda duran bir ahşap tüfekte yani millî benlik zırhında, millî siyasette, millî kültürde, millî bilinçte, vatanına sahip çıkma şuurunda karar kılacak. Emin adımlarla onu alıp, kimseye bir şey söylemeden, başını önüne eğmeden, sızlanmadan, şikayet etmeden, acizlik göstermeden, ağlamadan, bütün ihtişamlı asaletiyle, temiz ve güven veren erkek simasıyla geldi ği gibi çıkıp gidecek. Biz buna inanıyoruz. İnanıyorsak üstünüz. Türk’ün son efsane hakanı Atatürk, böyle bir Türk çocuğuydu. Çılgın Türk Mustafa Kemal Paşa, bu çocuğun ta kendisiydi. Yakın gelecekte de Türk’ün millî vicdanının simge varlığı o asil çocuk, tahta tüfeği kapıp sessizce soylu bir süzülüşle çıkıp gidecek ve yeniden sahne alacaktır.
O zaman bu yeni hadiseyi, zamanın Fransız komutanı mı olur, Amerikan başkanı mı olur, Avrupa komiseri mi olur; artık her kim olursa şunu diyecek: "Şimdi anla dım ki, Türk milleti, Avrupa’nın, Amerika’nın, Türk düşmanı etnik ırkçıların esiri olmaz. Bu millet cesurdur. Çocuğu bile, bağımsızlığına böylesine düşkün..."